15 yaşındaki Onur Önal, bir cinsel taciz suçlusu olarak tutuklanan kaybeden biri. Devletin hukuk sisteminde kendisini savunmaktan yoksun, avukatsız.
Cezaevine ziyaretçisi gelmeyen ve bulunduğu koğuşta hapis içinde daha ağır şartlarda hapis yaşayan bir yalıtılmış! Güçlü olduğuna inandırılanların sindirmesi zorunlu olan bir yalnız! Koğuş bahçesinde kötü bir oyunda dövülürken; belki de huzuru aradığı, kimsesizliğini unuttuğu mescitte ölüm darbelerini alırken bile devletin görmeyeceği/ görmek istemediği kimsecik!
Ölümün ve Kaybedilmenin Kıyısında Gezinilen Ülke:
İnsanların ölümün ve kaybedilmenin kıyısında gezindiği Türkiye’de, bozuk para gibi harcanan pek çok hayat olmasına karşın, bilinçli olarak ideal vatandaşın apolitik/sorgulamayan birey olması gerektiğine alıştırılıyoruz. Toplum üzerinde yapılmakta olan gerçek deneylerin bilinçsiz denekleri olduğumuzu biliyoruz ve sonsuz biat güdüsüyle, arkamızı dönüp çıkamıyoruz bu kötü oyunların berbat rollerinden. 15 yaşındaki Onur Önal, bir cinsel taciz suçlusu olarak tutuklanan kaybeden biri. Devletin hukuk sisteminde kendisini savunmaktan yoksun, avukatsız. Cezaevine ziyaretçisi gelmeyen ve bulunduğu koğuşta hapis içinde daha ağır şartlarda hapis yaşayan bir yalıtılmış! Güçlü olduğuna inandırılanların sindirmesi zorunlu olan bir yalnız! Koğuş bahçesinde kötü bir oyunda dövülürken; belki de huzuru aradığı, kimsesizliğini unuttuğu mescitte ölüm darbelerini alırken bile devletin görmeyeceği/ görmek istemediği kimsecik!
“Özgür olduğunu sanan dışarıdaki her insanın bir gün tutuklanmayacağı kesin değildir.” Metris Cezaevi’nde yatarken görüştüğüm psikoloğun bu yargısı günümüz Türkiye’sinde geçerliliğini korumaktadır.
Maltepe Çocuk ve Gençlik Cezaevi’nde gördüğü şiddet nedeniyle beyin kanaması geçirerek yaşamını yitiren 15 yaşındaki Onur Önal’ın, komaya girmeden bir gün önce, koğuş bahçesinde tutuklu arkadaşları tarafından dövüldüğü, infaz koruma memurlarının müdahale etmediği, simit adlı verilen oyunun aslında koğuştaki şiddeti tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdiği basında yer aldı. Onur’un hem koğuş bahçesinde, hem de cezaevinin Mescidinde arkadaşları tarafından dövülmesinin/öldürülmesinin arkasında hangi baskı odaklı psikolojik dönüşüm var? Dünyalılar Haber Sitesi’nde Sibel Çağlar’ın derlediği Stanford Hapishane Deneyi isimli makalesinin kılavuzluğunda, sanal bir deneyin aksine, uygulaması gerçek olan ve bir çocuğun ölümüne dek varan şiddetin nasıl ortaya çıktığı, irdelenmesi gereken bir konudur. Makalede, Philip Zimbardo’nun deneyin sonucunda elde ettiği kesinleme ve çıkarım doğrudur, fakat günümüz Türkiye’sinde eksik kalmaktadır:
“Mahkumlar üzerinde can sıkıntısı hissi yaratabilirsiniz, bir dereceye kadar korku yaratabilirsiniz ve onların hayatlarını tamamen rastgele güçler tarafından, sistem tarafından, sizler ve bizler tarafından kontrol edildiği hissine kapılmalarını sağlayabilirsiniz. Ve kesinlikle özel hayatları olmayacak. Onların bireyselliklerini çeşitli yollarla ellerinden alacağız. Genellikle bunun sonucunda, kendilerini güçsüz hissederler, bunu bekliyoruz. Yani bunun sonucunda, biz tüm güce sahip olacağız, onlarsa hiçbir güce…”
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2014 yılı için açıkladığı “İstatistiklerle Çocuk” çalışması Türkiye’nin geleceğinin karanlık olduğuna ilişkin kanıyı güçlendirdi. Çalışmanın en göze çarpan noktası çocuk mahkumların sayısındaki artış oldu. Çocuk mahkumların sayısı 2013 yılı verilerine göre iki kat artarken toplam mahkumların içinde çocuk mahkumların oranı yüzde 3.8 oldu. Toplam 6 bin 132 çocuk ceza infaz kurumuna girdi. Bu mahkum çocukları cezaevlerine kapatmak, onları unutmak, görmezden gelmek değil mi? Bu çocukların bilincine yerleştirilen ötekileştirilme olgusu olmayacak mı?
Stanford Hapishane Deneyi:
1971 yılında Stanford Üniversitesi’nden Philip Zimbardo ve bir grup araştırmacı iyi insanların kötü şartlarla karşılaşması sonucunda, tutum ve yargılarının çevresel etkenlerden nasıl etkilendiğinin ve kişilik değişim/dönüşümlerinin sonucuna ulaşabilmek için adı ‘Stanford Hapishane Deneyi’ olarak anılan araştırmayı yaptı. Üniversitenin bodrum katındaki odalar hapishane hücresi olarak düzenlendi. Katılımcıların hangi rolde olacağı kendilerine söylenmedi ve iki haftalık deney sonucunda deneklere günlük on beş dolar alacakları ve sanal bir hapishane ortamı yaşatılacağı söylendi. Yirmi dört erkek öğrenci için mahkum ve gardiyan aksesuarları hazırlanarak, sosyal Psikoloji literatüründe etik ve ahlaki açıdan büyük eleştiriler alan deney başlatıldı.
Deneyin ikinci gününde yaşanan isyanda, mahkum rolünde olanların artık gardiyan rolündekilerin emirlerini dinlemeyeceklerini söylemeleri, sonuçları irkiltici olayların başlamasına neden oldu. Sıradan öğrencilerin katıldığı bu deney neden ve nasıl bir gerçekliğe büründü? Gardiyanlara verilen talimat doğrultusunda hiçbir tolerans gösterilmeden mahkumlara uygulanan şiddet ve baskıcı kurallar direnmeyi ya da sistemi kabullenmeyi ortaya hangi ruh hali çıkarttı? İsyana katılmayanların özel hücrelere alınarak ödüllendirilmeleri, mahkumları yönetim ile özdeşleştirmiş miydi? İsyana kalkışanların psikolojik işkence ve şiddete uğramaları teslimiyeti de beraberinde mi getirdi? Gardiyanların kendi görevlerini itaat edenlere devretmeleri, mahkumların teslim alınmasının alternatif bir yolu muydu?
Stanford Hapishane Deneyi sonuçlarına bakıldığında, gerek mahkumların, gerekse gardiyanların kendilerine verilen rolleri hiçbir rahatsızlık duymadan görev bilinci ve kadere razı olma durumu ile kabul ettiklerini; psikolojik açıdan sağlıklı insanların gaddarlığı aktif ve itaatkarlığı pasif rol model olarak uyum sağlama adına nasıl kabul ettiklerini bilimsel olarak göstermektedir. Gardiyan ve mahkum rolüne üstlenmiş tüm katılımcıların deneyin ayrıntılarından haberdar olması ve istedikleri takdirde deneyden ayrılabileceklerini bilmesine rağmen, beklenilenden uzun süre deneyi terk etmemeleri otoriteye bir teslim oluş ve ideal yönetilme dürtüsü müydü tartışılır.
Onur Önal’ın Komisyon Raporu:
Onur Önal cinayetinde, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun raporunda yaşanan şiddeti okuduğumuzda bu çocukların nasıl dönüştüğünü sorgulamamız gerektiği ortaya çıkmaktadır; 15 yaşındaki Önal’ı ölüme götüren ve güvenlik kameralarına da yansıyan süreç ise raporda şöyle anlatıldı: “30 Ağustos gününe ait, havalandırma görüntülerinde Önal’ın, iki çocukla yürüdüğü, çocukların kimi zaman Önal’a vurdukları görülmektedir. ‘Simit’ adlı oyuna ilişkin görüntülerde, oyunda daha çok Önal’ın tekme ve yumruklara maruz kaldığı, hatta bir ara darbeler nedeniyle kafasını strafor kaplamalı duvara çarptığı ve bir süre kafasını tutarak oyun dışında kaldığı görülmektedir. Bu oyunun toplam otuz ila kırk beş dakika süresince devam ettiği anlaşılmıştır. Görüntülerde ayrıca çocukların ikinci katın penceresinden sarkıttıkları bir ipe bağladıkları içi su dolu pet şişeyi sallayarak birbirlerine vurdukları görülmektedir.”
Tutukluluğu, hapishaneyi ve Türk hukuk sistemindeki kaybedilmeyi yaşamış biri olarak diyebilirim ki Kartal Çocuk ve Gençlik Cezaevi’ndeki Onur’un öyküsü halen yaşanmaya devam etmektedir. Kendinizin dışındaki güçlerin kontrolüne girip, korkunun, can sıkıntılarının etrafınızda yükselen duvarlar haline gelmesi ve hiçleşme!
Cezaevi Ritüeli ve Gerçekler:
Bir tutuklu veya hükümlünün hissedebildiği yaşama dair başka bir olgu düşünmesi olanaksızdır. Gözaltına alındığınız anda özne olma durumunuz çürütülmeye başlanır, nesne halini almanız için uygulanan ritüeller hiçbir yasa kitabında yazmaz. İlk sorgunuzun yapıldığı emniyet müdürlüğünde alınan parmak ve avuç izleriniz, yakın plan çekilen profil fotoğraflarınız, bedeninizdeki yara izlerinin raporlaması, periyodik olarak hastaneye kontrole götürülmeniz, basının karşısında yüzünüzün saklanması yönündeki emirler bir ‘Pul Koleksiyoncusu’ titizliğinde dikkatlice yapılırken tek bir duyguya sahipsinizdir: Devletin arşivine girecek ve kolay kolay çıkamayacaksınız!
Henri Charriere’nin yazdığı, 1968 yılında yayımlanan ve yazarının başından geçenleri anlattığı otobiyografik romanı ‘Kelebek’ te anlatılan firarların gerçekleşmeyeceğini anlamız için birkaç ay kapalı kalmak yeterlidir. Hapishane koğuşları filmlerdekine benzemez, içeri girdiğinizde, ilk önce en kötüyü ve pisliği ‘Karantina’ koğuşunda görürsünüz. Daha sonra Baş Gardiyan’ın gözetiminde yapılan koğuş dağılımlarında arkanızdan kapanan demir kapılar; verildiğiniz koğuşa kabul edilme ritüeli sanki bir firmaya görüşmesine gitmişsiniz de onay verilmesini bekliyorsunuz gibidir; Koğuş Başkanı’nın kabulü, sizinle görüşmesi, ekonomik durumunuzu değerlendirmesi bütün günü alır. Kabulünüz maddi olanaklarınıza göre değişkenlik gösterir ya yönetenlerden olursunuz ya da koğuşun emekçilerinden. Ya paranın gücüne göre tatildesinizdir ya da birkaç paket sigara karşılığında yedi yirmi dört görevde!
Cezaevinde Sevgi Öğrenilebilir:
Cezaevlerinde koğuş kapılarının arkasında yaşanılan şiddet, tecavüz, tehdit, baskı yönetime yansımadığı sürece sorun olarak görülmemektedir. Çocuk mahkumların en zayıfı, kimsesizi gardiyanlar tarafından istihbarat amaçlı seçildiğinde, idareye bilgi aktarmaya zorlandığında bu sırrın ortaya çıkması kaçınılmazdır zaten. Koğuşlarda hiçbir giz uzun süre saklanamaz. Yirmi dört saat kameralarla gözlemlenen bu çocukların içinde bulunduğu stres ortamı, gerilen sinirlerin kopması, mastürbasyonunun bile engellenmesi, yalnızlaştırılma, mahkemelerde görülen davalarında savunma yapmaktan acizlikleri, parasızlıkları sonucu ortaya çıkan iç sıkıntıları şiddetin oluşmasındaki etkenler değil midir? Sisteme biatın karşılığında yönetim tarafından ödüllendirilen bu çocuklar, koğuşun vahşiliğinde tek başlarına bırakılmaktır.
Suç dünyasının kendi kuralları içinde mahkumların birbirlerini cezalandırmaları kişiselleştirilmiş infazlardır. Faşizan yönetimlerin minimum örneği cezaevi koğuşlarında görülür. Suçlu kimliğinin içselleştirilmesi, güçlünün yanında ve emrinde olmanın ayrıcalığında bir ‘şey’ olma anlamını taşır!
Komisyonun, cezaevinde yaptığı incelemeler sonucunda bulduğu eksiklere ve zafiyetlere bakalım:“Çocukların tek kaldıkları odaların kapılarının kilitlerinin bozuk olması ciddi bir güvenlik zafiyeti. Merdivenlerde, merdiven altlarında ve üst kattaki kameranın altındaki bölgede kör noktalar var. Çocuklar buraları biliyor. Kameraların görüntü kalitesi düşük, ses kaydetme özellikleri yok. Arşiv kaydı altı ay ile sınırlı. İnfaz ve koruma görevlileri dört vardiya halinde çalışıyor. Otuz altı koğuş için ortalama yirmi yedi görevli var. Ünitelerin yirmi dört saat gözlemlenmesi gerektiği düşünüldüğünde, bir infaz ve koruma memurunun aynı anda birden fazla üniteyi gözetlemek durumunda kaldığı görülmektedir.”
Her noktaya kamera konulması, konuşulanların kayıt altına alınması, infaz ve koruma memurlarının sayılarının arttırılması şiddetin önüne geçecek midir? Kesinlikle hayır! Bu çocukların gözetlenmekten ve daha fazla baskı altına alınmasından çok, yaşadıkları travmalardan kurtulabilecekleri önlemlerin alınması gerekmektedir. Cezaevi Yönetimi’nin esas yanlışı, zaman zaman verilmekte olan eğitim seminerlerini zorunlu kılması, tutuklu ve hükümlüler de ya suç ortaklarını görmek ya da davaları hakkında bilgi edinebilmek için gönülsüz katılmaktadırlar.
Hükümlü ve tutuklu çocukların cezaevi koşullarında özgürlüğe, demokrasiye, sevgiye ve saygıya dayalı bir restorasyondan geçirilerek, geleceklerini hazırlayabilecekleri bir sistemin hemen şimdi kurulması gerekmektedir!
“Onlar tüm güce sahip olurken, bizlerse hiçbir güce…” anlayışının değişme vakti gelmedi mi?
Kaynak: http://dunyalilar.org/standford-hapishane-deneyi.html