Çok Gezenti: Burak Akkul

23 yıldır, TV yazarlığı ve metin editörlüğü yapan, şu sıralar ise ”Çok Gezenti” programının sahibi Metin Yazarı, Editör ve tabir-i caizse, ”Dünyayı Dolaşan Adam” Burak Akkul ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Çocukluğundan, TV sektörüne bakış açısına, Çok Gezenti’nin daha önce duymadığımız maceralarına kadar her şeyi sorduk. Tam da şimdi fazla zaman kaybetmeden bu güzel röportajı okuyalım, hep birlikte! 

Burak Akkul

Röportaj: Burak Akkul


Öncelikle, çocukluğunuzdan başlayalım. Burak Akkul, küçükken de bu kadar enerjik, yere göğe sığmaz, ve komik biri miydi?

Öncelikle, teşekkür ederim. Çok “enerjik” olmasam da sevimli- sempatik ve hayal gücü yüksek bir velet olduğumu söylerler affedersiniz… Bu karakter gelişiminde, hayal gücünde falan; büyüdüğüm küçük şehrin- yani Kırklareli’nin etkisi çok büyüktür… Sakin bir şehir, büyük bahçeli bir ev, meyve ağaçları, ağaç evleri, ansiklopedi okumayı seven bir ağabey, sana destek olan bir anne baba.. Eh biraz da oluşumdan gelen iş bilir beyin hücrecikleri; beni hep merak eden, araştıran, yazan çizen biri haline getirdi sanırım. İnsan ilişkilerimde de hep “herkesle arkadaşlık kurabilir” bir tarafım vardı, hatırladığım kadarıyla.

Burak Akkul

Hem kamera arkası, hem kamera önü tecrübeleriniz var. Sizce hangisi daha zor? İşin mutfağında kalıp, insanlara bir şeyler hazırlamak mı, yoksa insanlarla direkt temas mı?

İnanın kamera arkası çok daha zor… Bildiğiniz, bir şirkette ya da devlet dairesinde çalışan bir görevli gibi; siz de kamera arkasında bir şeyleri sistemine göre halletmek ve müdürünüze ya da müşterilerinize beğendirmek zorundasınız. Bunun sorumluluğu ve gerginliğiyle hareket ediyorsunuz… Bu çok daha sıkıntı barındıran bir durum kendi içinde… Kamera önü ise- eğer benim gibi kameraya alışık ve çok da “umursamayan” biriyseniz; çok daha rahat, zevkli ve kolay.. Burada “umursamamak” kelimesini tırnak içinde yazıyorum, manası elbette hafife almak değil… İçini çok ciddi anlamda doldurup korkmamak; anlamında.

Burak Akkul

Türkiye’de TV sektörünü nasıl buluyorsunuz?

Zorlu. Yeteneklerinizi göstermenizin zor olduğu. Az para kazanabildiğiniz. Az iş imkanınızın olduğu. Yaptığınız iş güzelse bile geniş kitlelere ulaştırmanız için “şansa” ihtiyacınızın olduğu. Ve genel çizgileri “reklam verenler” tarafından belirlenen… Başlıklar bunlar ve pek iç açıcı değil.

Şimdi de meşhur, ”Çok Gezenti” hakkında konuşalım. Proje nasıl başladı? Kendinizi bir gün ”dünyayı dolaşan adam” olarak düşündünüz mü?

Elbette bunu hep istedim. Gezmeyi amatör olarak da çok seven biri olarak, 23 yıl TV işi yaptıktan sonra bunu mesleğimle birleştirmek de; bu sebeple bana büyük mutluluk veriyor… Projenin başlamasını kısaca şöyle anlatayım: Zaten kuruluşundan beri içinde olduğum- reklam metin yazarlığı yaptığım tv2 kanalında, toplantılar sırasında, benim sık sık yurtdışı gezisi yapmamı (şakayla karışık) sitemle karşılayanlara mahcup oluyordum… Bir gün müdüre “abi bana bir mikrofon başlığı verin- haftaya Çin’e gidiyoruz ucuz bilet bulduk- Çin Seddi’ne falan çıkayım, tv2 için tanıtım gibi bir şeyler çekeyim” dedim… Toplantıda işi kurtarmak için dediğim şey, sonradan (baktım yabancı şehirlerde keyfim zaten yerinde – dır dır konuşuyorum) başlı başına bir TV şovu haline geldi.

Burak Akkul

Gezi/seyahat programlarını hazırlayıp, sunmak oldukça meşakatli bir iş. Projeye başlamadan önce, ya başarısız olursam? diye bir düşünceniz oldu mu?

Hayır, bu elbette hiç olmadı. Yani bu işin “seyirciye istediğimi anlatabilmem” konusu bende hiçbir korku yaratmadı.. Çünkü dediğim gibi; 23 yıl TV yazarlığı ve program editörlüğünden geliyorum. Bu işi iyi bilmem konusunda bir tevazu gösteremeyeceğim kusura bakmayın. Sadece işin “zamanlama olarak yetişir mi” boyutu korkuttu.. Hala da korkutuyor açıkçası.

Çok Gezenti’nin diğer gezi programlarından farklı olduğunu düşünüyorum. Bilhassa başarınızın sırrını merak ediyorum. İnsanlar, sizi neden bu kadar seviyor ve programın bölümlerini tekrar tekrar izliyor? Buna ben de dahilim.

Tekrar teşekkürler…  Öyledir haklısınız (gülüşmeler yükselir) Yani, açıkçası bu tarz soruların cevabını izleyene bırakmak gerekir… ama herhalde “ekran korkusunu çok yaşamamam ve kendim nasıl geziyorsam kamera karşısında onu anlatmam” olarak niteleyebilirim. Önden kağıt üzerinde bir hazırlık yapayım- tarih ezberleyeyim falan şeklinde çalışmadığım için genelde, daha rahatım.. Siz nasıl geziyorsanız ya da gezecekseniz; ben de onun gibi duruyorum sizin karşınızda TV’de. Sanırım bu.

Burak Akkul

Programa genel olarak bakacak olursak, ekrandan izleyiciler ”Oh! Hayat sana güzel…” cümlesini söylemeden edemiyor. Bir bölümün hazırlıklarını, çekim serüvenlerini, o yer hakkında ne tip çalışmalarda bulunduğunuzdan bahseder misiniz?

Yok, kesinlikle öyle bir “hayat sana güzel abi” durumu yok… Hatta, cidden, bu işin mizahına tek sempatik bakamadığım noktası da bu… Hayat size ne kadar güzelse bana da o kadar güzel- size ne kadar güzel değilse bana da o kadar güzel değil… Çünkü bu da sonuçta müşterisi olan bir iş.. Yapımında, hazırlığında, çekiminde, her aşamasında ben (ve karım) olduğu için, gerçekten zorlanıyoruz.. Şimdiye kadar çok maddi bir getiri de kalmadı açıkçası.. Büyük bir şehri, minimum 1 gün yol- 6 günde çekip- 3 gün kağıt üzeri- 3 gün kanalda montajcı arkadaşımla kurgulayıp; ekrana 13 günlük bir çalışmadan sonra çıkabiliyoruz. Bunun hiç de “hayat sana güzel” bir yönü yok yani… Güzel yanı; sokakta artık hemen herkesin bizi bilmesi ve sempatiyle yaklaşması.

Seda Akkul&Burak Akkul

Çok Gezenti’yi eşiniz Seda Hanım ile beraber çekiyorsunuz. İçinde ikinizin de unutamadığı, komik bir anınız var mı?


Olmaz mı? Özellikle Seda’nın iki üç çekimde bir uçak çıkışına tıbbı yardım aracı çağırarak çıkması ve hastaneye gitmemiz; en (traji) komik durum… Özellikle ilk seyahatlerde, bünyesi alışık olmayan karımda ne böbrek kaldı- ne pankreas. İltihaplar, sancılar, ateşli hastalıklar, migren krizleri; perişan oldu kadıncağız. Ama yıkılmadı, ayakta!

Bu soruyu sanırım tüm izleyiciler merak ediyor. Programdaki esprileri önceden mi belirliyorsunuz, yoksa bir anda mı gelişiyor? 

%90 o anda, en azından o seyahatte o şehri görürken- yaşarken çıkıyor… En fazla 1 ya da 2 anlatımı “skeç olarak” önceden notlarla hazırlıyorumdur.. Misal; İskoçya’da otel odasında etek denemem, Amerika’da Google’a adres sormam gibi… Ama dediğim gibi, her şehirde 2 tane vardır ya da yoktur… Geri kalanları orada çıkıyor.

Çok Gezenti’de bir de meşhur ”Gözlüklü” var. Tanıyor musunuz onu? 

Hahahah evet… Ya o konu şöyle çıktı… Ben genelde, ekrandaki seyirci karşımdaymış, görüyormuşum gibi konuşuyorum ya zaten; yine öyle konuşurken- lisede hocalarımızın “heyyy sen arka sırada oturan, gözlüklü!” şeklindeki nokta atışlı uyarıları aklıma geldi… Ben de “nazarı değen birine kızayım” esprisi yaparken “sen gözlüklü” dedim… Yoksa belirli biri yok.

IMG_2791

Önümüzdeki sezon, hangi ülkelere gideceğiniz belli mi? Varsa, birkaç ipucu alalım?

Hemen size özel ipuçlarını vereyim o zaman 🙂 Geçen sezonki seyahatlerde çektiğimiz ve yayınlamadığımız iki bölüm var… İlki “Batum” ikincisi “Hongkong”… Hangi sırayla olur bilmiyorum ama Eylül ve Ekim’de sırayla onlar girecek.

Çok Gezenti’nin en’li sorularına geçiyoruz! 

-Çok Gezenti’nin en unutamadığınız bölümü?

Newyork: Uzun, yorucu, çok zahmete ve madde zarara girdiğim, ama iddia ediyorum değme “ben seyahat programcısıyım” diyenin böyle detaylı anlatamayacağı bir bölüm oldu. Gururumdur.

-Çok Gezenti’de yaşadığınız en tuhaf olay?

Pekin’deki “Türk hayreti”… Pek fazla Türk turist görmediler mi bilmiyorum ama, benim yanağıma- tenime, karımın gözlerine dokunup “tarih öncesi insan görmüş gibi” kaçan çocuklar oldu.

Burak Akkul

Çok Gezenti’nin en zor çekim yeri?

Tayland. Ara mevsim olmasına rağmen tahminimizden çok büyük bir sıcağa denk geldik… Başıma pet şişelerle sular dökerek çekimlere devam ettim. Akşamına otel odasında ağladığımı bilirim. Ha, bir de İskoçya’da karım ciddi sancılandı, hastanelerde oldukça stresli anlar geçirdik.

Son olarak, bu sektörde ilerlemek isteyen genç arkadaşlara neler önerirsiniz?

Hiç başlamamalarını önerimimJ Şaka bir yana, madem dürüst cevap vermemiz gereken bir röportajdayız; medyayı seçmek isteyenleri bekleyen zorluklara hazırlıklı olsunlar. Elbette her işin zor tarafı var; ama Türkiye’nin bu konuda üç dört tane şirket sahibinin ya da kurumunun iş verebileceği bir sektöre sahip olması- işleri cidden zorlaştırıyor.. Yerel kanallar ya da sadece digital platformların kanalları ise maddi- manevi zaten tatmin etmiyor, sadece “oyalıyor”… O yüzden, önce yeteneklerine, sonra şanslarına güveniyorlarsa gelsinler… Sadece tanıdık vasıtasıyla bir yerlere girersiniz, elbette girersiniz, ama kalıcı olmanız pek mümkün olmaz… Herkese şimdiden başarılar.


İndigo Dergisi olarak, bu keyifli röportaj için Burak Akkul’a teşekkür ederiz.


 

Beyza Elif Özer
3 Ocak 1995 doğumluyum. Belki de istediğim her şeyi gerçekleştireceğime inandığım yaşlara geldiğim vakit, yazma isteğimin oluştuğunu farkettim. Öncesi/sonrası olmayan hayatımızın sadece bir an'ını dahi yazarak kendimi avuttum. Sadece düşünmek ve düşündüklerini anlamlandırmak adına yazdım hep. İnsanları anlama konusunda güçlük çekip,sırf bu yüzden kişisel gelişime merak sardım. Uzun yıllar basketbol ve voleybol oynadım. Aynı zamanda fotoğraf ve dekorasyon meraklısıyım. Ve özellikle şuanda aldığım eğitimden dolayı yabancı dizi ve film delisiyim. İzlemekten en çok keyif aldığım dizi; House. Bunların haricinde yapmaktan en çok keyif aldığım şey; Kendimden daha bilgili/kültürlü insanlarla konuşup, onların deneyimlerinden faydalanmak. Binevi hayatıma yön verirken her şeyi düşünüp ona göre yol almak... En sevdiğim insan şekli; her açıdan kendini geliştirip, yarın'ını düşünen insan.. Bu arada şuanda eğitimime Celal Bayar Üniversitesi/ İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde devam ediyorum.. Yazmaya/okumaya olan ihtiyacımızın hiçbir zaman eksilmemesi dileğiyle.. Son olarak,hayat felsefem; ''ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.''