Macahel adını hiç duymamış olabilirsiniz. Macahel’i keşfimden bu yana her yıl oraya birkaç kez gitmek için can atar, yemyeşil ormanlarında, gizli, derin vadilerinde yürümenin, dumanlı dağlarını seyretmenin ve şelalelerinin altından geçmenin hayalini kurar oldum.
Burası Türkiye’nin ‘Orada bir köy var uzakta’ tanımına uyan beldelerinden biridir. Artvin ilinin Borçka ilçesine bağlı, Gürcistan sınırında bir bölgedir. Avrupa’nın en yaşlı, Türkiye’nin ise yağmur ormanlarıyla çevrili, zengin bitki ve faunasına sahip tek gizli cennetidir.
Karadeniz, ülkemizin en yeşil bölgesi olarak bilinse de artık keşfedilip yağmalandı. Macahel ise birçok yayla ve beldelerinin yanı sıra kendini gizlemeyi başardı, üstelik buraya göz dikmiş HES canavarını da birkaç yıl önce geri püskürterek ruhunu korudu. Burada dereler özgür akar. Yükseklerden sekerek kayaların taşların, üstünden bembeyaz çağıldarken, bazen de oluşturduğu sakin gölcüklerin kristal berraklığıyla yaz günlerinin sıcak saatlerinde sizi gizlice davet eder. Derelerin kenarında oturmak, ayaklarınızı buz gibi tertemiz suya sokarak serinlemek, kah şırıldayan kah gürleyerek akan sesini dinlemek buranın olağan zevkleridir. Su o kadar bol, dereler, küçük çağlayanlar o kadar çok ki nerdeyse her evin kendi minik akarsuyu ve çağlayanı var.
Karadeniz bölgesine hiç ayak basmamışsanız ya da Karadeniz’e doymuş, her yeri gezdim diyenlerdenseniz Macahel’i görmeden son sözünüzü söylemeyin.
Haritada Macahel ismini boşuna aramayın. Orada adı ‘Camili’ olarak geçer, ‘Macahel’ orijinal Gürcü adıdır ve böyle yerleşip kalmıştır. Kökenleri Gürcü olan Macahel halkı dillerini hala kendi aralarında konuşarak yaşatmaya devam ediyor. İstiklal savaşı sonrası Gürcistan’ la olan sınır, isteğe bağlı çizildiğinde toplam 18 köyden oluşan bu bölgeden 6 köy Türkiye’ de kalmayı tercih ederek bu günkü Macahel’i oluşturmuş. Tamamen kendine özgü bir bölgeye ve kültüre sahip olan Macahel halkı bugüne dek oldukça zorlu doğa koşullarında yaşamış ve bu muhteşem cennetin doğal koruyucuları olmuşlar.
Macahel, özel doğa alanlarını keşfeden fotoğrafçılar ve doğa aşıkları tarafından biliniyor olsa da çevremde kime söz etsem, adını ilk kez duyduklarını söylüyorlar ve anlıyorum ki böyle bir yerden haberleri yok.
Böyle muhteşem bir cennetten habersiz yaşamayı nasıl başardık? Buraları gördükten ve yaşadıktan sonra Avusturya ve İsviçre seyahat ve tatillerini tekrar gözden geçirmek gerekecek. Macahel’deki doğal ve bakir güzellik artık birçok yerde yok ve üstelik bu biyosfer rezervi, diğer tanımıyla yağmur ormanı kendi ülkemizde. Artık bu gizli cennet sisli perdelerini aralıyor ve burayı hak edenleri davet ediyor.
Macahel’in gözlerden ırak olmasının nedeni, coğrafi konumu ve iklimi. Dört bir yanı dağlarla çevrili bir alanda gizli vadiler silsilesi olarak saklanıyor. Macahel’e Borçka yönünden giden tek yol, Batamya (Küçük Yayla) 1850 metre yükseğe çıktıktan sonra tekrar 400 metreye inen bir geçitten oluşuyor.
Sanki bu geçidin gizli kapıları var, kimselerin göremediği elfleri ve orman perileri buraya zarar verebilecek olanları gözlüyor ve sisleri indirip göz gözü görmez yaparak, buna izin vermiyor. Öyle ki bu geçit neredeyse her zaman sislerle kaplı ve bölgede yağmurlu günler güneşli günlerden çok daha fazladır. Bu kadar yağmurlu ve sisli bir bölge pek fazla tercih edilmediğinden Macahel kendini koruyabilmiş.
Ancak güneşli günlerini burayı sevip koruyanlara gösterecektir. Ama bunun için güneşin kendini göstermesini sabırla beklemek, sisli Macahel’i de sevmek gerek. Bulutlar, sisler ve balta girmemiş ormanlar, şelaleler, uçurumlar, vahşi kayalar, binbir çiçek ve berrak dereler, ıssız patikalar, orman gülleri, yaylalar,bulut kümeleri, heybetli ve dumanlı dağlar, krater gölleri.
Bu bölgenin en tanınmış dağları Karçal dağları, ancak çoğunlukla Rize bölgesindeki Kaçkar’larla karıştırılıyor. Karçal’lar 3650 metrelik zirvesiyle bu bölgenin en yüksek dağları. Macahel, kuzeyde Acara dağları, doğusunda Karçal silsilesi, güneyinde Küçük Yayla dağları ve batısında Heba dağı ile dört bir yandan çevrelenmiş. Avrupa ve Orta Asya’daki en büyük ve doğal ormanlardan biri burada. Balta girmemiş ormanlara ve insanların ayak basamadığı vahşi ve gizemli güzelliklere sahip.
Macahel’e diğer bir geçit ise Gürcistan’a olan çıkıştır ve bugün Macahel’in içinde bulunan Gürcistan sınır kapısı buradadır. Borçka’ya giden geçit karla kaplandığında, hastalar kızaklarla Gürcistan’a taşınıyor. Bu nedenle Macahel’in en büyük ihtiyacı kış koşullarında yöre halkını uygarlığa ulaştırabilecek bir tünel.
Macahel’liler zorlu bir iklimde doğayla bütünleşerek ve ona saygı duyarak varlıklarını korurken; bol oksijenli temiz havasında, yörenin kıymetli altın sıvısı olan balları ile beslenerek sağlıklarını ve neşelerini korumuşlar.
Kasım ayından sonra yoğun kar yağışı ile birlikte Macahel’i Borçka ilçesine bağlayan geçit kapanıyor ve beldede kalanlar bahar gelip yollar açılıncaya kadar bu gizli ülkede saklanıyorlar. Bu zorlu mevsimde kendilerini ve hayvanlarını beslemek için yiyeceklerini kendi elleriyle yaptıkları özel evciklerde saklıyorlar. Bu evler bozulmayan, zor eskiyen kestane ağacından inşa ediliyor, otları koydukları yere ‘merek’; tahılı sakladıkları serendere ise ‘nalya’ diyorlar. Bu minik barınaklar dört yüksek ahşap ayak üstüne oturtuluyor ve böylece hayvanlarının içeri girmesi engelleniyor. Ahşap ayakları kulübenin zeminine bağlayan yerde, çevresi genellikle ince saç şeritle kaplı olan, babuç dedikleri dört tahta tekerlek, farelerin tahıl ambarına girmesini kesin olarak engelliyor. İçindeki zahire alttan esen rüzgar ve özel açılmış minik hava deliklerinden gelen serin hava sayesinde uzun süre korunabiliyor. Bu serenderlerde en fazla saklanan tahıl, mısır, yine tüm Karadeniz’de olduğu gibi Macahel’de de en ünlü yiyecek mısır ve mısırdan yapılan tüm yöresel yemekler.
Bu zorlu koşullara dayanamayan birçok aile ise kış mevsiminde Borça’ ya taşınıyor ve ancak karlar eridiğinde tekrar Macahel’e dönüyor. Özellikle hamilelerin ve hastaların, ulaşımın aylarca kesintiye uğrayacağı Macahel’de kalması sakıncalı. Geçen yıl haberlerde hamile bir kadının doğum için kızakla Gürcistan’a taşındığını duymuştum. Elektrik kesintisi, baz istasyonu arızası gibi durumlarda yakınlarıyla tüm bağlantısı kesilen Macahel’lilerin tek bağlantısı Allah. Ancak bu zorluklar yine de mizah duygularını ve kahkahalarını onlardan alıp götürmemiş.
Macahel’in içinde iki dere akıyor. Bunlardan Efeler deresi, Düzenli ve Kayalar köylerinden geçiyor, Efeler köyündende iki kola ayrılarak akan Damzirat ve Çugat dereleri oluşmuş. Damzirat deresi bizi Gorgit, Lekoban ve Çikunet yaylalarına götürüyor, Çugat deresini izlersek Lekoban yaylasına varıyoruz. Ardahan ve Kars’a giden ipek yolu bu dere üzerinde.
Başka bir tanesi, Maral köyünden geçen ve Mereta yaylasına kadar uzanarak Şavşat’a kadar rehberlik yapan Maral deresi.
Efeler ve Maral dereleri arasında boydan boya yer alan Kvabistavi dağları var ve bu sıradağlar rüzgarların esmesine ve bol yağmurların yağmasını sağlıyor.
Son üç yıldır Macahel’in birçok köyüne ve yaylalarına gidiyorum. Buraları baştan sona keşfetmek nerdeyse mümkün değil. Tüm gizli vadileri ve hiçbir patikanın sizi götürmediği, vahşi doğada uzaktan kendini sadece seyrettiren muhteşem şelaleleri keşfedebilmek için belki de bu yörede bir ömür geçirmek gerek.
Buraya geldiğinizde bir köy pansiyonunda kalmanız gerekecek. Son iki yıldır birkaç yeni tesis yapılmış ve buraya yolu düşen konuklara bölgenin tüm geleneksel mimari özelliklerini kendi içinde yaşatıyor. Evlerin dış cephesi, iç bölmeler ve taşıyıcılar için genellikle kestane ağacı kullanılıyor. Bu, kendinden boyalı, güve ve kurt barındırmayan bir ağaç türü. Burada yüz elli yıllık kestane ağacından yapılmış bir serender ve üçyüz yıllık kestane ağacından yapılmış bir ev var. Mimarideki en önemli malzeme kestane ve çam ağaçları. Bu ağaçlar asla boyanmıyor ve kendi doğal hallerine bırakılarak eskitiliyor. Macahel köhne gibi görünen, ancak buraya özgü yapılardan oluşuyor ve bunun dışında hiçbir yapı yok. Evler birbirinden en az elli –yüz metre uzakta, ancak küçük köylerde birbirlerine biraz daha yakın düşmüşler. Tüm evler çoğunlukla fındık ağaçları ve mısır tarlaları ile çevrili, herkesin kendine ait bahçesi var. Yollarda çok az insana rastlanıyor. Hatta yazın iki köy asında iki saat süren yürüyüşümde tek bir insana rastlamamıştım. Burada yaz mevsiminde genellikle yaylalara çıkılıyor ve Macahel’in merkez köylerinde çok az insan kalıyor.
Ben de son iki yıldır Maral köyüne konuk oluyorum. Burası Maral şelalesine yakın ve yeni yapılan tesis, yaylalardan ve zor parkurlu doğadan döndüğünüzde keyifli bir konfor ve aile sıcaklığında sizi karşılıyor. Ayrıca geniş salonu harika bir manzaraya hakim. Geniş camlarından, sisin ve bulutların süzülüşünü bir film şeridi gibi izleyebilirsiniz.
Karçal dağlarının kuzeybatısında, Maral deresi üstünde bulunan Maral şelalesi ise Macahel’in simgesi ve dikey şelale özelliğiyle dünya doğa mirasına girmeye aday. En önemli özelliği bir tek eğim kırığıyla, sularının tek seferde 63 metreden aktığı bir şelale olması. Bu şelaleye gelip karşısında durduğumda, çevresindeki gizemli kayaların, ulaşılmaz yerlerde oluşmuş bitki örtüsünün ve sularının döküldüğü çevredeki dev yapraklı bitkilerin ortasında kendimi hep “Yüzüklerin Efendisi” filminin bir sahnesine düşmüş gibi hissederim. Yaprakların ya da şelalenin arkasından hep bir Elf prensi çıkacakmış ya da Gondolf yosun tutmuş bir ağacın arkasından elinde değneğiyle bana doğru gelecekmiş gibi beklerim. Acaba nasıl oldu da sinema dünyası göz kamaştıran, insanın kalbini hoplatan bu vahşi güzelliği gözden kaçırdı? Belki de hep dediğim gibi, bu elflerin işi ve burada yaşadıklarını kalbimde hissediyorum. Başka bir boyutta buranın gerçek sahipleri onlar.
Burada hissettiğim başka tuhaf bir özelik ise zaman kaymaları ve hep kendimi burada yaşıyormuş gibi hissetmem ya da bir gün öncesini sanki bir hafta geçmiş, çok gerilerde kalmış gibi algılamam ve bunu benden başka tüm eşlikçilerimin de hissetmesi. Bu garip algılar bende, burada boyutsal zaman kapılarının olduğu şüphesini uyandırıyor ve bir haftalık süre sanki aylardır buradaymışım gibi bir duygu veriyor.
Macahel çepeçevre 1950 ve 3650 metrelik yüksek dağlarla çevrili olmasına karşın 400 metre çukurda gibi. Ancak merkez köyü Camiili’den sonra tüm diğer köyler yamaçlara serpilmiş gibi ve Maral, Uğur, Efeler ve Kayalar, Düzenli köyleriyle 1000 metre yükseklere dağılmış durumda.
Köyler karşılıklı yamaçlardan birbirine bakıyor ve buranın insanları ya yokuş aşağı ya da yokuş yukarı yürüyor.”Memleket dedikleri iki dağın arası” diye, burayı çok güzel tarif eden bir türküleri de var. Gerçekten sadece vadilerin arasında çok dar bir düzlük var ve düz bir alan bulmak oldukça zor. Çocukların oyun alanları ise ağaçların meyve dolu dalları, dereler ve yaylalar. Yazın 20-25 derecelik ısı buranın halkı için sıcak sayılıyor, ayrıca hayvanların serinde rahatlaması için Ağustos sonuna dek yaylalarına göç ediyorlar. Her köyün kendi yaylası var ve herkes kendi yaylasına gidiyor. Yaylaların yolları dik ve sarp. Her araç çıkamıyor, sadece bu yöreye uygun araçlarla çıkılabiliyor ve halk yaşamını imece usulü devam ettiriyor.
Bölgenin yaylaları kadar tanınmış ve ulaşımı çok daha kolay olan, olmazsa olmazı Karagöl. Ancak bu yörede iki Karagöl var, biri Şavşat’taki, diğeri ise Borçka’daki Karagöl. Genelde Tabzon’ a uçakla gelirim, ama bu kez Macahel’e Kars yönünden geldim. Şavşat üzerinden, kuzeydoğu Anadolu’yu, kuzeydoğu Karadeniz’e bağlayan 1400 metrelik geçitten geçerek gelirken bu parkurda karşınıza diğer Karagöl çıkacak. Bu göllere neden Karagöl dendiğini bilemedim. Çünkü güneşte Şavşat Karagöl’ü zümrüt gibi yemyeşil parlarken, Borçka Karagöl’ü güneş yüzü gördüğünde renkleniyor ve sihirli bir mücevher gibi parlıyor.
Macahel’in en önemli bir başka özelliği ise yetiştirdiği Kafkas arıları ve bu arıların ürettiği bal. Kafkas arıları burada özenle korunuyor, bu bölgeden dışarı çıkarılmıyor. Macahel’e başka bir arının girişi yasak ve bu tür korunuyor. Bu arı türünün özelliklerinden biri de dil uzunlukları. Normal arılarda dil uzunluğu 3-4 milimetre iken Kafkas arısında bu uzunluk 7 milimetreyi buluyor ve bu uzun dili sayesinde diğer arıların ulaşamadığı çiçek özü ve polenleri toplayabiliyor. En ulaşılmaz çiçeklerin özlerini toplayan arılar zengin çiçekli yaylalarda, belki de Türkiye’nin en kaliteli balını üretiyorlar. Sadece Gorgit yaylasında 30 çeşit çiçek olduğu ve bunların 15 tanesinin dünyanın başka hiç bir yerinde bulunmadığı biliniyor. Biyosfer rezervinin sunduğu endemik zenginlikte, nerdeyse ilaç özelliği taşıyan bir bal üretiliyor. Ballar çevre koruma derneğinin gözetiminde el değmeden kavanozlara dolduruluyor ve arıcılığa fazlasıyla özen gösteriliyor. Arılar ağaçlara yerleştirilen kara kovanlarda çok yüksek kalitede bir bal üretiyor ve bu ballar sadece onu bilenlere gönderiliyor. Macahel balı, onu bilenler için yaşam iksiri ve bu zor koşullara dayanmanın sihirli reçetesi.
Burası doğada yaşayan hayvanlar açısından da zengin bir bölge, yavrularıyla birlikte ormanda yolunu şaşırmış bir ayı bu kez Borçka’dan Macahel’e inerken bizi de ürküttü. Yolun ortasında aracımızla karşılaşınca ayağa kalktı ve kollarını sallayarak bizi korkutmaya çalıştı. Çok şirindi ve araç içinde olmamıza karşın çok heyecanlandık.
Bazen geceleri uzaklardan çakal sesleri duyuyorum, bu biraz ürkütücü, ama güvenli bir yerde bu sesleri dinlemek, şehirdeki korna seslerinden çok farklı ve içinizi ürperten garip bir duygu. Geceleri araçsız yollarda yürümek, ansızın karşınıza çıkabilecek yaban domuzları nedeniyle oldukça serüvenli bir iş, en iyisi, doğal yaşamın gereği geceyi evlere çekilerek sabah güneşin doğmasını beklemek. Tüm bu ekosistem Karçal dağlarında yüzyıllardır gizli ve her şey tam bir denge içinde.
Bazı yaylalarda, örneğin Fındık ve Mereta yaylasında elektrik varken, Çikunet yaylasında elektrik yoktu. Üç yıldır bu yaylaya gitmek istiyordum, ama bir türlü en uygun zamanı bulamamıştım. Yaylalara sis ve yağmur varken çıkmak zahmetli ve zor olduğu için havayı kollamak, dönüşte mümkün olduğunca sise yakalanmayacak bir hava seçmek gerek. Ancak burada hava meteorolojiyi çoğu zaman yanıltıyor, birden değişebiliyor ve ansızın sisler arasında kalmak işten bile değil. Deneyimli rehberler sisin ne zaman basacağını ve nerenin en çok sis aldığını biliyor. Ve rehberler tabiî sadece Macahel halkından başkası değil.
Çikunet yaylası da geçen yıl gitmek için içimden sözleştiğim ve merak ettiğim, rehberimiz Sedat’ın aralıksız övdüğü bir yaylaydı. 11 Temmuz günü nihayet iki gündür açık ve berrak olan havaya, sabah da bizi parlak ışığıyla selamlayan güneşin sözüne güvenip yola çıktık. Bu parkurda yüksek çekerli bir araç gerek. Çünkü patika bir süre sonra taşlı ve kaya parçalarından oluşan sarp bir parkura dönüşüyor, rampalı virajlardan, uçurum kenarlarından manevra yapmak ustalık istiyor ve güçlü bir araç gerektiriyor. Keskin ve dik virajlarda beni şaşırtan, araçları kullanan usta şoförlerin manevra yaparak dönmek yerine yokuşları geri vitesle çıkmalarıydı ki bu çok tuhaf bir duygu veriyor; bu insanların çocuklukları bu uçurumların kenarlarında geçmiş olsa gerek. Diğer adı ‘Çılgın’ olan Sedat da buralarda gözü kapalı yol alabilecek bir üstat ve yörenin en genç elflerinden biri. Bölgenin ve doğanın ruhsal koruyucusu ve bizim de dostumuz. Macahel’de herkes onu tanıyor ve çok seviyor. Buranın insanları bence hepsi elf ve burayı koruyorlar, doğayı sevmeyen insanları hemen farkediyorlar. Doğayı seven ve kıymetini bilenleri de hemen anlayarak tüm kalplerini açıyorlar, o zaman burada doğasever bir turist yerine konuk oluveriyorsunuz. Hep şöyle tarif ediliyor: ‘Misafirlerimiz var’. Biz aslında buraya tatile ve keşfe gelmiş turistleriz. Ama onlar turizm konusunda henüz profesyonel değiller, daha çok dostluğa ve insanlığa değer veren saf varlıklar ve doğa gibi tertemiz kalabilmişler.
Macahel’e bu nedenle geliyoruz. Saf doğayı ve gizli güzellikleri ilk keşfedenlerden olabilmek ve bir bardak çayda sohbete davet edilip, yakınından geçtiğimiz her evden bir ikram alabilmek için. Çünkü biz konuğuz.
Çikunet yaylasına gitmek için önce Lodivake yaylasına (1800 metre), sonra da Fındık yaylasına, oradan İndatsvinda yaylasına çıkmak gerek. Fındık yaylasına çıktığınızda yükseklik 2000 metreyi buluyor ve buralara ulaşıncaya dek birkaç kez yüksekliğe alışmak için mola vermek gerek. 2700 metreye ulaştığımız İndatsvinda yaylasında kar vardı ve Temmuz ayında karlara ayak basmak, kar topu oynamak bizi ansızın neşelendirdi.
Fındık yaylasında etrafımızı birçok çocuk sardı. Nerdeyse hepsi rehberimizi tanıyor ya da zaten uzaktan akraba. Taşıtlar buralara her zaman çıkmadığından, rehberimiz hem bizi taşıyor hem de Macahel’den gönüllü aldığı kargoları yaşlı bir teyzenin ahşap yayla barınağına bırakıyor, bir diğerinin kargosu un çuvalı, kiminin de bir içinde ihtiyacı olan malzeme dolu olan kutuları, çocuklara çikolata da var, bu da yetmiyor, yeni kargolar alıyor. Bunlar da aşağıda kalmış diğer aile bireylerine gidecek şeyler. Bir arabadan yük alma ve tekrar yükleme faslı. Turist ya da konuk olmamız hiç fark etmiyor, bu doğa koşullarında her araç o yöne giden insanlar ve yük için ortak kullanılıyor. Ailelerin bir bölümü Macahel’in merkezinde kalırken, büyükanneler ve torunlar yaylada olabiliyor. Yayla en çok hayvanlar için önemli. Serin ve sinek, böcek olmadan yükseklerin bol vitamin ve mineral dolu otlarıyla besleniyorlar. Özgür ve mutlu danalar ve ineklerin sütlerinden daha sonra kaymak ve peynir yapılıyor. Dağların yükseklerinden kopup gelen dereler, bu o zirveden şu zirveye dans eden bulutlar, güneşte mevsim mevsim açan çiçekler, kelebekler, minik yoncamsı bitkilerden oluşmuş yemyeşil bitkisel halılar. Ama sonrasında hep sis. Bazı yerler ise hiç sissiz olmazmış.
Fındık yaylasından daha yükseklere, Nacadirev geçidine çıkıyoruz. Naçadirev, Karcallar’ın en bilinen geçidi ve burada 3000 metreye ulaşıyoruz, kulaklarımda biraz basınç var. Naçadirev geçidinde aynı adla bilinen Naçadirev krater gölü var, ancak buraya geçen yıl gelmiştik ve şimdi mola verip zaman kaybetmek istemiyoruz. Buralar aynı zamanda efsaneleriyle de biliniyor. Naçadirev gölü için anlatılan efsanelerden birine göre Huri ülkesi kraliçelerinden Tamara, yaşadığı dönemde bu gölde yıkanırmış ve ruhunun hala buralarda dolaştığına, göle yıkanmaya geldiğine inanılıyor. Bu kez gölde durmuyoruz ve yola devam ediyoruz. Fındık yaylasında boşaltılan kargonun yerine yüklenen doğal taşlar aracın arka tarafının zıplamasını engelleyerek denge sağlıyor. Ancak yine de arabanın içinde hoplamaktan tüm organlarımız adeta yer değiştiriyor. Bazen bir dereye yarıya kadar dalıyor, bazen bir kayanın üstünden yan zıplayıp gidiyoruz. İnsan ister istemez içinden lastikler için dua ediyor. “Naçadirev hep sislidir” diyor Sedat ve sis yolumuzu yavaşlatıyor. Üç metre ilerisini göremediğimiz bu yolculuğumuzda rehberimiz neşeli hikayelerini anlatırken, kedersiz kahkahaları zıplayan arabanın gürültüsüne karışıyor. Buralardan kaç kez ve neler yaşayarak geçtiğini anlatıyor. Çocukluğu bir yayladan diğerine, bu yollarda ve her türlü hava koşullarında geçmiş, anlattığı parkurları hesapladığımda, bu yöre insanlarının performansına da hayranlıkla karışık, şaşırmamak mümkün değil.
Geçen yıl bu bölgeye kadar gelip Naçadirev’den öteye gitmemiştim. Bu kez yola devam ediyoruz. Geniş bir virajdan sonra tüm güzelliklerini saklayan Karçal zirveleri, sislerin arkasından çıkıyor ve kısacık bir dönemecin ardından, sanki başka bir ülkenin sınırdan geçmişiz gibi güneşli, parlak, masmavi bir gökyüzüyle bizi selamlıyor.
Şimdi Çikunet yaylası için tekrar 2000 metreye ineceğiz. Virajlı iniş başlıyor ve hangi güzelliğin fotoğrafını çekeceğimizi şaşırıyoruz. Karçallar’dan aşağı coşkuyla ve pervasızca, kayalarda sekerek akan, sonra birkaç kola ayrılarak güneşin altında şıkır şıkır parlayan berrak, minik şelaleli derelerle, bulutların berrak masmavi gökyüzünde, bembeyaz kümelerle adeta bir şölen gibi oradan oraya hızla yer değiştirdiğini izlerken, zirvelerin keskin ve suskun bizi gözlediğini hissediyoruz. Her dakika “dur” diyerek, bizi şaşırtan bir güzellik yakalıyoruz. Bir şahin yükseklerden uçarak tam önümüzdeki virajda, kayanın üstüne gelip konuyor. Sanki bizi selamlar gibi. Aracımız yaklaşıyor ama o bir heykel gibi durmaya devam ediyor ve son dakika muhteşem kanat renklerini de göstererek birden boşluğa uçuveriyor. Ya da bir viraj sonrası yine beklenmedik konuk olan aracımızı görüp, öylece bakakalan güzel gözlü masum danacıklar. Son dakikaya dek bir anlam veremeden bakıyorlar, sonra korna sesiyle ürkek, şaşkın bizimle birlikte beceriksizce koşup duruyor, nereye kaçacaklarını bilemiyorlar. Dağ gülleri ve adını henüz bilemediğim bin bir çiçek bizi seyrediyor. Bu bölgede bin civarında bitki türü oluğunu öğreniyorum sonradan. Dağ gülleri,Haseki küpesi, nergis çiçekli dağ lalesi ve vadi çiğdemi bölgenin doğal süsleri.
Çikunet yaylasındaki evler fazla değil, belki 15 veya 20 ev. Sedat’ın yaşlı halası bizi konuk ediyor. Önce 3000 metre, sonra tekrar 2000 metre inmek beni yoruyor ve bu halanın yayla evinde biraz dinlenmek üzere tahta sedire uzanıyorum. Üstüme yün bir yorgan örtmek istiyor, “yok üşümüyorum, istemem,” diyorum, ancak beş dakika sonra ahşabın arasından üfleyen rüzgarın ne kadar sert olduğunu ve evin tahta aralıklarından içeri giren serin havayı hissediyorum. Yayla evciğinin ortasında bir saç soba ve sedirin altındada odunlar var. Elektrik yok ve gece gaz lambası yakıyorlar. Burada çok yaşlı insanlar ve çoğunlukta da kadınları görüyorum. “Hayvancılık yapıyoruz, biz böyle yaşıyoruz” diyor teyzecik. Evlerine gelmiş yeni insanlar olarak bizimle sohbet etmek, hakkımızda çok şey bilmek istiyor, burada başka bir uğraşı yok. Gerçek anlamda tanrı ve doğa ile baş başalar. Tanrıyı, kaderi ve teslimiyeti, burada herhangi bir seminere gitmeden yaşıyor ve biliyor insanlar. Doğa, kader ve Tanrı, burada en çok farkına vardığım bu.
Çikunet’e gelmek için sabah 10.00 da yola çıkmıştık ve varışımız 14.00 bulmuştu. Kısaca dört saattir yoldaydık, bazen mola vererek, bazen de virajlı sarp rampaları dolanarak. Ancak bir saatlik moladan sonra yine 3000 metreye çıkıp mola verdiğimiz her yaylada tekrar küçük molalar vererek inecektik ve bu yılki en zor parkurum olmuş, aslında hepimiz yorulmuştuk. Buna karşın, Karçal zirvelerinin hemen dibinde, nerdeyse onun gizli bağrında bir kayanın üstüne oturup, çılgın kalabalıktan uzak, bu gezegende ilahi olanın sesini dinleyebileceğim en kutsal anlardan birini yaşadım. Böyle yüksek ve sarp yerlere Avusturya Alp’lerinde de çıkıyorum ama Çikunet yaylası ve Karçal dağlarına yaptığım bu yolculuk çok farklıydı. Çünkü burada modern ve gelişmiş dünyanın bize gizlice sunduğu güvencemiz yoktu. Burası teslimiyetle, büyük bir tevekkülle, her anın keyfini çıkartan, coşkulu ve cesur insanların beldesiydi ve biz sadece Tanrının güvencesindeydik.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, gökten üç elma düşmüş. Su perileri ve şelale elflerinin masalsı ülkesinde kendinizi zaman ötesinde kaybedip; orman gülleri ve zümrüt ağaçların gölgesinde bulmak, gizli ve sihirli bir diyarda konuk olmak istiyorsanız, Macahel’i hatırlayın. Öyleki bir daha unutmanız zaten mümkün olamaz!