Yirmi iki yıl önce bir ateş yakıldı bu ülkede!
Hedef düşünceydi, düşünceleri yakmak, bitirmek, yok etmekti…
Yirmi iki yıl önce bir ateş yakıldı bu ülkede!
Hedef düşünceydi, düşünceleri yakmak, bitirmek, yok etmekti…
Öyle bir öfke, tahammülsüzlük vardı ki, “ateşten bu kadar korktukları halde, diri diri insan yakma” çelişkisine düştüler, böyle bir yaman çelişki açık açık gösterdi kendini; önemli miydi bu onlar için? Hayır, kesinlikle değildi; öfkeleri, tahammülsüzlükleri her şeyin üstündeydi o an, gözleri dönmüştü adeta!
Peki ne oldu, yakıp yok edebildiler mi düşünceleri?
Hayır!
Sadece insanlığı yaktılar! Oysa düşünceler olduğu gibi yerinde duruyordu; bugün de, yarın da daha güçleniyor, güçlenecek…
Şiirler yazılıyor, türküler susmuyor, bir tokat gibi çarpmaya devam ediyor…
Bugüne bakalım, yirmi iki yıl sonrasına… Aynı tahammülsüzlük var mı, yok mu? Olmaz mı, var tabi, fazlasıyla var hem de!.. Üstelik bu tahammülsüzlük sonucu çıkan olaylar, haklı sebepler sunularak aklanmaya, üstü kapatılmaya bile çalışılıyor, kapatılamayanlar ise çok enteresan, şaşılacak şekilde, açık açık savunulabiliyor artık, sen de öylece kalıyorsun. Bu anlamda oldukça seviye atlamış durumdayız anlayacağınız. Son derece tehlikeli, hareketli bir zemindeyiz de diyebiliriz aslında! Olaylar, sürekli birileri tarafından körüklenerek arttırılmaya, insanlar kutuplaştırılmaya çalışılıyor; siyasetçiler, para vampiri patronlar, din tüccarları baş rolde. Her an bir yerlerin yangın yeri olması o kadar olası, o kadar kolay ki…
Ateş yirmi iki yıl önce Sivas’ da, Madımak Otelinde yakılmış olsa da, hedef tüm ülkedeki farklı düşüncelerin tümüydü; dumanı tüm ülkeyi sardı ve hâlâ tütmeye, karartmaya devam ediyor… İnsanlar tereddüt etmeden, farklı fikirdeki bir başkasını öldürebilecek cesarette; tartıştığın birinin belinden silah, bıçak çıkarıp her an sana saldırabilme ihtimali var. Bulunduğun binanın, lokantanın, parkın, her an bombalanma, yakılma, yıkılma ihtimali var. Siyaset, partiler, siyasi liderler, siyasi kişilikler, futbol takımı gibi, futbol gibi savunulur oldu. Çaktırmadan, hafif hafif uyuşturucu veriliyor sanki vücutlara… Hal böyleyken de tahammül beklemek elbette hayal.
Ne olacak peki, hiç sönmeyecek mi bu ateş?
Neden olmasın?! Ne zaman insanların eşit olduğunu kabul edersek, o zaman bir şeyler değişmeye başlayacak. Hangi taraftan olursa olsun, sömürü sevdalılarına teslimiyetten vazgeçip, konuşma hakkımız olduğunu fark ettiğimizde, “insan olmamızın gereği, savaşarak değil, konuşarak çözüme ulaşabileceğimizi anladığımızda,” sadece kendi fikirlerimize değil, başka fikirlere de saygı duymamız gerektiği bilincine erdiğimizde, bir şeyler değişmeye başlayacak… İşte o zaman ne körük ne de rüzgarın ateşe faydası olacak.
Elbet gün gelecek, duman yavaş yavaş dağılacak. Pırıl pırıl bir sabaha, rengarenk bir güne, dünyaya merhaba diyeceğiz.