Doğu Türkistan bir ırk ve din değil bir insanlık ve vicdan muhakemesidir. Filistin, Suriye, Irak, Mısır, Afganistan, Yemen, Bosna ve tüm diğer coğrafyalarda olduğu gibi.
İnsanlar farklı yerlerde ve farklı zamanlarda farklı dinlere, dillere, ırklara, kültürlere, geleneklere bağlı olarak ya da bir şekilde muhattap olarak yaşantılarını sürdürürler. Biz bir çok farklı şeyi seçmeden geliriz dünyaya ve çoğu zaman; ‘ailemi, dilimi, ülkemi ben seçmedim’ gibi sözleri sık sık kullanırız haklı olarak. Fakat çoğu insan bunlar kendisine bahşedilmiş üstünlüklermiş gibi övünebiliyor. Diğer yandan çoğu insan da sahip olduklarını üstün kılmayı, ötekileri yermeyi kendine vazife edinmişçesine davranışlar sergileyebiliyor. Örneğin; Türk olmak bir Türk için övünç kaynağı olabilirken, bir Avrupalı’nın gözünde Türkler barbar olabiliyor. Aynı şekilde İsrailliler İsrailli olmaktan gurur duyarken bir Filistinli için İsrailliler lanetlenmiş bir ırktan öte gidemeyebiliyor. Hindu insanların kutsal bildikleri inançları diğerleri için alay konusu olabiliyor. Dahası bu kişisel özelliklerimizin çakışması insanları ırkçılığa, din savaşlarına, meshepçiliğe sürükleyebiliyor.
Burada kendimize birkaç soru sormamız gerekiyor. Öncelikle bu özelliklerimiz bize ilahi bir güç tarafından mı verilmiştir? Cevabımız ister evet ister hayır olsun şunu soralım; bu özellikler bizim için iyi mi yoksa kötü bir sonuç mu? Eğer cevabınız olumluysa dünyaya gelmeden önce ne yaptınız ki bu şekilde mükafatlandırıldınız? Hayır cevabınız olumsuz ise ne yapmış olabilirsiniz ki bu şekilde cezalandırıldınız? Eğer bu soruyu ilahi güçten mahrum bir şekilde yorumlarsak da şu soruları sormamız gerekiyor; doğuştan sahip olduklarımız bizim için bir şans eseri mi yoksa tesadüf mü? Aslında bu iki seçeneğin arasındaki farkın oldukça ince olduğuna inanıyorum. Çünkü eğer yolda yürürken bir miktar para bulursanız bu parayı tesadüfen karşınıza çıkmış gibi de yorumlayabilirsiniz şans eseri bulmuş gibi de. Ama o paraya ihtiyacınız varsa muhtemelen şanslı olduğunuzu düşüneceksiniz. Eğer sizin için pek bir şey ifade etmiyorsa sadece sıradan bir tesadüf olduğunu da düşünebilirsiniz. En nihayetinde bu sorulara ne cevap verirseniz verin, ister ilahi bir güç böyle öngördü deyin isterseniz bir şans veya tesadüf deyin; Hiçbir yorum cevabınıza rasyonel bir anlam kazandırmayacaktır. Çünkü siz dünyaya gelmeden önce yaptıklarınızın karşılığında size bu özelliklerin verilmesi olanaksız gözüküyor. Bunu şans veya tesadüf olarak değerlendirirseniz de sonuç göreceli ve değişken olduğundan bu sizin şahsi düşüncenizden ileri birşey olamaz ve sağlam bir temele oturtulamaz. Bu yüzden, hiçbir özellik size bir insan olmanız ve tek başınıza kendi fikirleri, düşünceleri olan bir birey olmanız kadar bağdaştırıcı bir nitelik kazandırmayacaktır. Mensubu olduğunuz ırk, dil, din, kültür… Ne geçmişte olanlardan ne de gelecekte olacaklardan sizi bir genellemeyle sorumlu tutamaz.
Gerek tarihe gerekse bugüne baktığımızda bu özelliklerimizi birbirimizden ayrışmak için kullandığımızı görüyoruz. Farklı mesheplere mensup oldukları için birbiriyle savaşanları, sırf Müslüman olduğundan dolayı terörist muamelesi görenleri, farklı bir dilde konuşuyor diye tedirgin ve kinci bakışlara maruz kalanları, bizden farklı düşünüyor, farklı görüşlere, inançlara sahip diye dışlananları. Memleketinden, yaşından, ten renginden, kıyafetinden, davranışından dolayı yadırgananları vesaire… Birçok örnek verebiliriz. Bugün bu örneklerden birine de Çinli olmak sanırım. Bir kısım insanlar diyor ki; Çinliler Uygur Türklerine işkence yapıyor, öldürüyor, ibadet yaptırmıyor… Diğer bir takım insanlar ise bunları reddediyor veya bunların kısmen doğru olduğunu ama abartıldığını söylüyor. Ama bu yazının problemin bu kısmıyla bir ilgisi yok. Burada problem, problemin çözümlemesinin ırk ve din üzerinden yapılması. Biliyoruz ki dünyanın pek çok yerinde bu türden baskılar var. Fakat Türkiye’de bu sorunun bazı kesimler tarafından önemsenmesinin tek nedeni Doğu Türkistanlıların bizim ırkdaşımız olması ve aynı dine inanıyor olmamız. Sırf bu yüzden hak savunuculuğu yapmamız ciddi anlamda insani bir problem. Dünya üzerinde insanlar bu şekilde düşünmeye devam ettikleri sürece azınlıkta kalan çoğu insanın dünyası değişmeyecek. Suriye’de iç savaştan kaçıp ülkene sığınan insanlara karşı bir merhamet besleyemezken, Ukrayna’da savaştan, Yunanistan’da ekonomik krizden kaçıp gelenleri gözümüz görmezken birileri mutlaka madur olacak. Siyahi insanları renginden dolayı dışlarken, çirkin ve pis görüp üniversite kampüslerinde iğrenerek bakıp, sahilde Rus turist avcılığı yaparken. İngilizce konuşan bir turiste hayranlıkla kulak kabartıp, kürtçe konuşan bir insana nefret dolu bakarken emin olun birileri madur olacak.
Geçenlerde Gülhan’ın galaksi rehberini izliyorum. Sanghay’da bir Uygur pazarını geziyor. Herkes Uygur Türkü, dillerimiz benziyor, anlaşabiliyoruz, benzer kültüre sahibiz, dostuz. İnsan bir yakınlık hissediyor hemen. Sonra, Gülhan pazarcı bi gençle konuşmaya başlıyor; ‘Genç Türkiye’ der demez ‘büyük Türkiye’ diyor, ikramda bulunuyor, ‘Uygur ve Türk kardeştir biz de Müslümanız’ diyor. Sonra Gülhan; ‘geleneklerinizi, kültürünüzü rahat yaşayabiliyor musunuz?’ diye soruyor ve ‘burada huzur yok!’ cevabını alıyor. Hemen ardından pazarda Uygur sofrasında toplanmış Çinliler gösteriliyor ve her Çinlinin bu baskıcı tutumla aynı anlayışta olduğunu düşünmeyin burada Uygurlarla dostluk kuran Çinliler de var deniliyor. Daha sonra alışverişe gelmiş bir Çinliyle konuşmaya başlıyor. Adam Uygurlu satıcı için ‘o benim arkadaşım’ diyor. Gülhan bir Çinli ve Uygur’un arkadaş olması biraz ilginç olmuş diyor. Adam biz çok iyi arkadaşız diyerek yineliyor. Buradan çıkarılabilecek kıssadan hisse şu; bir Çinli ve bir Uygur dost olabiliyor, birlikte yaşayabiliyor, arkadaş olabiliyor. Eğer insan zihninde sürekli sınırlar çiziyorsa orada huzursuzluktan başka ne olabilir ki? Irksal, dinsel, siyasal… Herşeye çekecek bir sınırınız varsa genişletebileceğiniz bir vizyonunuz, ufkunuz yok demektir. Bugün gidip Türklerin çalıştığı Çin lokantalarına saldırmak, sırf çekik gözlü olduğu için Çinli sanıp bir zamanlar savaşta yardımına koştuğunuz ve dost bildiğiniz Korelilere saldırmak. ” Bozkurt işareti ile Heavy Metal işareti birbirine çok benziyor. Küçük bir farklılık var arada… Koreli ile Çinliyi ayırt edecek özellik nedir? Çekik göz. Baktı ki ikisi de çekik göz. Fark eder mi efendim? ” diye demeç vermek de ne derece dar bir zihniyete sahip olunduğunu gösteriyor.
Bizim için kişisel ve doğuştan gelen özelliklerimizin bir ayrım, bir düşmanlık gerektirmediğinin bilincine varmak en doğrusu olacaktır. Her Yahudi Filistin’de olanları desteklemeyebilir, her Yunan, Kürt, Ermeni, Türk, Alevi veya Sünni birbirine düşman değildir. Her Çinli de Uygur düşmanı değildir muhakkak. Bir de şöyle düşünün; Amerika’da siyahileri kölelikten kurtaran Abraham Lincoln sırf beyaz olduğu için henüz genç yaşta bir siyahinin ırkçı saldırısına maruz kalabilirdi. Böyle bir durumda siyahilerin özgürlüğü bir siyahi tarafından uzun yıllar daha ertelenmiş belki de yok edilmiş olabilirdi. Yani insanları sırf ellerinde olmayan sebepler yüzünden düşman olarak görmek bize hiçbir fayda getirmez. Irk, dil, din, renk düşmanlığı yapmak ahmaklıktan öte birşey değil. Her insan öncelikle bir birey olarak düşünceleriyle, yaşamıyla yargılanmalıdır. Doğu Türkistan bir ırk ve din değil bir insanlık ve vicdan muhakemesidir. Tüm diğer coğrafyalarda olduğu gibi.