Bu ülke, yani Türkiye; sanatı, tarihi, kültürü, ekonomisi, siyaseti açısından ilerler mi ya da ilerleyebilir mi? Gelin isterseniz bunlar üzerinden bir tartışma açalım Türkiye’nin bu konuları üzerinden bir “Türkiye çorbası” yapalım…
Bu ülke sittin sene ilerlemez! Neden mi?
Bu ülke çok ilginç bir ülke hakikaten… Bazen duyarsınız kahvehanelerde, dost sohbetlerinde, karşılıklı içilen çay sohbetlerinde: “Bu ülke, bunca yolsuzluğa, üç kağıtçılığa rağmen nasıl batmaz be kardeşim!..
Düşünsenize adamın biri ülkesinden çıkıp geliyor, sizin siyasetçilerinizi ipe dizer gibi diziyor. Ekonomik, siyasi, sosyal olarak nüfuzunu kullanarak her türlü işini yaptırıyor. Hatta Çin’de iş yaptırmak için siyasetçinin bir mektup yazmasıyla işini çözüyor. Adam vergi sıralamasına girmez ama iş adamı kimliği ile “Ben bu ülkenin % 15’lik cari açığını kapattım!” der. Ve siyasetçiler bu adamın karşısında ‘hazır ol’a geçer. Para tatlı gelmiş olacak ki Türkiye tarihinde bunu da görmüş olduk!..
Karadenizli bir iş adamı çıkıyor yine bir “beyefendi”den aldığı izinle bir proje gerçekleştiriyor. Adını da İstanbul Fethi’nden alan bir projeyi istediği gibi dikiyor. Burası sanki daha önce bilinmiyormuş gibi orman arazisi çıkıyor, adam istediği gibi yükseltiyor binalarını, at koşturuyor reklamlarında bu ormanlarda… Önemli mi ki bu!.. İzin aldığı “beyefendi” koskoca orman arazisine mahkeme kararını da hiçe sayarak kendisi dikmiş bir kere sarayını, köşkünü…
Adamın biri çıkar ülkede aslan kesilir, büyür, sonra okyanus ötesinden bir “beyzbol sopası”na saygı duruşuna geçer! Sonra bu zad ülkeyi kendisinin yönettiğini zanneder yine okyanus ötesinden gelen bir darbe sonucu “aldatılmışız!” der ve bir “takke”ye yenildik der! Biz de zannederiz ki ülkeyi bu zat-ı muhterem yönetmiş!..
Başka bir “vatandaş” çıkar, vakti saatinde koalisyondayken bir terörist liderini asamaz; sonra “Ben tek başına değildim ki” der, o gün istifayı düşünmez, yıllar sonra eline alır bir ip “Al da sen as!” der… Meydanlara çıkar, matematiksel hesaplar yapar. 2 ile 9’u toplar, “11 eder” der. 2009’daki ortadaki iki ‘sıfır’ı siler “40 yapar” der. Sonra buradan kendisini iktidara getirir. Tabi iktidara gelemez!.. Yıllar sonra eline fırsat geçer, mecliste kendisi kadar sandalye sayısına sahip partiyi hiçe sayar. Yıllarca rüyasında bile göremeyeceği “koltuk” ikram edilir. Bunu elinin tersi ile iter. O da yetmez, sonra başka bir koltuğu, yıllarca sert bir dille eleştirdiği partiye ikram eder… Bunları yaparken meydanlarda iktidar olursam, “Böyle olacak, şöyle olacak…” der. Bu gidişle birileri için külkedisi misali birkaç saatlik eğlence sonrasında saat gece 12 olur, herkes rüyasından uyanır ve bir bakmışsınız herşey eski haline geri dönmüş, tahtan yapılmış arabanın bir kuşa dönüşüp uçtuğunu görürsünüz!..
Bu olanlar siyasetteki olaylar, bundan sonrakiler de yaşamdakiler…
Çok değil daha birkaç gün önce Doğu Türkistan’daki Uygur Türkler’ine destek amaçlı Çin’i protesto etmek için bir araya gelen grup İstanbul Tophane’deki bir yemek dükkanına saldırıda bulundu. İşin
garip tarafı da işletmenin sahibi bir Türk ve işletmede dövdükleri aşçı da bir Uygur Türk’ü…
Başka bir Türkiye olayı bu kez İstanbul’daki Eyüp Devlet Hastanesinde yaşanıyor. Zübeyde Balcı adlı kadın hastaneye boynundaki ağrılar için gidiyor. Balcı’nın karşısına çıkan kadın doktor N.N.K. kendisine şunları söylüyor:
“Bakın, Allah’ın bize sunmuş olduğu bazı şeyler vardır. Siz bunları yerine getirmiyorsunuz. Sizin içinize vesvese kaçmış. “Hanımefendi bir vaziyetinize bakın. Siz kolu bacağı açık gezdiğiniz için, cilalı boyalı. O yüzden böyle ağrılarınız var. Siz hasta falan değilsiniz”. (1)
Zübeyde Balcı, kadın doktorun yine 15 yaşındaki başka hastaya da “Orucun bozulur” diye bakmadığını iddia ettiği ortaya çıktı. Bu olay akla “Bu ülke de mi bilim?..” sorusunu akla getirmiyor değil!..
Hatırlarsınız benim yazılarımdan; daha önce siyasetçi, imam olup camide vaaz vermiş, cezaevi yetkilisi de Diyanet görevlisi olmuş cem evinin ibadet yeri olup olmadığına kanaat getirmişti. En son nokta da, işte bir doktorun Diyanet görevlisi olması…
Değerli okurlar siz de çok iyi biliyorsunuz ki bir ülkenin gelişmişliği, medeniyeti; sanata, sanatçıya verdiği değerle ölçülür. Tabi tek kriter bu değildir ama başta gelenlerden biridir. Bunun için ne yapılır. Sanatçının düşünceleri, eleştirel bakış açısı dikkate alınarak belli uygulamalar içerisine girilir. Kültürün gelişimi için de sanata yönelik binalar dikilir, insanlar bu noktaya çekilir. Biz ne yapıyoruz. Bina yıkıyoruz… Hatırlanacağı üzere 2009 yılında Emek Sineması restorasyon için kapatılmış daha sonra 2013 yılında bir AVM uğruna yıkılıp gitmişti. 2014 yılında ise Yeşilçam ile özdeşleşmiş İnci Sineması’na “duygusal” yaklaşılmış ve bir otel için yıkılmıştı.
Bu konuda da sanata nasıl bakıldığını gösterilmiştir.
Örnekler bitmez ama benim son örneğim olsun… Bu örneğim de adaletten… Belirli bir yaşın üzerinde olanlar hatırlayacaktır. Bu ülkede bir Metin Göktepe vardı. Kendisi genç bir gazeteciydi. 1996 yılında bir olayı takip ederken bin kişi ile birlikte göz altına alınmıştı. Gözaltında polislerce dövülüp öldürülmüştü. Yıl o zaman 1996…
Bu kez yer, İstanbul Maltepe Cezaevi; tarih, 20 Mayıs 2014; acının adı bu kez Onur Önal. Onur’un yaşı o tarihte 15… 30 Temmuz’da simit oyunu bahanesi ile Onur, ciddi bir şekilde cezaevinde arkadaşları tarafından dövülüyor. 31 Temmuz’da yine mescitte kuytu bir noktada dövülüyor. Cezaevi yetkililerini sorabilirsiniz değerli okurlar; hiç, sadece seyrediyorlar!.. 1 Eylül’de komaya giren Onur hastaneye kaldırılıyor, sonra 27 Eylül’de o genç çocuk hayata gözlerini yumuyor!..
1996 yılında cezaevinde yaşanılan bir gazetecinin ölümünden 18 yıl sonra bu kez 15 yaşındaki Onur Önal, yani Metin Göktepe’nin ölümü sırasında daha dünyaya gelmemiş olan o küçük çocuk bu kez cezaevi kurbanı oluyor. İşte adalet, işte Türkiye!..
Bu olayları alt alta sıraladığınızda bu ülke için çok şey söylenebilir ama benim aklıma ilk gelen şu oldu: “Bu ülke sittin sene ilerlemez!”
[divider]
Kaynak: http://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/tedavi-olmaya-gitti-din-dersi-aldi-874234