Bize bir çikolata markasının reklamında, “sağdaki mi soldaki mi, ye; tarafını seç!” diyen serbest pazar membası televizyon, o çikolata paketini nereden tuttuğumuzu umursamaz. Pazarlama yapılmış, vaktimiz çalınmıştır; oltaya gelmemiz ve kâr oranları önemlidir sadece. Ne sağ, ne sol!
Al abi bi viral ye
Ramazan ayı gelince dindar oluveren, “sakız çiğnemek orucu bozar mı hocam?” programlarıyla bizleri aydınlatan, yeri gelince ağlatan ‘beyaz cam’, bayramını şeker tadında yaptıktan sonra baldır-bacak ritimlerle bizi dansa kaldırmadı mı? Müziğimiz, Onno Tunç’a çoktan el sallamışken bizde ‘alt dudak’ın hatrı kalmadı mı? İster hızlı teknolojik gelişmelere bağlansın, ister kapitalist sistemin ta kendisine; bizler popüler kültürün mecnunlarıyız. Ne konursa önümüze, bitirip unutmaya aşığız. Bu divanelik fena bir şey mi, tartışılır; bu yolun zevkli olduğunu savunanlar çıkacaktır. Sonuçta hedonizme ve buna özgürlükler çerçevesinde koşan herkese saygımız sonsuz fakat; bilimin, sanatın, düşünce ve eserlerin önemine inandığımızı varsayarsak, durum vahim.
Dünyamıza kıyasla distopya saydığımız Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sı bize o kadar da uzak gelmemekte artık. Ne yiyeceği, ne giyeceği, ne düşünüp ne söyleyeceği ve hatta demokratik seçimlerde siyasal iradesini ne yönde kullanacağı bile medya tarafından yönlendirilen bizler; algı yönetiminin, psikolojik manipülasyonların kuklasıyız. Hayatı yaşamaya, oluşturmaya değil; izlemeye alıştırılan, sağlıklı iletişim kuramayan, sosyalitesini sanal dünyada yaşayan, AVM’lerin kalabalığında yalnızlaşan, yeni jenerasyonunun idolü “Turabi” olan bir toplum mevcut. Bu toplum için akşam eve gittiğinde ona ‘yetenek sensin!’ denmesi, gurur okşayıcı ve gayet eğlenceli olmalı ki bir bitki yetiştirmenin huzuruna, bir dostu sevindirmenin mutluluğuna, kitap okumanın hoşluğuna tercih edilmekte her gece.
Küçük bir çocukken oyun sahasından uzaklaştırılan, onu bekleyen yarışlar için kalem eskiten çocuklar veya geçim derdindeki küçük dostlarımız eğlenmeyi, yaşamayı öğrenemiyor zamanında. İstediği mesleği seçmek, zevk aldığı alanda kendini geliştirme şansı, “üst tabaka”da doğmayan hangi küçüğe sunuluyor? Atılımda bulunmak için korkak, iyi yaşamak için cesaretsiz; sistemin o veya bu şekilde dayattığı yaşam tarzında boğulan ve hak ettiğini alamayan toplum; insanlık için çalışmanın boş olduğunu, popüler kültürde rağbet gören şeyin emek, fikir ve düşünce değil; ilgi çekmek olduğunu bir şekilde anlıyor.
Çeşitli değersiz hissetme sebepleri sonucunda büyüyen isyan duygusu; boş vermiş, umursamaz, tembel ve arabesk bir yaşam kültürü edinmiş mağdurları sisteme kazandırıyor. Ve bu mağdurlar, sonradan etrafına ışık saçmak için muhteşem bir enerjiye gereksinim duyuyor. Gençler bu kültüre özendirilirken sesini çıkarmayan toplum, hangi yüzle sentetik uyuşturucu maddeler hakkında diz dövme edebiyatı yapabilir? 7’den 70’e TV’ye kitlenip; o çok beğendiğimiz reyting dizilerinde işlenen pisliklere, entrikalara bu derece aç ve bağımlıyken, sokağa çıktığında ‘en ahlaklı benimcilik’ oynamayı nasıl becerebilir?
El ele dolaşmayı, kavgadan ve kadına şiddetten daha fena sayan bir toplum ne ara olduk, bilmiyorum. Sevdiğine sarılmaktan utanan fakat onu dövmekten, toplum içinde küçük düşürmekten utanmayan yaratıklar ne ara olduk? Bu da mı televizyon ve popüler kültüre bağlanmalı, emin değilim; fakat etkisi olduğu açık.
Doğanın, doğallığın ve insanlığın kaybolduğu dünyaya her gün bir yeni adım daha atmamak elimizde. Ancak okumadıkça, sevmedikçe, dinlemedikçe, gezmedikçe, keşfetmedikçe bir adım daha!
İyi kitaplar, güzel aşk ve sonsuz mavilikler mi, beyaz camın yalanları ve sahtelikler mi? Seçim bizim.