Birincisi, maddelerin yaratılıştan veya oluş halinden gelen bir titreşimi vardır. Canlı dediğimiz varlıklarınsa hem böyle bir titreşimleri ve hem de kayıtları vardır. Bu kayıtlar, duygu ve düşüncelerden ibarettir.
Bilim adamları merak etmişler, “Gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz alan içindeki maddenin boşluğa oranı ne kadardır?” diye ve incelemişler. Buldukları yaklaşık sonuç, madde; %3,5 ile %5 aralığında çıkmış, geri kalanı ise tamamen boşluk.
İkincil olarak, %3,5/%5 lik madde diye gördükleri şeylerin de içinde boşluklar olduğunu ve bunun da araştırmaya değer olduğunu düşünmüşler. Sonuç yine yaklaşık olarak aynı çıkıyormuş.
Bir insan hücresi, bir atom derken, atomun iç yapısında da aslında görünen yüzeyin altında, daima çok büyük boşluklar olduğunu ve yeniden iç yapıda madde olarak görülen kısmın da, büyük boşluklardan oluştuğunu fark etmişler. En nihayetinde atom altı parçacıkların içine baktıklarında ise NNN şeklinde titreşen bir titreşim dışında hiçbir şey bulamamışlar. Kısacası; bizim madde diye gördüğümüz her şeyin, matruşkalar gibi boşluk içinde, boşluk içinde, boşluk içinde basit bir titreşim, neredeyse bir hiçlik hali olduğunu tespit etmişler.
Bu durumda insanın aklına şu soru geliyor: “Tüm madde, sadece bir titreşimse, o halde biz maddeleri neden farklı algılıyoruz?” En azından yedi milyar küsur farklı yapıda insan var, diye bile düşününce soru çok mantıklı hal alıyor…
Birincisi, maddelerin yaratılıştan veya oluş halinden gelen bir titreşimi vardır. Canlı dediğimiz varlıklarınsa hem böyle bir titreşimleri ve hem de kayıtları vardır. Bu kayıtlar, duygu ve düşüncelerden ibarettir.
Aslında insanda hiçbir duygu kendi başına oluşmaz.
Her duyguyu oluşturan, daha öncesinde oluşmuş bir düşünce vardır. Önce bir şeyi düşünürüz ve ardından da ona bir duygu ekleyip, öylece bilinçaltı arşivimize kaldırırız. Örneğin; siz elmayı çok seviyorsanız, bu sevgiyi hatırlayabilmek için önce elmayı düşünmeniz gerekir. Düşündüğümüz ister bir eşya olsun ister bir kişi, onu her gördüğümüzde aynı kayıt bizi uyarır. Çoğu zaman bu duyguyu neden hissettiğimizi bile hatırlamayız. Sadece arşivden kaydımız çıkar.
İkincisi ise; bizi birbirimizden ayıran şey, iç içe geçmiş boşluklarımızın duvarlarına çarpan titreşimlerden başka bir şey değildir. Bu titreşimleri etkileyen en önemli unsur ise duygu ve düşüncelerdir. Her birimiz, tecrübe dediğimiz yaşanmışlıklarımızla farklı şekillerde titreşiriz. Aramızdaki farkı oluşturan, işte bu titreşimlerdir.
Bir söz vardır bilmem hiç duydunuz mu? “Sen çekilirsen aradan, tecelli eder Yaradan”. Senden bakan, gören, işiten, konuşan “O” olur anlamında bir sözcüktür (ki, bu da teslimiyettir). Eğer biz sadece bir titreşimden ibaretsek, demek ki, yaradılıştan gelen halimize dönebilmemiz için gerekli olan şey, duygu ve düşüncelerden arınmaktan geçer.
Saf, yeni doğmuş bir bebeğin hali gibi. Bilirsiniz, ne kadar da masumdurlar…
Bizi biz yapan, ötekilerinden ayrı olduğumuzu düşündüren, bencilleştiren, acımasızlaştıran ve Sevgiden uzaklaşmamızı sağlayan şey budur; duygu ve düşüncelerimiz…
Bunları bırakmayı başarabildiğimiz anda, tüm varlığın birliğini algılama ve hissetme haline geçeriz. Bu, yaratımın mükemmelliği içinde olmaktan müthiş bir haz alma hali gibidir. Oradan dilediğiniz her türlü bilgi size akmaya hazırdır ama buna hiç ihtiyacınız olmaz. Sadece anın tadını çıkarmayı öğrenirsiniz, aslında hatırlarsınız demek lazım zira zaten her şeyi bilmektesiniz.