12 yaşında bir cesaret anında yetimhaneden kaçan Karl, Türkiye için sanat ve edebiyat tarihini yüzyıllar öncesinden etkilemiş ve o gece kaçarken herkesin hayatını birbirine düğümlemiştir. Karl, Mehmet Ali olduğu gün bu ülkeye kendi soyundan gelen bir sürü Şair armağan etmiştir aslında. O gemiden kurtarılan çocuk bize Nazım Hikmet’i, Sabahattin Ali’yi, Oktay Rifat’ı, Ali Fuat Cebesoy’u okuma fırsatı vermiştir.
1827 yılında Almanya’nın Magdeburg şehrinde; Karl Detroit adında bir çocuk doğdu. Babası müzisyen, annesinin yaptığı iş ise bilgiler dahilinde değil. Karl doğuyor, ancak evde sürekli kavga var. Bu durum giderek içinden çıkılmaz bir hal alınca Karl bir Fransız yetimhanesine veriliyor. Evdeki kavgadan etkilenmesini istemedikleri için Karl bir yetimhanede sıkışıp kalıyor ancak Karl burada çok mutsuz oluyor.
Karl 12 yaşına geldiğinde, bir gece yarısı yetimhaneden kaçmaya karar verir. Yetimhanenin 1. katında kalan Karl; pencerenin birinden, birbirine düğümlediği çarşafları sarkıtır ve kaçış planı başarılı olur. Hamburg’a kaçar. Ardından bir gemide Miço olarak iş bulur ve Almanya’yı terk eder. Kaçtığı gemi o dönem Akdeniz’e gelir ve buradaki limanlarda 3 ay kadar vakit geçirir. 3 ay sonunda gemisi bir ilk bahar sabahı Marmara’ya giriş yapacaktır. Boğazı geçtikten sonra Karl kendini denize atar ve Kız Kulesine kadar yüzer. O dönem Kız Kulesi Cüzzamhane olarak kullanılmaktadır. 12 yaşındaki bir çocuğun yüzebileceği kadar hızlı yüzer Karl.
Çocuğun kaybolduğunu fark eden Almanlar Karl’ı geri isterler. Durum dönemin Sadrazamı olan Ali Paşa’ya gider. Ali Paşa oldukça entelektüel, kendini geliştirmiş bir Osmanlı Sadrazamıdır. 6 dil bilmektedir ve bir şairdir.
Âli paşa; Karl’ı huzuruna çağırır. Ona bazı sorular yöneltir. Ancak en önemli sorusu; atlamak için neden İstanbul’u seçtin, sorusudur. Karl kendini denize bıraktığı gün suyun içinde gördüğü yapıyı çok sevmiştir. Bu yüzden düşünmeden gemiden atlar ve Ali paşaya o muhteşem cevabı verir; suyun içindeki beyaz kuleyi çok sevdim,bu yüzden İstanbul der.
Sadrazam Ali Paşa Karl’ı evlat edinir.
Almanlar ise Karl’ı ; ‘o bir Alman vatandaşı onu bize vermek zorundasınız’ diyerek geri ister. Ali paşa ise; artık değil, o benim oğlum isteyen gelir ve onu alır, der. Ufak bir diplomatik kriz yaratan bu küçük çocuk nihayetinde artık Ali Paşa’nın oğludur.
Ali paşa Karl’ın bizden biri olmak istediğini fark eder ve onu bize kazandıracak o iki güzel ismi Karl’a verir. Mehmet Ali! Mehmet Ali, iyi bir askeri eğitim alır. Ardından Kırım harbine katılır. Bu savaş sonrasında; Mehmet Ali, Paşa olacaktır. Kız Kulesi‘ne yüzen küçük çocuk, kuleye aşık olan o çocuk şimdi devletine 4 elle bağlıdır. Artık bu toprakların insanıdır.
1878 yılında Berlin ile anlaşma yapması için bir heyet gönderilir. Heyet 3 önemli devlet adamından oluşmaktadır. Bu heyet içinde Mehmet Ali Paşa da yerini alır. Almanya’ya gittiğinde bir gece koşar adım uzaklaştığı yetimhanesini ziyaret etmeyi de unutmaz. Yetimhaneye bir Osmanlı Paşa’sının geleceği duyulduğunda büyük bir temizlik harekatı başlar. Herkesin eli ayağı birbirine karışır; bir Osmanlı Paşası geliyor, kolay değil.
Yetimhanenin kapısı önünde bir araba belirir.
Sarı sırmaları ve apoletleri ile beraber bir Osmanlı Paşası arabadan iner. 12 yaşında kaçtığı bu yetimhaneye koca bir imparatorluğun Paşası olarak döner Mehmet Ali ama kapıdan girdiğinde, o yeniden küçük bir çocuktur. O günleri anımsar, geçirdiği her anı yeniden yaşar. Gider ve kaçtığı pencerenin önüne dikilir, uzun uzun etrafa bakar, yüzünde bir gülümseme…
Berlinden dönerken Mehmet Ali Paşa’ya hain bir saldırı düzenlenir.
Arnavutluk yakınında eşkiyalar tarafından önleri kesilir ve öldürülür. Mehmet Ali Paşa, İstanbul’dan son kez ayrılmış ve bir daha Kız Kulesi’ni hiç görememiştir ancak İstanbul’da karısını ve 4 güzel kızını bırakmıştır.
Mehmet Ali Paşa’nın kızlarından biri Leyla’dır. Leyla evlenir ve bir kızı olur. Mehmet Ali Paşa torununu asla göremeyecektir. Leyla hanım kızının adını Cemile koyar. Leyla hanımın kızı Celile; dedesiz büyüyecek ancak nur topu gibi bir oğlan çocuğu dünyaya getirecektir.
Ve o çocuk bir gün büyüyecektir.
Büyüyecek, sevecek, dünyaya bambaşka bakacak ve vatanı için yanıp tutuşacak… Ancak sevdasından, vatanından, davasından uzakta; vatan haini ilan edilerek sürgünde ölecektir. O çocuk Nazım Hikmet‘tir. Haziranda öleceğini bilir gibi “Haziranda ölmek zor…” dizelerini yazan ve Türkçe’ye en önemli eserleri veren Nazım Hikmet Ran!
Nazım Hikmet 1938 yılında tutuklanır. Vatan hainliği, askeri isyana teşvik etmek gibi bir takım suçlamalar yapılacaktır. Nazım Hikmet, Atatürk’ün yaşadığı dönemde, şiirleri ders kitaplarında okutulan adam… Vatan haini! Tutuklanmasının nedeni; Ömer Deniz adında bir askeri öğrenci olan hayranının Beyoğlu’nda bir sinema çıkışı şiirlerini okumasını isteyerek; Nazım Hikmet’e şiirlerini uzatmasıdır. Ömer Deniz, Nazım Hikmet’in hayranıdır. Nazım Hikmet ve Ömer Deniz birlikte yargılanır.
Nazım Hikmet mahkemede savunmasını şu şekilde yapar:
“Benim de bir neferi olmaktan onur duyduğum ve Emperyalizmi dize getiren ordumuz eğer kendisini bu çocukla isyana teşvik ettireceğime inanıyorsa buna gerçekten inanıyorsa bu doğrudur.”
Nazım hikmeti 5 hakim tarafından yargılar. Nasıl bir adalet anlayışı ise; 5 hakimden 4’ü hukuk okumamıştır. Nazım Hikmet 12 yıl sürecek bir hapis hayatına işte böyle başlar. Asla davasından vazgeçmez. Doğru olduğuna inandığı her şey için ölümü göze alır.
Vatanını sevmekten bir an olsun bıkmaz, usanmaz. En çok istediği şey bağımsız bir Türkiye ve özgür bir halktır. Vatanını sevmek üzerine en çok şiir yazan şairlerden biridir. Bütün bu süreç sonunda Nazım Hikmet; vatan haini ilan edilir ve sürgüne gönderilir. Moskova’da güneşli bir 3 Haziran günü ölür. Ne acıdır ki Nazım Hikmet’in yazdığı Vasiyet, bir şiir olarak edebiyatımızda yerini almasına rağmen asla yerine getirilmemiştir. Vatan haini ilan edilen Nazım Hikmet; Anadolu’da sadece bir çınarın gölgesinde taşsız bir mezarı dileyecek kadar çok sevmiştir ülkesini.
Peki, tarih kitapları bunları yazarken neden Ömer’i yazmaz?
Sadece Nazım değildir ki haksızlığa uğrayan. Bu yüzden Ömer’i de anlatmak gerekir…
Ömer Deniz; tam 7 yıl 6 ay yer bu mahkeme sonunda. İçeriden çıktığında askeriyeye başvurur ancak yasalar nedeniyle asker olamaz. Ömer, adaletteki eksikliği gördüğü için Avukat olmaya karar verir ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydolur.
Ancak fakirdir Ömer; hem çalışıp hem okuması gerekir. Fatih’te; Hırka-i Şerif Caddesi üzerinde bir oyuncak dükkanı kurar. Arkada küçük bir atölyede tahta oyuncaklar yapar, bir yandan okur bir yandan çalışır. Bir gün ufak bir çocuk dükkanın kapısında belirir. İş ister.
Çocuk öğrencidir Ömer ona da iş verir. Çocuk okuldan sonraki zamanlarda oyuncak boyar. Bir gün Ömer çocuğun hiç oyuncağı olmadığını duyar ve ona ufak kuklalar yapar. Sabah okula gitmeden dükkana uğrayan çocuk heyecanla kuklalarını alır ve o gün sevdiği arkadaşları ile beraber okuldan kaçar. İşte bu çocuk Müjdat Gezen’dir.
Müjdat gezen ilk gösterisini Ömer’in kuklalarıyla yapmıştır.
12 yaşında bir cesaret anında kaçan Karl Türkiye için sanat ve edebiyat tarihini yüzyıllar öncesinden etkilemiş ve o gece kaçarken herkesin hayatını birbirine düğümlemiştir. Karl, Mehmet Ali olduğu gün bu ülkeye kendi soyundan gelen bir sürü Şair armağan etmiştir aslında. O gemiden kurtarılan çocuk bize Nazım Hikmet’i, Sabahattin Ali’yi, Oktay Rifat’ı, Ali Fuat Cebesoy’u okuma fırsatı vermiştir.
İşte tarih budur… Tarih; rakamlar ve savaşlar değil, tam tersine bir sebep sonuç ilişkisidir. Bazen 12 yaşındaki bir çocuk dünyayı değiştirir…