Metin Hara: Korku yıkıcıdır, sevgi ise yaratıcı!

“Sevgi unutulabilir bir şey, bizler sevginin içinden doğduk, içine doğduğumuz okyanusu unuttuk. Sevgi hatırlanabilir bir şey, öğrenmek bilmediğin bir şeyle olur. Bizler önce sevgiyi unuttuk, benim yaptığım şey ancak ve ancak onu hatırlamak.” ∼ Metin Hara

metin hara röportaj aşkın istilası yol
Röportaj | Metin Hara

“Aşkın İstilası-Yol” kitabı çıkar çıkmaz ben de merakla alıp iştahla okuyanlardanım. Aman bitmesin daha varmış diyerek okuduğum nadir kitaplardan. Kitabın içinde okuyucuyla paylaşılan gerek ruhsal, gerekse bedensel bilgiler, yaşamın içinde okuyucuya altın anahtarı olabilecek bir yol haritası gibi… Metin Hara’ya soracak o kadar çok sorum vardı ki heyecanla hepsini sordum sizin için. Şimdi sizi, değerli fizyoterapist, yazar ve konuşmacı Metin Hara ve sorularımla baş başa bırakıyorum. Keyifli okumalar dilerim…

Röportaj | Metin Hara

Metin Hara kimdir, kendini kendi gözüyle nasıl tanımlar?


Metin Hara: Bu belki de cevaplaması en zor soru, kim olduğumu bir yandan anlamaya, bir yandan da şekillendirmeye çalışan bir yolcu diyebiliriz. Ustalık yolunda olmaya çalışan, mütevazi adımlar atan bir çırak diyebiliriz. Bir şekilde sıfatlarından sıyrılmaya çalışan, bir yandan da kalbinde kendi dağarcığında olan iyiliği dünyaya aktarmaya çalışan bir insan, ruh diyebiliriz. İnsanlar genelde hani yazar, fizyoterapist, işte konuşmacı gibi farklı sıfatlarla tanımlamaya çalışsa da hepsinin kısır kaldığını veya hepsinin tam anlamıyla ne olduğumu anlatmaya, veçhelerimi tam anlamıyla kapsamaya yetmediğini söyleyebilirim.

Etrafımda kitabınızı okuyan birçok insan kitabınızı çok beğendiğini söylüyor. Her gün kişisel gelişimle ilgili bir yenisi çıkarken sizin kitabınızı diğerlerinden ayıran nedir?

Metin Hara: Kişisel gelişimde şöyle bir sıkıntı oldu; batı dünyası ruhsal yolculuğunu kişisel gelişim adı altında bir sistemde yapmaya çalıştı. Sıkıntı şu ki doğu dünyası deneyime ve içselliğe değer verirken, batı dünyası dışsallığa ve bilgiye değer verdi. O nedenle çok zalim profesörler yetiştirebildik. Bilgisel olarak en üst düzeyde ama insani değerler olarak en alt düzeyde olan insanlar yetişmeye başladı. Kitaptan, batı dünyasının tipik kişisel gelişim sistemlerinden çok farklı bir üslup, çok daha büyük bir samimiyet ve çok büyük bir emek olduğunu düşünüyorum. Hani çok az da olsa bir kitle benim sadece kitapla bir anda çıktığımı düşünür gibi oldu. Tabi ki çok uzun süredir bir şekilde insanların kulağına gelmişti ama bazı üstünkörü yorumlarda bunu yaşıyoruz.

Aslında bu kitap on beş senelik bir profesyonel hayatın yaklaşık yirmi seneye yakın bir içsel yolculuğun derlemesi. İnsanların bu samimiyete güvenmesi, bu deneyimsel yolculukta yaklaşık yirmi seneye yakın bir içsel yolculuğun derlemesi. İnsanların bu samimiyete güvenmesi, bu deneyimsel yolculukta üzerlerine düşeni yapması ve kitaba sahip çıkması benim adıma duygusal olarak çok önemli bir şey.

“Korku yıkıcıdır, sevgi ise yaratıcı”

Kitabınızda geçen; istediğimiz şeyi zihnimizde canlandırarak olması için gönderdiğimiz yeşil toplar farkında olmadan düşünce gücümüzü kullanmaya yönlendiriyor. Bir nevi zihin jimnastiği gibi… Sizce beyin dediğimiz vücudumuzdaki derin devletin işleyişi bir tek inançla mı değişiyor?

Metin Hara Aşkın istilası yol kitap

Metin Hara: Aslında bir tek inançla değil, sadece ‘ki topunu’ attık ve bir şeyler değişti değil, çünkü bugüne kadar bunu söyleyen ben değilim, bunu birçok yayın söyledi. Sadece kaçırdıkları bir şey vardı; insan doğasını ve bilimi çok geride bıraktılar, iyi düşünmüyorsun dediler. İnsanların iyi düşündüklerini söylemeye, bir hastalığın geçecek diye tekrarlamaya, çok paran olacak diye tekrarlamaya ama bunu hissetmeyi unutmaya başladılar ve belki bir çekim yasasıyla ilgili insanların istediklerini başaramamasının ardındaki en büyük mekanik hata buydu. Önce beyin dalgamızı ve sürekli yaşantımızı korkunun pençesinden kurtarıp alfaya yani huzura, kabule, içsel yeteneklerimizin uyanışına doğru gidiyoruz, ondan sonra yaratıcı gücümüzü pratiklerle zenginleştirerek sonuç odaklı hale getiriyoruz. İlk adımı atmadan sadece şu şöyle olsun, bu böyle olsun diyerek insanlar hiçbir şekilde yaratım gücünü ortaya koyamazlar. Çünkü korku yıkıcıdır, sevgi yaratıcıdır.

Geçen sene Ayşe Arman ile olan röportajınızda okumuştum, on iki yaşındayken ellerinizle vücudunuzdaki ağrılarınızı azaltabildiğinizden bahsetmişsiniz. Küçük yaşlarda kendinizde fark ettiğiniz bu yetenek sizi korkutmadı mı?

Metin Hara: Pek korkuttu diyemem ama benim hep iddiam şu: Zaten çocuklar bizim bildiğimiz ve yaşadığımız illüzyon sınırlarının ötesinde birçok şey yapıyorlar. Biz ısrarla onlara bunun olmadığını anlattıkça, onlar belirli duyularını kapatıp bedenleri beş duyu hapsi içerisinde bir şekilde hüküm yemiş hayatı, hapis hayatı yaşıyorlar. Ben yalnız kaldım, korktum diyemem. Sadece yalnız kalıp, arada aldım, merakta kaldım, kendimi yargıladığım zamanlar oldu ama bunun bir özellik ya da özel güç veya farklı bir şey olmadığını; herkeste olduğunu, benim gibi insanların olduğunu, sadece bu insanların bu illüzyona kapılmayıp gözlerini açık tutmayı seçtiğini anladıkça bir rahatlık oldu diyebilirim. Ama korku yoktu; sadece merak, yalnızlık ve kafa karışıklığı vardı.

“Asıl hakikat histir. Zihin, gelecek ve geçmiştedir.”

Bir yazınızda “Asıl hakikat histir” demişsiniz. Sizin erken yaşlarda halk arasında altıncı his olarak tabir ettiğimiz sezgi kanalıyla çok erken yaşlarda tanışmış ve yaşamında deneyimleyen biri olarak söylemeniz size göre çok doğal. Fakat kendinin bu tarafıyla bir ömür iletişime geçemeyenler de var. Sizce sezgilere açık olmak doğuştan verilmiş bir yetenek midir, yoksa sonradan zihinle geliştirilebilir bir kas olarak da değerlendirilebilir mi?

Metin Hara: Şimdi birçok spiritüel hoca ya da spiritüel olduğunu düşünen diyelim çünkü gerçekten ruhsal yol kat etmiş insanlar asla bu mesajı vermezler; kendisinde tanrı vergisi çok daha fazla bir psişik, altıncı his, durugörü gibi şeyler olduğunu söylerler, aslında bu sahte spiritüelcilikte kendini diğerlerinden farklılaştırarak birlik bilincinin karşısında duran bir felsefe. Benim hep söylediğim şey asıl hakikat histir dediğimizde illa mistik bir yere gitmeye gerek yok, insanlar mutluyum diyebilir, mutlu olduğunu düşünebilir ama mutlu değillerse mutlu hissedemezler. Yani mutsuz olmana rağmen mutluyum diyebilirsin, mutlu olduğunu belirli önemeler ve belirli matematiksel listeleri doldurarak mutlu olduğunu, işte çok param var, sevgilim var, arabam var, eee mutluyum o zaman diyebilirsin mantıksal çerçeve içerisinde ama his her zaman doğruyu söyler.

Metin Hara: Mesela altıncı his değimiz, birçok insanın ruhsal yolculukları hakkında konuşanları ele alalım. Bu yolculuğu yapıp yapmadıkları daha soru işareti iken, hep gelecek hakkında konuşurlar. Hele hele karşılarındaki insanın geleceği hakkında konuşurlar ve bunun hisle ilgili olduğunu düşünürler ama his tek hakikate ana odaklıdır. Zihin, gelecek ve geçmiştedir. Yani gelecek yaratılmadığı için altıncı his ve gelecek hakkında bir şeyler gördüğünü iddia edenler aslında histe değil, zihinle olasılıkta bazı şeyleri yapıyorlar. Benim söylediğim his, aslında sadece altıncı his değil, insanların daha fazla kalbine odaklı, hislerine odaklı, onları da dinleyerek yaşayabileceği bir his. Ve bu her bireyin emek vererek çok daha fazla artırıp keyfini sürebileceği, yaşam kalitesini arttırabileceği bir şey olarak pratik edilebilir, egzersizler yapılabilir ve uyandırılabilir.

“Gerçek bir usta, sana ancak kapıyı gösterir ama içeriye girecek olan sensin”

İnsanlara verdiğiniz eğitimlerde maddeye hükmetmeyi, zihinlerinde takılı kalmış korku, kaygı gibi duygusal illüzyonları aşmayı öğrettiğinizi söylüyorsunuz. Hiç sonuç alamadığınız danışanlarınız oldu mu?

Metin Hara: Şimdi sonuç alamamak demek çok iddialı olur, sonucun ne olduğu kişiler arasında değişir. Benim için sonuç, herhangi bir pratiği başarmış ya da başarmamış olması değil. Çünkü herhangi bir kursa gidip o pratiği başarmış gibi gözükebilir, o mekanik olarak ben bu pratiği tamamladım der ama içsel anlamda gereken adımları atmadığında bana göre başarısızdır. Bizler daha dışsal değerlendirmeler kullanırken ben içsel değerlendirmelere daha fazla önem veriyorum diyebilirim. Sonuç almadığımız olduğunu düşünmüyorum. Çünkü herkes o 16-20 saat içerisinde geldiği insandan farklı bir insan olarak çıkıyor ama istediğimiz sonucu almadığımız insanlar olmuş olabilir. Burada da her zaman için söylüyorum; gerçek bir usta, sana ancak kapıyı gösterir ama içeriye girecek olan sensin.

Bizim buradaki başarı oranımızın yüksek olduğunu düşünmemizin nedeni, bu kadar eğitmene değil de katılımcıya odaklı bir sistemin bütün gücünü katılımcı üzerinden riske ederek katılımcıya yüzde yüz güvenerek onun bu ödevleri yapması ve onun bu değişim sürecini tetiklemesine izin vermesi. Yani neredeyse biz eğitimi %100 anlamda iyi bile versek, katılımcı yapmak istemiyorsa sonuç azalacaktır. Yapmak istediğinde sonuç muhteşem noktalara gidecektir. Bizim buradaki başarı kriterimiz, o katılımcıyı bu sonucu alacak şekilde motive edip, onun anlayışını değiştirip, bu yolculukta onu heveslendirmek ve sonuçların keyfini çıkarabilmektir.

Bütün kutsal kitaplarda yazan, bütün kişisel gelişimcilerin ısrarla söylediği “Kendini bil” sözünün doğru anlaşıldığını düşünüyor musunuz? İnsanın kendisiyle yüzleşmesi bu kadar zorken, kendini nasıl bilecek?

Metin Hara: Kendini bilmek, aslında Türkçede biraz garip bir şey, çünkü bilmek bilgide geliyor. Ben, ‘kendini bil’den ziyade ‘kendini anla’ derdim. Çünkü bilmek, bir zihin ürünü. Siz çöp atmanın kötü olduğunu bilirsiniz ama yere çöp atmanın kötü olduğunda atmazsınız. Sadece bilgi çöp atmamanızı sağlayabilir ama anlayış çöp atmanızı engelleyecektir. İnsanlara iyi davran bilgisi hepimizde var ama hunharca insanları kırıyoruz, üzüyoruz. İnsanlara iyi davranmayı anlamak gerekiyor, yani kendimizi anlamak. Doğru anlaşıldı diyemem, çünkü bunu yapan çok az insan var. Yanlış anlaşıldı diyemem çünkü bunu tamamıyla yapan bir insanı hiç tanımadım. Ben de o insanlardan biri değilim. Kendini anlama yolunda mütevazi adımlar atıyoruz, bu nedenle burada insanlara daha pozitif yaklaşırken, üzerine düşeni yapıyorlar diyebilirim. Tam anlamıyla anlayan olmadığı için, belki de bu konuda yetersiziz diyebilirim.

Tasavvufta sırat-ı müstakim üzerinde durmak olarak tabir edilen denge hali, bilişsel olarak beynimizdeki sağ ve sol lobumuzu eşit derecede kullanmamıza mı bağlıdır?


Metin Hara: Sadece bunu demezdim ama tabi ki erkek ve dişi enerji dengesinin ruhsal olarak cinsiyetimiz olmadığı için her zaman için dengelerden bir tanesi. Bizim kitabımızda dört tane denge kanunu var. Bu dört dengenin yaşamda gerçek dengeyi sunabileceğini düşünüyoruz. Biri, maddi manevi denge. Diğeri, ürettiğimiz ve ifade ettiğimizin dengesi. Bir sonraki, alma ve verme dengesi. Dördüncü dengemiz ise erkek ve kadın beynin dengesi. Ki bu, dört denge için de önemli. Bu dört dengeyi sağladığımızda genel anlamda daha dengeli bir yaşam süreceğimizi iddia edebiliriz. Ama sadece kadın erkek dengesi çok iyi olup, alma ve verme dengesi yitik olduğu için sürekli mutsuzluk ve direnç yaşayan bir sürü insan tanıdım. O nedenle tek başına bu değil, belki bizim bilmediğimiz çok farklı denge modelleri vardır. Bugüne kadar benim otuz üç seneye sığdırabildiğim emekle, anlayışla, sadece bilebildiğim dört kategoriye ayırdım diyebilirim.

Çok materyalist, egoların çok şişkin, emeğin az ama iştahların çok olduğu dönemleri yaşıyoruz. Sizce böyle bir dönemde ruhsal tekamülün daha ilk inkişafı olan maddeden manaya insanlar nasıl geçebilecekler?

Metin Hara: Şimdi burada çok büyük bir problem var. Çünkü insanlar hiç tanımadıkları bir şey hakkında çok yargı sahibi oluyorlar, bu da zaten cahilliğin en büyüğü, hatta en komiği; genelde tanımadıkları ve eksiklik duydukları şeyi aşağılayıp dalga geçme üslupları da vardır. Mesela İndigo Dergisi’ni, bundan seneler evvel Mehmet’in verdiği emeği, çok az spritüel insan varken birçok ruhsal bilgiyi bizimle paylaştığını biliyorum ve ben birçok insana dergiyi okuması gerektiğini söylediğimde kahkaha dolu tepkiler almıştım ama bu bir negatif, çünkü ne kadar az bilirsen o kadar yargılıyorsun ve bu bir bariyer oluşturuyor.

Pozitif şey de şu ki ne kadar ruhsallığa az emek verirlerse, o kadar ruhsal olarak acıkıyorlar ve ruhsal olarak açlıklarını maddi kaynakların tokluğuyla örtüştüremiyorlar. Bu açlık gittikçe artıyor, bu açlık aslında onların meraklarını uyandıracak veya dibe vurduklarında çıkış ararken kendi iç dinamiklerine tutunduracak bir yolculuk yaratıyor. Yani çok kaba söylemek gerekirse, zaten ruhsallığın tadını almış bir insan, bu içsel yoldan vazgeçmez. Hiç tadını almamış bir insan, er ya da geç buna acıkacaktır ve içsel yolculuğuna çıkacaktır. Yani bizim ruhsal yolculuk yapmamız bir ihtimal değil, bir kesinlik içerisindedir. Soru şu; “Ne hızda ve ne zaman yapacağız?”

Nefs ile ilgili tasavvufta çok sevdiğim hikayeleşmiş şöyle bir tanım var:

“İnsan doğar doğmaz, akıl padişahı önce nefse aşık olur, en gerçek onu kabul eder. Sonra görür ki o çok kıymet verdiği, yere göğe koyamadığı nefsi, onu ne hastalıklardan ne de sıkıntılardan korur. O zaman akıl padişahı der ki bak gördün mü daha kendi sıkıntını bile dindiremiyorsun. Bunun üzerine akıl padişahı aczini anlayarak, yüzünü ruha döner…”

“Hem ruhuz, hem insanız. İkisinin de bize kattığı çok şey var”

Sizce tüm ruhsal problemler, aşık olduğumuz nefsimizi tanımamak ve onu tekamül ettirememekten mi doğuyor?

Metin Hara: Bence öyle değil. Nefsi, işbirliğine çağıramamaktan doğuyor. Nefs burada biraz daha hani soruda bir parça negatif gibi algılanabilecek bir şeyle sorulmuş. Belki ben yanlış anladım. Nefs, dünya oyununda, bizlerin bu oyun içerisinde son derece ihtiyaç duyacağı, o olmadığı taktirde bu oyunu sürdüremeyeceğimiz bir bilinç, bir akıl. Bunu işbirliği için kullanmayı öğrenmemiz gerekiyor. Çok basit bir şey söyleyeyim; ben bir bedene sahibim, bu bedeni bir arabanın içerisine koyuyorum ve bir mekana gidiyorum.

Şimdi burada araba bana hizmet ediyor, ben bu bedeni hiçe sayıp arabayı benmiş gibi zannedersem, işte araba bir yere çarptığında, çizildiğinde hüngür hüngür ağlarsam, o arabayı korumaya çalışıp ailemi kendimi unutursam, bu araba bana hizmet etmemeye, ben ona hizmet etmeye başlıyorum. Burada da nefsin bir araç olduğunu, bize hizmet için var olduğunu ve hizmetin de düzgün ve dengeli bir anlayışta, idrakte çok güzel sürdürebileceğini, sadece bunun yanına ruhu, içsel yolculuğu, anlayışı, spiritüelliği koyduğumuzda muhteşem bir denge olduğunu söyleyebilirim. Ben ruhsal anlamda ciddi adımlar atmaya çalışan, bedensel anlamda da bu dünyanın keyfini sürmeye çalışan son derece iki taraflı bir varlığım. Hem ruhuz, hem insanız. İkisinin de bize kattığı çok şey olduğunu düşünüyorum.

Her şeyin enerji ve enerjinin de sevgi olduğunu söylüyorsunuz. Peki sevgi öğrenilebilir bir şey midir?

Metin Hara: Sevgi unutulabilir bir şey. Bizler sevginin içinden doğduk, içine doğduğumuz okyanusu unuttuk. Sevgi hatırlanabilir bir şey, öğrenmek bilmediğin bir şeyle olur. Bizler önce sevgiyi unuttuk, benim yaptığım şey ancak ve ancak onu hatırlamak.

On dokuz yıl boyunca Uzakdoğu, Avustralya, Mısır, Fas, Çek Cumhuriyeti, Amerika, Nepal, Sırbistan, Romanya gibi ülkelerde spiritüel eğitimler almışsınız ve bugün dünyanın birçok yerinde eğitimler veriyorsunuz. Tanımış olduğunuz onca insanı hayalinizde bir vücutta birleştirecek olsaydınız tek vücutla insanı nasıl resmederdiniz?

Metin Hara: Resmetmezdim, çünkü resim ettiğinizde, onu iki boyuta sığdırmanız gerekiyor. Onu sadece yedi renge sığdırmanız gerekiyor. Ben bir evren resmederdim, onu da algılayabildiğim kadarıyla, çünkü insan sözleri, insan renkleri, insan yetenekleri, varoluşu, kalbin idrakini anlatmakta çok kısır kalır. Resmettiğimde onu bir kağıda sıkıştırmış olurdum. Dışarıdaki doğayı resmetmeye çalışabilirsin ama A4’e ya da bir tuvale hapsettiğimi her zaman için unutmamam gerekiyor.

Okumayan bir toplumuz, birileri bizim için öğrenip de aklımıza enjekte ederse ne ala! Şunu merak ediyorum, ne kadar anlatılırsa anlatılsın, kişi kendiyle bir terbiye yoluna girmeden, okuyup araştırmacı bir ruha sahip olmadan ruhsal gelişiminde ilerleyebilir mi?

Metin Hara: Hep anlattığım bilgi ve bilinç hikayesi çok basit. Bir şey söyleyeyim; aşk hakkında binlerce kitap okuyabilirsiniz, binlerce dizi izleyebilirsiniz, binlerce müzik dinleyebilirsiniz ama aşık olduğunuz insanın gözüne baktığınızdaki bir saniyelik notanın milyonda biri etmez. Biri bilgidir; beyinle ilgilidir, bizim yola çıkış dediğimiz şeydir, ilk kitaptır. İkincisi ‘dem’ dir; kalple ilgilidir ve idrak yolunun açılmasıdır. İdrak yolu açılmadığında fazladan bilgi, insanlarda hazımsızlık yapar. Şimdi o nedenle iki günlük bir kurs alan herkesin hoca olduğunu ama otuz yıldır herhangi bir konuyu, sadece spiritüelliğe bile emek vermiş insanların ben daha çıraklığı bitirmedim evlat deyişini görüyoruz. Yani bilginin fazlası hazımsızlık yapar, hazımsızlığın fazlası ego yapar. Daha yerinde bilgi, daha fazla idrak her zaman için zihin ve kalp beraber ilerlediğinde bu yolculuğun çok daha keyifli, değerli ve kutsal olabileceğini söyleyebilirim.

Son olarak İndigo Dergisi okuyucularına ne söylemek istersiniz?

Metin Hara: İndigo Dergisi’nin benim için çok değerli bir anlamı var. Çünkü ben çok genç yaştan beri bu dergiye emek veren Mehmet’in yoldaşıyım, gönül dostuyum, özel hayatında da dostuyum. Ufacık bir gönlün neler değiştirebileceğini birbirimize gösteren mütevazi ruhlarız biz. O bir internet portalının diyelim, sitesinin diyelim, akımının diyelim sadece onlarca, binlerce insanın okuduğu halinden, şimdi yüz binlerce insana ulaştığı, onları aydınlattığı ve karanlıkta kalmış ruhların kalbine dokunduğu hayalini yaşıyor. Ben de aynı şekilde anneme yazdığım şiirin, tekrar tekrar anlatmaya çalıştığım hakikatin, insanların kalbine ulaştığını görüyorum.

İnanıyorum ki bizler, bu insanlar, daha da fazla insanları uyandıracak ve bizim Mehmet’le yaşadığımız yalnızlık demirleri onlar için sona erecek. Çünkü bizler bu yolda yürürken başlarda çok yalnız kaldık, şimdi gönlünü açan insanların aktaracakları güzellikleri dinleyecek muhteşem bir insanoğlu doğuyor ve inanıyorum ki binlerce insanın vahşeti bir insanın gönül yolculuğuna yenilecek ve zaman içerisinde dünyada belirli bir kritik kütle aydınlanacak ve bütün insanlığa başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösterecek. Ben İndigo Dergisi okuyucularına ve bütün destekçilerine teşekkür ediyorum. Doğumundan beri bu ailenin bir parçası oldum, şimdi burada yer almaktan da onur duyuyorum, ayrıca teşekkürler.


Metin Hara’ya sorularımızı cevaplandırdığı için biz teşekkür ederiz.

Sahip olduğumuz ancak kullanmayı bilmediğimiz 7 doğa üstü yetenek


Gizem Serra Sözen
2006 yılında tanıştığım Mevlana’nın Mesnevisi ile manevi yolculuğum başladı diyebilirim. Manevi değerleri her zaman maddi değerlerin önünde tutan bir anne ve babayla büyüdüğüm için maneviyata yakın bir genç olarak büyüdüm, bu yüzden kendimi hep şanslı gördüm. Çünkü hayattaki en yakın iki rol modelim hal ehli insanlardı. Şimdi cüz-i irademle öğrendiklerimin üstüne her gün bir yenisini daha ekleyerek burada sizlerle paylaşmayı diliyorum… Söz uçar, yazı kalır… Biz en iyisi her ay yazılarda buluşalım…