Hepimiz iyiyiz aslında. Sanırım biraz duygusalız o kadar. Bir de fazla hızlı dolduruşa geliyoruz. Aceleciyiz. Ne doğru ne yanlış düşünemeden atlıyoruz. Aslında bir durup düşünsek… Ama bu tamamen bizim heyecanlı ve deli kanlılığımızdan kaynaklanıyor.
Yanlış yaptığımızı kabullenmekte zorluk çekiyoruz biraz. Doğru ya da yanlış uç fikirlerden de çok hoşlanmıyoruz. Durumların değişkenliğini de pek sorgulamıyoruz. Biraz da fazla genelliyoruz galiba. Azıcık da asabiyiz.
Bu çıkarımlara nereden ulaştığımı mı soracaksınız?
Etrafımıza bakmamız yeterli. Son birkaç ayın gündemine bakacak olursak durumumuzun artık vahim bir hal alamaya başladığını görebiliriz hep birlikte. Özellikle de toplumda artan ve artık açık olarak gösterilmekten çekinilmeyen nefret söylemleri akıllara “Artık bundan sonra daha ne olabilir ?”sorusunu getiriyor.
7 Haziran seçimleri öncesi başlayan ve hala farklı varyasyonlar ile devam etmekte olan olaylara kamuoyunun vermiş olduğu tepkiler de düşüncelerimi destekler nitelikte.
Uzun zamandır üzerimizde dolaşan kara bulutlar ve günbegün her birimizden adım adım uzaklaşan eşitlik ve demokrasi anlayışımız belki de bugün bu durumda olmamıza sebep. İkiye bölünmüş toplumumuzun arasındaki boşluk her geçen gün biraz daha bariz hale geliyor. Her gün birbirimize biraz daha sırtımızı dönüyoruz.
Kamuoyunda durmadan tırmanan gerginlik sebebiyle artık her gün, güne “Acaba bugün ne olacak?” diye başlıyoruz. Sakin bir gün geçirmek toplumumuz için lüks haline gelmeye başladı. Herkes bir karşı saldırı halinde. Karşılık vermek için bahaneler aramayı bile bıraktık. Buluttan nem kapmaya başladık. Gözümüzün üzerinde kaşımızın olup olmaması önemli değil.
Seçim meydanlarında patlamaya başlayan ve daha sonra da sokaklarda patlamaya devam eden her bomba ile ve anayasal haklarına dayanarak sesini duyurmak isteyen, “Ben de bu toplumun bir parçasıyım.” demek isteyen bireylere yapılan her orantısız müdahale ile her gün biraz daha uzaklaştık belki de atalarımızın bize miras olarak bıraktığı hoşgörüden.
Yardım etmek düşüncesi ile yola çıkmış fakat patlayan bomba ile daha gencecik yaşlarında ülkemizdeki negatif toplumsal ayrımcılığın kurbanı olan gençler var artık elimizde ve onları acımasızca yargılamaktan, kendi ideoloji savaşlarına alet etmekten çekinmeyen bir kesim.
Kendi farkındalığına ulaştığı bir günden beri yaradılışlarını sorgulayan, üstüne üstlük toplumca her şekilde aşağılanıp, yargılanan ve dışlanan bireylerin aitlik arayışına, farkındalık yaratma arayışına yapıştırılan “Saygısızlık” yaftası.
Dini inançları ve seçimleri yüzünden farklı bakışlara maruz kalmış insanlarımız var.
Hayatları boyunca verdikleri yaşam mücadelesi sebebiyle oradan oraya savrulan insanlara sırf milliyetleri yüzünden kapatılan kapılar ve pencereler, çevrilen yüzler, atılan taşlar var.
Oysa hoşgörülü olmak, ön yargılı olmamak, yardımsever olmak bizim en büyük özelliklerimiz değil miydi?
Fakat uzun zamandır zıtlıklarımıza, her çıkan olayla birlikte daha ağır yargılarla yaklaşıyoruz. Suçluları ve mağdurları kafamıza göre acımasızca belirliyoruz. Oysa ki rengarenk bir toplumuz biz. Tek bir millet değiliz belki ama tek bir bayrak altında toplanmış birden çok milletiz. Aynı anda hem Türk’üz, hem Çerkez’iz, hem Laz’ız, hem Bulgar’ız hem de Kürt’üz. Aynı okula gidiyoruz, aynı havayı soluyoruz, aynı toprağa basıyoruz, aynı toprakta yetişen buğdaydan yapılmış ekmeyi yiyoruz.
Adem’le Havva’dan beri gelmiş geçmiş ve hala sürmekte olan tüm dini öğretiler de insanlığa kötülük değil de iyilik etmesi gerektiğini öğütlemiyor mu?
Peki biz neden anlamadan dinlemeden, suçu suçluyu bilmeden, kulaktan kulağa dolaşıp kim bilir kaçıncı kez değişerek bize gelmiş laflarla hareket ediyoruz?
Bize taş atana ekmek atmamız gerektiği senelerce bize öğütlenmişken biz neden tam tersi bir şekilde hareket edip çok basit bir şekilde çözümleyebileceğimiz bir problemi arapsaçına döndürüyoruz?
Seneler önce çözümlemiş olmamız gereken bir problemin etrafında dönüp duruyoruz yalnızca.
Aynı hataya düşen kaç nesil geçti bu zaman dilimi içerisinde bu dünyadan?
Annelerimiz babalarımız onların yaptıkları hatalara düşmemiz için yüzlerce kez bizi uyarırken neden bu konu hakkında bize bir kere bile telkin de bulunmadılar?
Asıl sorun bu bence.
Ortak bir paydamız var. Hepimiz bir şeylerin değişmesini istiyoruz. Kaçırdığımız nokta ise istediğimiz bu değişimi gerçekleştirebilmek için hiç bir şey yapmıyor oluşumuz.
Bir şeyleri değiştirmek istiyorsak değişmeye öncelikle kendimizden başlamalıyız.
Bunun için de hemen dolduruşa gelmemeliyiz. Deli akan kanımız bizim en belirgin özelliklerimizden biri belki de ama yine arada sırada derin nefesler alıp işin göründüğü gibi olmayabileceğini düşünebilmeliyiz.
Farklı fikirlerin bize zarardan çok yarar getireceğini bilmeliyiz.
Atalarımızdan bize kalan birçok özellikten belki de en kıymetlisi olan hoşgörümüzü göstermekten çekinmemeliyiz.
Hepimizi yaratanın aynı olduğunu unutuyoruz bazen.
Hatalarımız, yanlışlarımız, doğru bildiklerimiz ve birbirimizi uymaya zorladığımız kurallarımız var sadece. Bunların bizi birbirimizden ayırdığını, farklı kıldığını zannediyoruz.
Oysaki hiçbirimiz farklı değiliz. Olmayacağız da.
Zeytin dalı uzatmak çok da zor bir şey değil.
Hepimiz yaradılışımızda iyiyiz aslında.