“Terör, ötekileştirme, yabancı düşmanlığı (ksenefobi) ve savaş halleri, toplumlarda gerginlik ve karmaşa doğurabilir. Bu şartlar altında Kitle İletişim Araçları’nın (Medya) ahlaki görevi, demokratik değerleri savunmak olmalıdır. Medya, toplumdaki sorunları bireylerin itibarına saygı duyarak, barış ve hoşgörü yollarıyla çözecek ve dolayısıyla şiddet, nefret ve meydan okuma söylemlerine engel olacak, ve ayrıca kültür, cinsiyet ve dinsel ayrımcılığı reddedecek şekilde davranmalıdır.” (Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (PACE), Meya Etiği Kuralları, Madde:33, 4/7/2009)*
Nefret ve intikam
Nefret doğal olarak içimizde bulundurduğumuz bir duygu değildir, zamanla istemsizce öğrenilir. Özellikle belli bir grup insandan (eşcinsel, gayrimüslim, kadın, farklı ırk mensubu) nefret eden bir kişi, nefretinin sebebini tam olarak ya da mantıksal bir çerçevede açıklayamaz bile. Genelde saygı duyduğu ya da biat ettiği kişi tarafından öyle hissetmesi gerektiği söylenmiştir.
Canı yanmış birinin, acısının mesulü olarak gördüğü kişiye aynı acıyı tattırma dürtüsü olan ve nefret ile beslenen “intikam duygusu” kişinin inancı, tutkuları, eğilimleri ve kültürel değerleri ile şekillenir. Bir cinayet karşısında kimi “Allah’ından bulsun” derken, kimi de oğlunun katilinin parçalanmış cesedini görmeden hesabı kapatamaz. İntikam duygusu taşıyan kişinin amacı bir düşman yaratıp hıncını çıkarmaktır, ve çevresinden onay ve destek aldığı oranda kendini haklı hisseder. İntikam çoğunlukla şiddet ve adaletsizlik doğurur.
Medya ve şiddet
Toplumumuzda sıkça başvurulan bir davranış ve ifade biçimi olan “şiddet”i kısaca; “üstünlük ya da hakimiyet kurmak ve maddi veya manevi çıkar sağlamak amacı ile uygulanan fiziksel, sözlü ve psikolojik hareketler” olarak tanımlıyoruz. Yani; şiddet temel olarak güç ve otorite ile ilgilidir. Emir, tehdit, hakaret, aşağılama, özgürlüğü kısıtlama, kişinin kendi kararlarını almasını engelleme ve eğitimden mahrum bırakma da şiddet eylemleridir. Ülkemizde şiddet genel olarak ataerkil sitemin kışkırttığı erkeğin kriz çözmek için kullandığı bir yöntemdir, kadınların şiddet olaylarına karışması çok daha az görülür. Şiddet eyleminin temelinde yatan saldırganlık güdüsü ise öğrenilebilen ve taklit edilen bir olgudur.
Medya, insanların sosyal hayatını etkiler ve kamu anlayışını şekillendirmekte büyük rol oynar. Medyada sunulan şiddetin mi gerçek hayattakini tetiklediği, yoksa bunun tam tersi mi olduğu tartışılabilir. Fakat medyada bilinçli veya istemeden karşılaştığımız şiddet, vahşet ya da bunların sonuçlarını temsil eden görüntü ve haberlerin insan psikolojisi üzerinde olumsuz etkileri olduğunu artık fark etmiş olmalıyız.
Özellikle politik sorunlardan yaşanan olaylarda birçok yayın organı, bağlı olduğu holding ve ya politik görüşün bakış açısıyla haberi aktarır. Bu sunum tarzı da tarafsız olamayacağı için, çoğunlukla görüşler arasındaki kutuplaşma ve nefreti azaltmaktan ziyade güçlendirir, hatta şiddet eylemlerini haklı gösterecek mesajlar verir. Bizzat ya da seyirci olarak bu haberlere maruz kalan insanlar ise zamanla bu tür olaylara karşı duyarsızlaşıp, empati yeteneğini kaybeder. Öyle ki; günümüzde zorbalık ya da saldırı korkunç olmaktan ziyade eğlendirici bir öğe olarak kabul edilmeye başlandı. Taraflı ve şiddet içeren haberlerin ana akım medyada sıradanlaşması çok daha kötü sonuçlar da doğurabilir: suçun olağan, çekici, hatta yararlı bir faaliyet olarak algılanması, suçlunun saygınlık kazanması, adaletin kurumlarının saygınlığını yitirmesi gibi.
Şiddet suçtur, dolayısıyla şiddeti haklı göstermek de suçtur. Şiddet öğesi içeren haberleri yapılırken son derece özen gösterilmelidir. Bu tür haberler ertesi sabahki baskıya yetiştirmek için alelacele hazırlanacak haberler değildirler. Haberin verdiği mesajlar, haberde kullanılan fotoğraflar ince elenip sık dokunmalıdır. Sıfat kullanılmamalı, hedef gösterilmemelidir. Medyanın görevi halkı duygusal olarak yönlendirmek değil, bilgi vermektir.
Medya ahlakı
Şok, korku, gerilim, tiksinti, zevk veya cinsellik duygusu uyandıran görüntü ve manşetler birçok kültürde “gösterişli ve heyecan verici” (spectacular) olarak algılanır ve medyada seyircinin veya okuyucunun dikkatini çekmek için kullanılır. Medya çalışanları genellikle bu tarz haberlere kuşku ve dikkatle yaklaşsalar da, şiddet ve kanın okuyucuyu çektiğini bilirler. Ve bu yüzden, her ne kadar kabul etmeseler de, birçok yayın yönetmeni ister istemez “kan varsa, tutar” ilkesini kendisine düstur edinmiştir.
Ülkemizde uygulanabilirliği sorunlu olsa da, her meslek ve sektörde olduğu gibi medyada da uygulanması beklenilen bazı etik kurallar vardır. PACE’nin Medya Etiği kuralları tarihsel tecrübe ve akademik bilgilere dayanılarak hazırlanmıştır ve demokratik olan her ülkede uygulanması beklenmektedir.
Sosyal medyanın yayılma gücü, ana akımdan daha hızlı ve güçlüdür. Halktan bireylerin sosyal medyada yaptığı paylaşımları denetleyecek bir yaptırım yoktur, fakat medya organları ve “medyatik” şahısların sosyal medya üzerinden paylaştıkları mesajlarda da aynı etik ve ahlak kurallarını gözetlemeleri gerekir.
Öte yandan, haber fotoğrafları, görünmezi görünür kılarak, tartışmayı kamuoyunun gündemine taşıyabilme gibi tartışmasız bir erdeme sahiptir; dolayısıyla şiddet veya suç haberlerini medyadan tamamen kaldırmak da mantıklı olmayacaktır, zira gerçekte olan şiddeti daha azmış gibi göstermek okuyucuya yanlış bir toplum ve dünya manzarası sunmak anlamına gelir. Gerçeğin acımasız yüzünü gösteren ve ikon haline gelmiş birçok retorik resim (son örnek; Bodrum sahiline cesedi vuran Aylan) çoğu kez kamuoyunun dikkatini çekmeyi ve farkındalık yaratmayı başarmıştır.
Şiddet şiddeti doğurur
“Olay şiddet kullanımına dönüşmeye başladığı zaman sistemin oyununa geliyorsunuz demektir. Yerleşik düzen sizi kavgaya sokmak için kızdırmaya çalışacak, sakalınızı çekecek, yüzünüze fiske atacaktır. Çünkü, siz bir kere şiddete başvurduktan sonra sizinle nasıl baş edeceklerini bilirler. Nasıl baş edeceklerini bilmedikleri tek şey, şiddet dışı eylemler ve mizahtır.” John Lennon
[divider]