Olası 1 Kasım yenilgisini yaşamak istemeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti, ABD ve Avrupa’nın desteğini almak için mülteci kartından daha iyi bir koz bulamazdı.
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in, 1 Kasım seçimleri öncesinde alelacele Ankara’ya gelmesi, Türkiye’ye hayranlığından mı? Hayır! 1940’lardan bu yana görülmemiş bir sığınmacı akınıyla yüz yüze kalmış Avrupa’nın değerler sisteminin tehlikeye girmesi karşısında çift taraflı kirli çözüm arayışlarıdır.
Kontrolsüz kitle göçü karşısında çaresiz kalan Avrupa’da sığınmacı sistemi çökmek üzereyken, alternatif olarak Türkiye’nin gardiyanlığı gündeme getirildi.
Son olarak Rusya’nın Suriye’de, sadece IŞİD’i değil, Türkiye’nin temasta olduğu diğer bazı radikal İslamcı grupları da hedef aldığı hava operasyonları, Ankara’nın Ortadoğu’da çözümü zorlaşan politikalarını dönüştürme zamanının da geldiğini göstermektedir.
Olası 1 Kasım yenilgisini yaşamak istemeyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti, ABD ve Avrupa’nın desteğini almak için mülteci kartından daha iyi bir koz bulamazdı.
Geçmişte Batı karşıtlığı ile İslami kesim nezdinde sürekli rant peşinde olan iktidarın, Rusya’nın son stratejik hamleleri karşısında NATO’ya ve AB’ye sarılması, kendisi açısından yeni bir “hizaya geliş” ve var oluş olayıdır.
Bir zamanlar yakın dostu saydığı Rusya Devlet Başkanı Putin’den, “Bizi Şanghay Beşlisi’ne alın, AB’yi anında unuturuz” talebinde bulunan, ayrıca eline geçen her fırsatı Batı karşıtlığını körüklemek için kullanan Erdoğan’ın şimdi, Türkiye’nin NATO üyeliğini hatırlayıp, Batı’nın yanında olmaktan başka çaresi yoktur. Tayyip Erdoğan’ın bölgeye dönük -İslami/Sünni temelli- ideolojik hesaplarını gözden geçirmekten başka bir seçeneği kalmadı. Merkel’in, göçmen projesi bu aşamada neredeyse can simidi oldu.
Gezi Parkı isyanının şiddetle bastırıldığı 2013 sonbaharında AB, demokratik ilkelerden uzaklaşan Türkiye’yi, kendi uygarlığından dışladı. Hatta, Özgür Demokrat Partili (FDP) Dış Politika Uzmanı Alexander Graf Lambsdorff’a göre “askeri diktatörlük dönemleri hariç” Türkiye o günlerde Avrupa’nın değerlerinden hiç olmadığı kadar uzaktı tespiti, geçerliliğini sığınmacıların Avrupa kapılarına dayanmalarına kadar sürdü. Avrupa Birliği ülkelerinin bu insani dram karşısında, pek insani olmayan reel politikaya döndüğü Merkel’in “Mültecilerin masraflarını kendi ülkemizde karşılayacağımıza, memleketlerine daha yakın bir yerde barındıralım” sözleri birliğin genel görüşü oldu.
AB’nin göç eylem planı
1. Türk sahil güvenlik güçleriyle sınır kontrollerini sıkılaştırmak;
2. Büyük iltica merkezleri açmak;
3. İki milyon Suriyeliye Türkiye’de çalışma hakkı vermek, bulunmaktadır.
Bu eylem planın gerçekleşebilmesi için Avrupa’nın da Erdoğan’a hiç olmadığı kadar ihtiyacı bulunmaktadır.
Avrupa Birliği’nin reel politik projesi; yılda 1 milyar Avro ödeyip Türkiye’nin geniş sığınmacı nüfusun ihtiyaçlarını karşılamasını, yeni gelenler için yeni kamplar kurmasını planlamaktadır. Frontex eşliğinde Yunan donanmasıyla ortaklaşa yeni akınlara karşı operasyonlar düzenlenecektir. Bu sayede en başta Yunanistan, İtalya ve Macaristan’ın, yani Batı Avrupa’nın rahatlaması sağlanacaktır.
İade anlaşmasının imzalanması ile Almanya, karşılığında Türk vatandaşları için AB’ye vize kolaylığı sağlayacağının garantisini vermektedir. Ama Avrupa, göçmenlerden alacağının fazlasını Türkiye’ye geri gönderecek; AB parasını bastırıp Türkiye’yi “güvenli bölge”, “tampon bölge” kılarak Ak Parti iktidarının demokrasi ile ilgisi olmayan politikalarına göz yumacaktır.
Burada üzerinde durulması gereken önemli nokta, AB’nin Türkiye’yi güvenli ülke ilan etmesi halinde 1 Kasım’daki seçimde Ak Parti’ye zengin kuzey dünyasının etik olmayan desteğidir. Türkiye’nin güvenli ülke ilan edilmesi, Ankara’nın artan baskıcı politikalarının ve gerileyen insan hakları ile medya özgürlükleri sicilinin pratikte temize çekilmesi demek. AB göçmenlerin geri gönderilebileceği ülkeleri ‘hiçbir işkence, baskı, insan hakları ihlalleri ve şiddet tehdidinin olmadığı demokratik sistem’ olarak tanımlanmaktadır.
Suriye başarısızlığının birinci dereceden sorumluları olarak ülkeyi terör, kan ve şiddetin merkezi yapanlar, bir yandan da Türkiye’yi Ortadoğu ile Avrupa arasında bir cezaevi yapmak üzeredir. “Şantaj politikaları” olarak adlandırabileceğimiz “insani” yöntemlerle tabi!
Ya Türkiye’deki demokrasi? Avrupa’nın Türkiye’deki demokrasiyle ilgilendiğini söylemek zor olacaktır. Yani, Avrupalılar gözünde “şantajcı” pozisyonumuz, para ile satabileceğimiz değerlerimiz artık kalıcı bir özelliğimizdir!
Projenin uygulanmasına başlanmasıyla birlikte, basın özgürlükleri, bağımsız gazeteciliğe baskılar başta olmak üzere, AB’nin Türkiye’nin iç politikasına yönelik eleştirilerini bitirecektir. Bombaların aldığı canlar, barış umutları, muhalif gösteriler, insan hakları Avrupa’nın duvarlarından ne yazık ki geri dönmüştür!
Son tahlilde, ABD ve Avrupa’nın desteğini alan Ak Parti’nin siyasetten silineceği hipotezi de çürümüştür!
Demokratik ve güvenli bir ülkenin yurttaşlarıyız artık! Şikayet etmeye hakkımız var mı?