Sağ – Sol, Alevi – Sünni, Türk – Kürt, Ayyaş – Türbanlı… Senin ötekin hangisi? Ya da sen hangi uçtasın? Yok mu diyorsun? Peki ya bu sistemde mümkün mü?
Biraz geriye gidelim önce… 19 Mayıs 1919 Atatürk’ün Samsuna çıkarak başlattığı Kurtuluş mücadelemizin tarihi. Osmanlı’nın içinde bulunan farklı mezheplerden, farklı dinlerden, farklı etnik kökenden insanların bir araya gelip yedi düvele meydan okuduğu o muazzam direniş ve ardından kurulan eşsiz cumhuriyet… Cumhuriyetle beraber cehaletle savaşan bir toplum, ilimde, irfanda, iktisadi anlamda yükselen yeni bir ülke…
Peki ya sonrasında biz nasıl bu kadar geriledik? 10 Kasım 1938… Günün en karası… Gitti gözümüzün nuru, gitti atamız. Toparlarız bir şekilde diye düşündük. Uzunca bir müddet toparlanmayı da başardık. Sonrasında dünya değişmeye başladı. Amerika ve SSCB’nin etrafında toparlanan dünya giderek kutuplaşmaya başladı. Ardından Batı’da komünizmle savaş başladı. Binlerce, yüzbinlerce insan fişlendi, ceza aldı. Dünya bu şekilde devam ederken, ibre elbette ki bize de dönecekti. Dönen ibreyle beraber 1980’leri yaşadık.
“Bir sağdan götürdüm, bir de soldan”
Böyle anlatıyordu; dönemin baş aktörü. Bu kadar basit geliyordu anlatım. Beş kelimeye sığan; idamlar, ölümler, faili meçhuller, mahpus damında çürüyüp giden hayatlar… 1980’ler; acının, uçlaşmanın, ötekileşmenin ve her şeye rağmen inanmanın dönemiydi. Bir diğer anlatımıyla; davaların dönemi… Dünyada sistem değişiyordu ve elbette bizde de değişmeliydi. Bu bizim isteğimizle veyahut isteğimiz dışında ama illa ki olacaktı. Bunun en büyük kanıtı da David Rockefeller’in itiraflarında gizli. 1980 darbesini Rockefeller şöyle anlatıyordu:
“1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı. En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı.”
Olay bu kadar basitti aslında. Düzeni değiştirmek için insanları bilerdiniz ve sonra sadece onların karşı karşıya gelmesini beklerdiniz hepsi bu! Ve sonunda gencecik fidanlar, ya bir kör kurşunda ya idam sehpasında ya da mahpus damında ama illa bir şekilde yitip giderdi! Sonrası? Sonrası en tehlikeli olanıydı, çünkü bunca uçlaşma, beraberinde 1990’ları doğurmuştu.
1990’lar; düşünün yok olduğu yıllar. Düşünmemenin revaçta olduğu, düşünmenin ise tehlikeli göründüğü yıllar. “Aman kızım aman oğlum, abine ablana benzeme!” diye diye düşünme yetisini saçma sapan sınavlarda yok ettiğimiz çocukların dönemi. Ama sakın kutupsuz bir dönem sanılmasın! 90’lar 80’lerde dokunulmayan PKK’nın ayaklandığı dönem. Faili meçhullerin dönemi. Okuyan insanın, eli kalem tutanın tehlikeli görüldüğü dönem ve tabi bir de yeni yeni tarikatların örgütlerin hortladığı, Alevi – Sünni çatışmasının yakıldığı dönem. 90’lar 80’lerde hayatta kalmayı başarmış aydının baskıyla ya da faili meçhulle yok edildiği ve bomboş bir milenyuma geçiş dönemi!
Ve 2000’ler… Meşhur milenyum (!) Artık düşünmek yok, sınav var! Artık öğrenmek yok, ezber var! Artık hoşgörü yok değiştirmek var! Ne kadar uç, ne kadar karmaşa, o kadar korku!.. Ne kadar korku o kadar sinmişlik ve ne kadar sinmişlik o kadar rahat yönetim!.. Ondan sebep uçlaştıkça uçlaşılır!
Aleviler, sünniler, çapulcular, ayyaşlar, darbeciler, paralelciler, diktacılar, şovenler… Ne ararsan bulursun, hiçbiri bir diğerini beğenmez; beğenmediğinden bir araya gelmez gelemez. Çözümü hala sandıkta arar, çok partili sistemde 4 parti arasında bir o yana bir buyana çarpar durur.
Hala anlamadık mı? Çözüm orada değil çözüm içimizde! İçimiz çürüdü bizim! Ötekileştire ötekileştire çürüdük! Acı yarıştıra yarıştıra çürüdük! Ve şimdi yaşamak istiyorsak eğer; dirilmek gerek! Dirilmek için de en başa dönmek, Gazi Paşa’yı hatırlamak; dahası anlamak gerek!
Yıkıp o hoşgörüsüz, o çürümüş beyinlerimizi, yüreklerimizi, yeniden bir olmak, birlik olmak gerek! Unutmayın, buna mecburuz! Hem yaşamak için hem de Mustafa Kemal’e yakışır çocuklar olmak için! Gün yeniden dirilme günü!