Halk mı Yoksa Hak mı Olmak?

Herkes kendi yerini kendi değerleriyle doldurur, o değerler yoksa etiketlerin de bir anlamı yoktur. Kendi kendini seçilmiş sınıfına koyan insanlara baktığınızda hayat içinde bir değer yaratamadıklarını görürsünüz.

sürü psikolojisi toplum halk hak adalet

Günümüz  toplumsal yapısına dikkatli baktığımızda hepimizin gözüne çarpan ilk şey Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki pirimatın ilk sırasında günümüz 21. yüzyıl insanı için artık öncelikli yer alan ihtiyaçların yeme, içme, uyuma yerine kendini ispatlama, cemiyetin içine girebilmek için delice bir çırpınış, kabul görmek için var gücüyle kendini birbirine benzetme ve herkesin ben değerliyim güdüsüyle oynadığı kral ve cüce oyunudur…

İçimizde onaramadığımız eksiklik duygusunu  ben de varım, her yerdeyim ve hiçbir şeyden eksik kalmam duygusuyla içimizde dört nala yarış atı gibi koşturan o huzursuz yanımızla kendi iç alemimize ne kadar yetişiyoruz, orası şüpheli? Ben de varım dediğimiz o yerlerde bile sahte gülüşlerimiz içimizin karanlığını saklayamıyorsa artık kendimizle sohbet etme vakti gelmiştir demektir…


Sosyal medyanın haber portalında karşılaştığımız paylaşımlara göre de, o sosyal dernekler içinde, ben de varım güdüsüyle, her daim birbiriyle yarış halinde olup en az 50 bin liralık çantalarıyla boy gösteren o elli kişi bir araya geldiklerinde bir elli bin lira toplanamıyorsa, bu işte bir yalnızlık var demektir…


İnsanın yaşadığı her yerde bir toplumsal yapı ve sistem mevcuttur. Bu en küçüğünden en büyüğüne sıralanır. Metropol şehir hayatından küçük kasabalara kadar toplumsal yapı, bireylerin, grupların, kurumların düzenlemiş olduğu birbirleriyle olan ilişkilerdir. Her toplumsal birimin kendine göre adlandırdığı, adı geçen, sözü geçen, eşrafı diye bilinen bir kesimi vardır. Halk arasında bazıları kendilerini de bu kesime dahil etmek üzere omurgayı oluşturan kemik tabakanın içinde görürler kendilerini. Bu kemik tasviri de ne demekse? Belki de seçilmişlik ya da seçkin olma halini, kendinde ya da en yakınlarında görme isteği olarak da değerlendirilebilir.

Toplumsal hayatta soy ağacımızdan kalmış değerli bir isim ya da geçmişte kazandığımız bir etiket sosyal konumundan dolayı bazen bize değerli bir miras gibi hayat boyu iyi bir referans olarak toplumsal yaşamda bazı kolaylıklar sağlasa da üzerine kendimizden bir değer katmadığımız sürece kırk yıl ekmeğini yiyemeyiz.


Herkes kendi yerini kendi değerleriyle doldurur, o değerler yoksa etiketlerin de bir anlamı yoktur. Kendi kendini seçilmiş sınıfına koyan insanlara baktığınızda hayat içinde bir değer yaratamadıklarını görürsünüz. Çünkü üretken ve faydalı insanların böyle şeylere zaten ihtiyaçları yoktur. Onlar, her yerde, her daim kendi isimlerini yaratırlar. Cemiyette olmak  için boy göstermezler, gerçekten olmaları gerekiyorsa olurlar. Yaptıkları faydalı işler ve topluma kazandırdıkları değerler isimlerini her yere taşır. Gerçek toplum insanları da bana kalırsa onlardır, yokluklarında bile aslında öyle bir varlardır ki… Samimiyetleriyle, topluma kattıkları değerlerle, insanlıkları, ilim ve irfanlarıyla her daim anılan ve aranılan örnek şahsiyetlerdir. Bir abide gibi zamanda iz bırakırlar… İşte onlar dışıyla halk, içiyle hak olmuş gerçek cemiyet insanlarıdır…


 

Gizem Serra Sözen
2006 yılında tanıştığım Mevlana’nın Mesnevisi ile manevi yolculuğum başladı diyebilirim. Manevi değerleri her zaman maddi değerlerin önünde tutan bir anne ve babayla büyüdüğüm için maneviyata yakın bir genç olarak büyüdüm, bu yüzden kendimi hep şanslı gördüm. Çünkü hayattaki en yakın iki rol modelim hal ehli insanlardı. Şimdi cüz-i irademle öğrendiklerimin üstüne her gün bir yenisini daha ekleyerek burada sizlerle paylaşmayı diliyorum… Söz uçar, yazı kalır… Biz en iyisi her ay yazılarda buluşalım…