İnsanlığın tarihi boyunca değişmeyen bir gerçeklik değil miydi, tüm kıyımların bulaşıcı olduğu ve her kabullenişte çoğalmaları?
Bertrand Russell, “Bu dünyanın sorunu, akıllılar şüphelerle doluyken, aptalların özgüvenle dolu olmasıdır” der. Özgüvenin oluşturduğu kibir, hükümdarlığını ne kadar sürdürecek?
İnsanlığın tarihi boyunca değişmeyen bir gerçeklik değil miydi, tüm kıyımların bulaşıcı olduğu ve her kabullenişte çoğalmaları?
Tarihi yazanların hep kazananlar olduğunu bilmiyor muyduk?
Kaybedenleri ise sanatçıların yazdığını ve hep yasaklı ve günahkar olmalarını?
Bu ülkede sanatçıların iki seçeneği kalmıştır, ya biat edip işlerini yapacaklar ya da sanatın onuru adına duruşlarını ve bağımsızlıklarını bozmayarak işsiz kalacaklardır. Korkuların çizdiği dar bir dairenin içinde sanat hiçbir şey içindir oysa!
Otorite karşısında sessiz kalan sanat bir süre sonra fark etmeden safını değiştirir ve salt bir gölge oyunundan öteye geçemez duruma gelir.
Canlı bombaların kendilerini patlatmasıyla ölümün kutsandığı zamanlardayız ve anneler çocuksuz, soruların yanıtları korkakça kalıyordu. Umursamadan gömülecekti “şimdi anlık acı” kendi mezarına; unutmanın keyfi yükselen en büyük değer değil miydi balık hafızalarımızda?
Güvenli olan hayatlarımızın, perde arkasına saklanarak seyrediyoruz korkaklığımızdan dolayı muktedirin yarattığı yangını; öldürmekten değil de sevişmekten utanmaya alıştırıldık muhafazakar ahlakın öğretisinde!
Perdelerimizi sıkı sıkıya kapatmamız istenmekte bizlerden; seviye dair hiçbir evrim kabul edilmemekte kutsal kitaplarda.
İnsanların evlere kapanıp sevişme ihtimalleri üzerinden yasakçı/ korkutucu siyaset yapan bir iktidarın pençesindeyiz. Aşkın yücelmesine dayanamıyorlar, hayatı aşağı çekerek çamurlaştırıyorlar.
Karanlığın cinayeti saklayacağı yanılgısını koca bir ihanet olarak saklayacaktık içimizde, çocuklarımızın saçlarını okşarken ve her daim yüzümüzdeki o sahte tebessümde kendini belli edecekti sır!
Oysa ölmeden kendini öldürmeyi seçenler içindeki acılarıyla diri olarak dolaşmaktaydılar aramızda. Yaşar gibi yapmaları, günün birinde büyük bir sorgunun başlangıcı olmayacak mıydı? “Katil Kim?” sistemin içinde saklanmayı seçen yalanlar, gerçeğin karşısında tutunmayı deneyemeyecek kadar çaresiz kalacaktı!
Efsaneye göre insanlar bir zamanlar Tanrı’ya ulaşmak için devasa bir kule yapmaya başladılar. Tanrı onların bu cüretine öfkelendi. Kuleyi yıktı ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dillerini birbirinden ayırdı. Babil Kulesi’ne dair kutsal metinlere bakılırsa Tanrı, kendi katına varabileceğine inanan insanın kibrine hiddetlendi!
Oysa Tanrı, yani iktidar aslında korkmaktadır. Aynı dili konuşan ve birbirini anlayan, seven/ sevişen insanların gücünden korkmaktadır. Bilgi ağacının esrarının çözülmesinde korkmaktadır.
Babil Kulesi, insanların tanrılar katına çıkılamazı kabullendiği için yıkıldı!
İnsanlar asırlar boyunca iktidarlar tarafından Tanrı’nın gazabına uğradıklarına ve bu yüzden farklı diller konuştuklarına inandırıldılar.
Tanrının dilini konuştuğuna inanan günümüz fanatikleri bundan dolayı kendileri ile birlikte yüzlerce insanı ölüme sürüklemektedirler!
Barış gelecekse bu coğrafyaya, utanç duyduğumuz sevişmenin normalleşmesi sonucunda gelecektir. Hiçbir dil evrensel değildir aşkın dili karşısında!
Ateşin, barutun, gaz bombalarının, parçalanan insan bedenlerinin, ayaksız ayakkabılarının doldurduğu meydan “Barış şimdi!” diyen yüzlerce insanla doluydu bir Ekim sabahında. Çoban ateşlerinin etrafında toplanan “Yeni bir dünya mümkün” diyen bir azınlığın, şimdilik yenilen “Havarileriyiz” sadece. Mezar başlarında annelere teselli verememenin çaresizliğinde, gözyaşlarımızı gömüyoruz tüm o çocukların fotoğraflarının üstüne!