Bu ülke ne Davutoğlu’na, ne Kılıçdaroğlu’na, ne Demirtaş’a ne de Bahçeli’ye muhtaç. Dördü buluşup Alaska’ya göçse ve orada balıkçılığa başlasa, Türkiye mevcudiyetinden hiçbir şey kaybetmez.
Tez araştırmam için Cumartesi günü Ankara’ya gitmeyi planlıyordum. Konya’dan Ankara’ya günde iki tren seferi var. Eğer sabah trenine binseydim patlama öncesi Ankara garında olurdum. Orada barış pankartı taşıyan insanları görseydim, muhtemelen aralarına katılıp çaylarını içerdim. Ve vücuduma saplanan demir bilyelerle oracıkta ölürdüm. Fakat son anda programımı değiştirdim ve ölmedim. Ölmedim çünkü onlar kadar duyarlı olamadım hiçbir zaman. Ben çenemi kapayıp, ülkede yaşanan her türlü pisliğe eyvallah deyip yaşamayı seçtim. Sizler de bugüne kavgasız dövüşsüz gelebildiyseniz siz de aynı seçimi yaptınız. Netice olarak şunu söyleyebilirim. Belki gelecekte torunlarımızı seveceğiz ama asla kahraman olamayacağız.
Mesele kahraman olmak da değil. Antik çağda ya da mitolojik dönemlerde yaşamıyoruz. Ölen doksan beş insanın isimlerini kimse hatırlamayacak. PKK terörüne kurban giden askerlerin isimlerini unuttuğumuz gibi. Ne acıdır ki tarihe sadece makam sahipleri yazdırıyor adını. Ceylan derili koltuklara oturanlar yazdırıyor. Yüz yıl sonra bile, bilmem kaçıncı Cumhurbaşkanı ya da Adalet Bakanı sıfatıyla küçük heykelcikleri yapılacak onların. Yapılsın tabii, itirazımız yok. Ülkeyi huzurlu kılsınlar, bombaları sustursunlar yeter ki. Hepsinin heybetli heykelleri inşa edilsin, Kütahya porseleninden sarayları olsun, gözümüz kalırsa gözümüz çıksın! Ancak silahları susturamıyorlarsa, memlekete sükunet getiremiyorlarsa, erdemli olup istifa etmeyi bilsinler. Bıraksınlar başkaları denesin artık. Bu ülke ne Davutoğlu’na, ne Kılıçdaroğlu’na, ne Demirtaş’a ne de Bahçeli’ye muhtaç. Dördü buluşup Alaska’ya göçse ve orada balıkçılığa başlasa, Türkiye mevcudiyetinden hiçbir şey kaybetmez. O halde ülkenin yakasından düşün artık. Ana haber bültenlerinde isimlerinizi duymaktan bıktık. Hepinizin!
Dün gece bu yazıyı daha anlamlı kılabilmek için ölenlerin Facebook hesaplarına bakmaya çalıştım. Ancak Facebook ve Twitter’a erişim kasten yavaşlatılıyordu. Ölen gençler kadar yiğit olamadığım ve sokaklarda barış diye haykıramadığım için, elimden gelen tek şey dergiye yazmaktı ama ona bile engel oldular. Derdim Facebook ya da Twitter’a girmek değil. Keşke haftalarca tüm sosyal medya sitelerini engelleseydiniz de canlı bombaları zamanında tespit edebilseydiniz. Ölenlerden sadece biri geri gelecekse, hayatım boyunca sosyal medyaya girmemeye razıyım. Fakat ölenler öldü, aileleri soluk alsa da yaşamıyor artık. Şu vakitten sonra ceset videosu izlemeyelim diye internet erişimini kısıtlayan mahkeme kararlarınızı arka cebinize sokabilirsiniz.
Facebook’a erişebilmek için oynadığım türlü ali cengiz oyunlarından sonra, hayatını kaybedenlerden Hakan Dursun Akalın’ın son paylaşımını gördüm. Buyurun beraber okuyalım.
Ankara’daymış barış, alıp getirmek gerek
Getirmeyi umduğu barışı kızına ithaf etmiş Hakan Dursun. “Kaçıp saklanacak vakit değil. Ankara’daymış barış, alıp getirmek gerek” diyor. Onun sayfasından adaşım İsmail Kızılçay’ın sayfasına geçiyorum. Profil fotoğrafında polis kurşunuyla ölen Ethem Sarısülük var. “Ethem ölümsüzdür” diyor vücuduna demir bilyeler saplanan İsmail. Biyografisinden anlaşılıyor ki İnsan Hakları Derneği üyesi ve hayatını yoksulların grevlerine destek vererek geçirmiş. Onun sayfasından Başak Sidar Çevik’in sayfasına gidiyorum. Memleketi Suruç’muş Başak’ın. Muhtemelen Suruç’taki patlamayı da yerinde yaşadı ama korkmadı, davasını inatla sürdürmeye devam etti. Çünkü ölümden korkmuyordu Başak, hepimizden daha cesurdu.
Her birinin sosyal medya hesabı farklı bir şeyler anlatıyor bana. Ama hiçbirinin paylaşımlarında savaş naraları yok, umutsuzluk, kin veya nefret yok. Her biri Erdoğan’dan, Demirtaş’tan, Kılıçdaroğlu’ndan, Bahçeli’den daha naif ve daha kibar. Yaşamayı bütün siyasi liderlerden daha çok hak ediyorlar.
Keşke hiç yazmasaydım dediğim bu yazıyı şu sözlerle bitireyim. Canlı bombalar PKK üyesi olabilir, DAEŞ üyesi olabilir, derin devlet olabilir ya da dış mihraklar olabilir. Kesin olarak tespit edilmediği sürece birilerini doğrudan suçlamak bize yakışmaz. Ancak dört siyasi partinin dört lideri, kol kola girerek objektiflere dostluk mesajı vermedikleri müddetçe, aynı televizyon programına çıkarak nezaket ve latifeler eşliğinde tartışamadıkları sürece, ülkeye yayılan öfke tohumlarının baş sorumlularıdırlar. Ve bu saatten sonra istifa haricinde hiçbir seçenek onları paklayamaz.