Türkiye’nin en sevilen yazarları arasında olan Tuna Kiremitçi ile “Hikayeleştirme Sanatı” adlı atölye çalışması ve yeni çıkan kitabı “Uçan Halıların Ayrodinamik Sorunları” üzerine konuştuk.
Tuna Kiremitçi ile ilk tanışmam lise yıllarımda ilk çıkan romanı “Git Kendini Çok Sevdirmeden” ile olmuştu. Anlattığı o güzel dostluk ve arkadaşlığa uzanan naif gençlik hikayesinden çok etkilenmiştim. Çok karışık duygular içinde, biraz da hüzünlü bitirmiştim kitabı. Yaşım ilerledikçe fark ettim ki insan en çok da bazen hüzünden beslenirmiş… Sanat ise en çok hüznünü güzelleştirmeyi bilenlerin kalemlerinde güzelleşirmiş… Tuna Kiremitçi de bana kalırsa bu sayılı azınlığın içinde ışığı her daim parlayanlardan.
22 Ekim’de yoğun istek üzerine dördüncü kez tekrarlanacak olan Tezgaçılar Üretim Evi’ndeki “Hikayeleştirme Sanatı” adlı atölye çalışmasıyla kitaplarının, müziğinin ve sinemacılığının yanında yeni çıkan kitabı “Uçan Halıların Ayrodinamik Sorunları” üzerine konuşmayı da unutmadık. Şimdi sizi Tuna Kiremitçi’yle yaptığımız hikayeleştirme sanatı tadındaki röportajımızla baş başa bırakıyorum…
Röportaj | Tuna Kiremitçi
22 Ekim’de Tezgah Üretim Evi’nde dördüncü kez tekrarlanacak olan “Hikayeleştirme Sanatı” adlı atölye çalışmanıza olan yoğun ilgi ve talebi nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce insanlar özellikle de son yıllarda hikayeleştirme sanatıyla neden bu kadar ilgililer?
Tuna Kiremitçi: Hepimiz hikâye dinlemeyi seviyoruz. Tanrı bile kutsal kitaplarda bize hikâye anlatıyor. Neden? Mesajı kalbimize derinlemesine nüfuz etsin diye. Okunma oranlarına bakarsak da gayet başarılı! Hikâyeler sayesinde birbirimizi gerçekten tanıyoruz, gönül bağları ve empati kuruyoruz. Kendi sınırlı hayatımızın dışına çıkıp başka dünyalarla tanışıyoruz. Yalnız olmadığımızı hissediyoruz. Modern iletişim bakımından da hikâyeler son derece etkili. Günümüzde pazarlamacılardan kurumsal iletişimcilere, iş hayatında pek çok kişi hikâye anlatmanın önemini keşfediyor.
Bugün birçok kişi yazar olmak istiyor fakat istemekle yazar olunabilir mi sizce? Yazar olmak için bir insanın bünyesinde doğuştan taşıması gereken bazı özellikler var mıdır?
Tuna Kiremitçi: Aslında yazarlık ve iyi hikâye anlatıcılığı tam olarak aynı şey değil. Cem Yılmaz mesela, çok iyi bir hikâye anlatıcısı. Ama işini sözlü olarak yapıyor. Teoman hikâyelerini şarkılarla anlatıyor. Ali Taran kısacık reklam filmlerinde bunu başarıyor. Bazı insanlarda bu yetenek doğuştan. Ama aynı zamanda geliştirilebilen bir şey. Önemli olan güzel bir hikâyenin nasıl doğduğuna, ilgimizi çektiğine, sonunda bizi güldürdüğüne ya da ağlattığına dikkat kesilmek. Bu konuda çalışmak. Sonra ister yazarak anlatalım ister konuşarak, bize kalmış!
“Git Kendini Çok Sevdirmeden” sizi okuyucuyla tanıştıran ilk romanınızdı. Sanki kitap da biraz ismini taşır gibi hikayeyle tam iyice bağı kurduğunuz anda, meraklı güzel bir tat bırakarak okuyucuya elveda der gibi bitiyor. Kitabınız çıkar çıkmaz birçok okuyucu edebi dilinizi çok sevmiş ve önemli bir okur kitlesine ulaşmıştınız. O zamanlar ilk kitabınızla bu başarıyı yakalayabileceğinizi kitap yayımlanmadan önce tahmin etmiş miydiniz?
Tuna Kiremitçi: Ne yalan söyleyeyim, aklımın ucundan bile geçmemişti. Ben sadece kendi hoşuma gidecek bir gençlik romanı yazmak istemiştim. Bildiğim yerler, bildiğim insanlar ve onların halleri hakkında… Belki de insanların kalbine dokunan bu oldu. Sonu hakkında söylediğinizi yıllar boyunca o kadar çok okurdan duydum ki sonunda “Gönül Meselesi” romanında hikâyenin devamını anlattım.
Uçan Halıların Ayrodinamik Sorunları
“Uçan Halıların Ayrodinamik Sorunları” sizin mizah üzerine yazdığınız ilk romanınız, fakat olay örgüsü o kadar ince espriler eşliğinde işlenmiş ki, okuyucuya sanki senelerdir mizah üzerine yazıyormuşsunuz izlenimini veriyor, bolca kahkaha eşliğinde hiç sıkılmadan bir sonraki sayfaya çabucak sürüklenerek okudum diyebilirim… Sizi mizah üzerine yazmaya iten ne oldu?
Tuna Kiremitçi: Size komik bir şey söyleyeyim mi? 10 yıl önce yazdığım “Yolda Üç Kişi” romanının Fransızca baskısı hakkında Le Monde’da çıkan yazıda “mizah ve hicivle yüklü bir roman” deniyordu. Ama aynı şeyin kendi memleketimde fark edilmesi 10 yıl aldı. İşte bize mizah!
Kitabınızda Abidin’in dünyayı fethedecek romanı yazmak için konu bulmak amacıyla doğu’ya çıktığı yolculukta her gittiği yerdeki yerli insanların yaşadıkları şehir için “doğunun Paris’i” tasvirini yapması batı hayranlığımıza olan bir ironi midir?
Tuna Kiremitçi: Romanı yazdığım sırada televizyonda “Aileler Yarışıyor” programına rastladım. Aynı program ben çocukken bile vardı, meğer hâlâ sürüyormuş! Yarışmacılara “Doğu’nun Paris’i neresidir?” diye sordular. Sonunda görüldü ki kendisine böyle diyen 7-8 Anadolu şehri varmış. Tam benim romana göre bir durumdu tabii… Batıyla aramızda fırtınalı bir ilişki var. Bir taraftan onu tehlike olarak görüyoruz ama özenmeden de yapamıyoruz. Romanım doğu-batı ilişkilerinin bu tehlikeli sularında geçsin istedim. Tanpınar ya da Oğuz Atay romanları gibi.
Kitabınızda yer yer Orhan Pamuk ve Elif Şafak’ın ismi de geçiyor. Türkiye’yi başarıyla batıda temsil etmiş başarılı yazarlarımız olarak. Kitabınızda Abidin dünyayı fethedecek romanı yazmak için kendini yer yer siyasi bir sorgulama içinde buluyor, kendince bazı hesaplamalar yapmaya çalışıyor. Sizce dünya çapında okunan bir yazar olabilmek için oyunun kuralları biraz da batının beğenisine göre oynamaktan mı geçiyor?
Tuna Kiremitçi: Öyle yapanlara garbın afakı daha kolay açılıyor, orası kesin! Ama kahramanımızın bilmediği, bu tek romanla olacak bir şey değil. Yazarın tüm kariyerini bu şekilde planlaması gerekiyor. Tabii ayrıca yeteneği ve şansı da olacak. Bu aslında tüm sanatlar için geçerli. Bu yüzden romanım edebiyat fakültelerinde ve sanat okullarında okunup tartışılırsa sevinirim. Onlara hem işe yarar bir tartışma zemini hem de eğlence vaat ediyorum!
Kitabınızda başkahraman Abidin’in Natalie Portman’dan özel telepatik bir yolla mesajlar aldığını düşünerek aralarında özel bir bağ olduğunu varsayması ve sırf bu yüzden onunla tanışmak için dünyayı fethedecek bir roman yazma fikri çok eğlenceliydi. Ara ara tevafuk ve tevekkül gibi kavramlara da kitabınızda oldukça yer vermişsiniz. Bence içerdiği konu renkleriyle birlikte oldukça sıra dışı, biraz da oryantal bir roman çıkmış ortaya. Yazdığınız romandan da anlaşılıyor ki hayatın tüm renkleriyle barıştığınız ve kendi kalıplarınızın dışına çıkmaya fazlaca heves ettiğiniz bir keşif döneminde gibisiniz.
Tuna Kiremitçi: Her romanda yeni şeyler deniyorum. Hiçbir zaman bir roman tuttu diye onu klonlamayı ya da kalıplara hapsolmayı düşünmedim. Hep deneyler yaptım. Mesela “Dualar Kalıcıdır” baştan sona tek bir diyalogdan oluşur. “Selanik’te Sonbahar” uzay-zamanın jeodezik çizgisindeki bir kırılmaya dayanır. “Yolda Üç Kişi” üsluptan üsluba seker. “Gönül Meselesi” bir toplumsal barış teklifidir. Bu romanda da eğlenceli bir oryantalizm parodisi var. Zamanla hepsi yavaş yavaş keşfediliyor işte. Ünlü mizahçı Efraim Kişron’un dediği gibi, “insan asıl ölünce yazar olur.”
Edebiyat denince aklınıza gelen ilk üç şey nedir?
Tuna Kiremitçi: Ahmet, Hamdi ve Tanpınar.
Tuna Kiremitçi: “İstiklal Caddesi mezunuyum”
Sizce iyi roman yazmakla güzel bir gönül sahibi olmak arasında bir ilişki var mıdır? Yüreğinde çok güzel çiçekler açtırtamayan biri iyi hikaye yazabilir mi?
Tuna Kiremitçi: Eskiler “Sevdiğin yazarlarla tanışmayacaksın” demiş. Bu da her şeyi açıklıyor herhalde… Şaka bir yana, her meşrepten insanda iyi yazma yeteneği ve güçlü bir kalem olabilir. Sonuçta Allah vergisi. Ama iyi hikâye anlatıp insanların kalbine dokunabilmek için empati sahibi olmak şart. Yan başkalarının halinden anlayan, gönül bağlarını gören birisi… Bu ayrım önemli.
İyi bir yazar, müzisyen ve sinemacı olarak siz kendinizi görmek istediğiniz yerde olduğunuzu düşünüyor musunuz? Ah biraz daha keşke şu alana ağırlık verseydim dediğiniz pişmanlıklarınız oldu mu?
Tuna Kiremitçi: Sahiden sinemacı olmayı isterdim. Yani düzenli olarak film yazıp çekmek. Ne de olsa sinemanın etkisi her zaman başka! Ama kabul etmek gerek, hayat maalesef tek bir sanat için bile kısa. Onu müzikle ve öykülerle uğraşarak geçiriyorsam ne mutlu bana! Bana hikâye anlatma tekniklerinin ipuçlarını veren sinema okulundaki senaryo hocalarıma da minnettarım. Ölsem gam yemem herhalde.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Bölümü mezunusunuz. Sinema değil de yazarlık niye daha cazip geldi?
Tuna Kiremitçi: Sinema okuluna zaten romancı olmak amacıyla girmiştim. Bu dediğim kulağa garip gelebilir ama orada hikâye anlatmayı ve sinema dilini öğrenmek istiyordum. XXI. Yüzyıl’da yazarlık yapmak isteyen birisi için bunlar önemlidir diyordum. Her zaman çok iyi plan yapan biri değilimdir ama bu konuda yanılmadığımı gördüm. Bugün Tarantino’nun edebiyata etkisi pek çok klasik yazardan fazla. 1994’te “Ucuz Roman” gösterime girdiğinde sınıf arkadaşım Murat Şeker “mutlaka git ve gör çünkü geleceği değiştirecek bir film” demişti. Kendisi sonradan ünlü bir yönetmen olunca şaşırmadım.
Edebiyat mı yoksa sinema mı sizce daha fazla hafızada kalıcı bir etkiye sahip?
Tuna Kiremitçi: Sinemanın gücü çok ilk bakışta çok daha büyük görünüyor. Ama edebiyat yine de yok olmuyor. Çünkü aslında her roman size özel çekilmiş bir film. Her roman bir hayal sineması. Yazarken biliyorum ki romanımı kaç kişi okursa o kadar çok zihinde filme çekilecek. Üstelik hiçbiri birbirine benzemeyecek. Edebiyat sessiz ve derinden giden çok büyük bir güç!
Her insanın hayatından sizce iyi bir kitap konusu çıkıyor mu?
Tuna Kiremitçi: Önemli olan ne yaşadığımız değil onu nasıl anlattığımız. Bu yüzden iyi hikâye anlatma teknikleri önemli.
Bir köşe yazınızda okumuştum, Beyoğlu’nu İstanbul’un başkenti olarak gördüğünüzü söylemiştiniz. Sizce Beyoğlu’nu bu kadar değerli kılan nedir?
Tuna Kiremitçi: Ben İstiklâl Caddesi mezunuyum. 90’larda Beyoğlu bir kültür sanat merkeziydi. Enis Batur YKY’de dergi çıkarır, İlhan Berk Kaktüs’te şiir yazar, Mehmet Güreli Robinson Cruseo kitapçısının üst katında resim yapar, Ferhan Şensoy Ses Tiyatrosu’nda olay yaratırdı. Kemancı’da gencecik Teoman ve Şebnem şarkı söylerdi. Emek’te harika filmler oynardı. Bu bizi tüm sanatlarla iç içe olmaya götürdü. Bugünse daha çok turizm merkezi haline geldi. Ama şehrin kalbi yine de orada atmaya devam ediyor.
Son olarak İndigo Dergisi okuyucularına ne söylemek istersiniz?
Tuna Kiremitçi: Mesajım her zaman aynı: En sağlam direniş, kalbi temiz tutmaktır.