“Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okuma bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.”
— Mustafa Kemal Atatürk
Türkiye geçmişini milli mücadelenin olumlu sonuçlanarak cumhuriyetçi, laik ve modern esaslara göre yeniden kurulması çabalarıyla yeni bir yapılaşmanın gerçekleştirilmesi ile değerlendirmeliyiz.
Türkiye’de değişimlere inat, Osmanlı İmparatorluğunu mirasının tamamen reddedilmesi imkansız ve halkın aynı halk olması sebebiyle mucizenin tek bir günde yapılamayacağı aşikardı.
Değişen en belirgin unsur küçülmüş toprakların milli irade sonucu ile ayakta kalmasıydı.
“Milli mücadelelere şahsî hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur.” Mustafa Kemal Atatürk
Milli mücadele sonucu kurulan cumhuriyet ise Türkiye’nin yeni bir ülke olarak görülmesi yerine Osmanlı Türkiye’sinin yeni boyutu olarak değerlendirilmekteydi.
Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün, Cumhuriyet Türkiye’si projesini 1922 yılından itibaren gerçekleştirmeye başlaması ile bazı silah arkadaşları ile yolları ayrılmaya başlamıştı.
Kazım Karabekir ile bir kaç milletvekili Halk Partisinden ayrılarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ile ilk siyasi çatlak yaşanmıştı. Fakat Şeyh Sait isyanı ile bağlantısı olduğu iddiası ile parti uzun ömürlü olamadan kapatıldı. Fakat İstiklal mahkemesinde partinin önderleri ve Kazım Karabekir yargılanarak beraat etmiştir.
Asıl konu ise bu sırada Takrir-i Sükûn Kanunu’nun İsmet İnönü’nün ısrarlarıyla çıkarılması ile yönetim daha katı ve müsamahasız bir nitelik kazanmıştı. Farklı her düşüncenin idam cezası ile yargılanması sonucu yurdun dört bir yanında gürültülü alkışlarla farklı her sesin susturulması yaşanmıştı. Bu şekilde Halk Partisi artık tümüyle rakipsiz kalmıştı.
Demokratik olma yolunda ikinci çaba ise Fethi Bey’in Mustafa Kemal Atatürk’ün himayesi ve isteği doğrultusunda Serbest Cumhuriyet Fıkrasının kurulması ile yaşanmıştı. Fakat bu partinin ömrü ilkinden de kısa süren bir çalışma olmuştu. Halk tarafından gerçek bir muhalefet parti sayılarak büyük ilgi ve destek görmesi sonucu Halk Partisi çevreleri Fethi Bey’i Atatürk karşıtı göstermeyi başarmışlardı. Fethi Bey ise tarih tekerrürden ibaret olmasını tercih etmektense zannınca buruk bir duyguyla ve Mustafa Kemal Atatürk’e olan kırgınlığı ile partisinin kapatılmasına karar vermişti.
Partinin kapatılmasından yaklaşık iki ay sonra Menemen Olayı’nın yaşanmasını parti ile bağlantılı gösterilmek istenmesi ise kanımca huzurun sağlanması bahanesi ile kendini yineleyen bir sebebe dayandırılmak istenmesidir.
Nitekim, Mustafa Kemal Atatürk’ün istemi ile Fethi Bey’in samimiyeti ile kurulan Serbest Cumhuriyet Fıkrasının bir demokratik geçiş denemesi mi yoksa ülkenin içinde muhalefet görüşlerinin varlığının denenmesi mi olduğu konusunda kesin bir yargıya varılmamıştır. Öyle ki Serbest Fırka’nın ardından diğer muhalefet partilerinin de kapatılmış olması, çoğulcu demokrasiye geçilmesinin gerçekte istenmiş olmadığını kanıtlayan önemli bir tarihsel gerekçedir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonra rejim daha otoriter ve daha katı bir hale dönüşmüştü. Partiyi devlet ve milletle özdeşleştiren otoriter yapı Türk siyasetine egemen duruma gelmesi Atatürk’ün ölümüyle daha da belirginleşmişti.
Atatürk’ün vefatının ardından
Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra kendisini Milli Şef ilan eden İsmet İnönü ise kendisine bağlı yeni bir kadro oluşturarak Atatürk dönemindeki kadroda önemli değişikliklere giderek bir otoriteyi Cumhuriyet Türkiye’sine yerleştirme çabalarına girmişti.
İkinci Dünya Savaşı’nda ise yönetim iyice sertleşmişti. Dünyanın yeni dengesine ayak uydurmak için stratejik bir yaklaşım ile ilerleyen Türkiye, kendi yeni yerini belirlemeyi ve ülke ekonomisini canlandırmayı amaçlamıştı.
Değişen dünya düzeninde ise Cumhuriyet Türkiye’si için tek partili dönemin kapanarak çok partili döneme geçişinin sinyallerini vererek demokratik döneme geçilmesini konuşmalarında fısıldamaya başlamıştı.
Başta CHP Aydın Milletvekili Adnan Menderes ile birlikte birkaç milletvekili, İnönü iradesindeki ülke yönetiminin tutumları aleyhinde açıklamalar yaparak eleştirici bir yaklaşım içine girmişlerdi. Bu eleştirel yaklaşım karşısında Menderes başta olmak üzere Köprülü ve Koraltan partiden çıkarılmıştı.
İnönü ve CHP liderleri, gelişen dünyaya ayak uydurmanın gerekliliği olarak çok partili döneme geçişini, Celal Bayar’ın bir muhalefet parti kurarak ‘danışıklı-döğüş’ içerisinde oluşturmayı amaçlamışlardı. Fakat Demokrat Parti, İnönü’nün teşviki sayesinde kurulmuş olsa da, kısa zamanda güçlenerek iktidara geçebileceğini tahmin edememişti.
İnönü’nün yaklaşımları ise Demokrat Partinin kendi girişimleri sonucu örgüt ağını genişletmesi ile değişikliklere uğramaya başlamıştı. Öncelikle otoriter yapının liberal yaklaşımlarla yorumlanabilecek yasaların çıkması ile özerklik hakları ile kendini göstermişti. Fakat gizli oy ve yargı denetiminin gelmemiş olmasının sonucu 1946 seçimlerinde şeffaf bir seçim sağlanamamıştı.
Demokrasi yolunda ikinci en önemli adım ise 1947 yılında gizli oy, yargı denetimi ve Cumhurbaşkanlığının parti başkanlığından ayrılarak tarafsızlaştırılmasının kabul edilmesiyle gerçekleşmişti. Fakat liberal ortamın artması Demokrat Partinin propagandasının önüne geçmeye başlamıştı. Fakat ülkenin demokratik bir ortama geçerek siyasi çoğunluğu göz ardı edilememesi nihai bir sonuç haline gelmişti.
İnönü yönetiminde CHP önderliği ise demokrasi sürecine geçişi daha kararlı ve cesur atılımlarla karşılamaya başlamışlardı. Bunun oluşmasındaki diğer itici kuvvet ise Demokrat Partinin mücadelesinde istikrarlı yaklaşımları olmuştu.
1950 seçimlerinde demokratik yollar ile iktidarın el değiştirmesi mümkün olmuştu. Ne yazık ki sonraki on yıllık dönemde demokratik yollar kendini daha otoriter bir rejime bırakmıştı.
Demokrat Parti tecrübesinden bir ders çıkarılması ise Cumhuriyet Türkiye’sinin şartlarından olmak zorundadır.
“Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük bir gayeyi elde etmek için belli başlı vasıtadır. Gaye fikirdir. Bir fikre dayanmayan zafer yaşayamaz. Her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir alem doğmalıdır. Yoksa başlı başına zafer boşa gitmiş bir gayrettir.” Mustafa Kemal Atatürk