Din, hayatımızı nasıl şekillendirir ve yön verir? Din, kimilerince nasıl zamanla makyavelistleştirilir? Çocukluğumuzdan itibaren hayatımıza yön veren ebeveynlerimizden başlayıp çevremizdeki insanlarla buluştuğumuz andan itibaren yaşamda, dinin içindeki kavramların içi nasıl boşaltılmaktadır?
Makyavelist Müslüman
Klasiktir ve her yerde de söylenir…
İnsan doğar, yaşar ve ölür…
Doğarken hiçbir problem de yoktur… Yeni doğmuşsunuzdur, dünyaya gözlerinizi yeni açmışsınızdır; duyduklarınızı anlayamaz, gördüklerinizi netleştiremez, ağzınıza aldığınız yiyeceğin tadını bilemez, tam olarak neyi tattığınızı hissedemezsiniz; ki dünyaya yeni geldiğiniz için de birçok şeyi ağzınızda test ettikten sonra neyin, ne olduğunu anlar, onu bu süreçte kavramsallaştırırsınız…
Hayatla ilgili birçok şeyin doğduğunuzda flu olduğunu görürsünüz; hiçbir şeyi algılayamadığınız o dönemlerde sizin için her şey masumdur, suçsuzdur ve günahsızdır!.. Ebeveynlerinizin sizi ünlem işaretleri büyüttüğü dönemdesinizdir. Yani “Şişt! Cıss! Sakın! Dokunma!” gibi… “Yasak!” ifadesini unutmadım tabi; ama bu kavram zaten ilerleyen yaşlarınızda “Yassah kardeşim!” olarak da çıkar…
“Agu”dan çıkıp artık “ba-ba” dönemine girdiğinizde artık yavaş yavaş 1 yaşına gelmişsinizdir; zaman içerisinde de “baba”nın evdeki ilk otorite olduğunu görürsünüz. Onun ev içi yönetimi ile de ataerkil toplum yaşamının ilk izlenimlerini alırsınız…
“Baba”, büyümeye başladığınız andan itibaren size Mevlana’nın hoşgörüsünü, iyiliğini, yardımseverliğini anlatır; hayata karşı dürüst olmanızı, insanlara sevgi ile bakmanızı, vicdandan yoksun olmamanızı, kısaca insan olmanızı anlatır…
Ancak unutulan bir şey vardır: Çevre…
Çevreyle buluştuğunuz andan itibaren artık hayatta; babanızın, aileniz içerisinde söylediklerinin dışında başka şeylerin de olduğunu görürsünüz!
Ne gibi mesela?
Mevlana’nın kendi içerisinde kültür kanunları olduğu gibi yaşadığınız hayat içerisinde de sonradan yine insanların kendi içerisinde oluşturduğu, sözsüz, yazısız kanunlar da vardır. O da, orman kanunları!..
Yalanı, belki de ilk, işte o çevrede öğrenirsiniz; istenmeyen, arzu edilmeyen orman kanunlarının devreye girdiği çevrede… İlk orada belki de başlatırsınız yalanınızı! Çünkü artık ailede değil, sokaktasınızdır ve sokağın dilini konuşmaya başlarsınız! Ancak o sokak dilini de oluşturan da yine sizsinizdir!..
Erkek çocukları sokakta ilk olarak futbol ile başlarlar oyuna, belki de ilk yalanını da orada söylemeye başlar!.. Vurduğu top kale direğinin üzerinden geçer, yani gol değildir; ama ilk yalanını arkadaşına söyler: “Vallahi, billahi goldü oğlum ya!”
Bunu söylemesi gayet doğal! Çünkü akşam, babası ya da annesi, komşusunun istediği borç para üzerine, komşusuna borç vermemek için yeminler ettiğini görür; ardından da annesinin bilmem kaç bin liraya gereksiz bir şey aldığını görünce orada kendisini, hayatı kendince sorgulamaya başlar! Yalanın masum olduğunu görür ve kendisi de yarın sabah gol olmayan topun, gol olduğunu yeminlerle anlatmaya başlar! Çünkü amaç goldür ya da elindeki parayı borç isteyen komşuya vermemektir!..
İşte dinin içinin boşaltılması da çocuk için böylece başlar!..
“Vallahi, billahi!” olan ilk yemin zamanla yerini “sevdiklerin üzerine yemin”e bırakır ve ardından “Kuran ve musha” ile son bulur!..
Çocuk için din, yavaş yavaş törpülenmeye başlar; ne kadar da küçükken siz, çocuğu evinizin en yakınındaki camiye göndermiş olsanız da! Çocuk, artık başlamıştır bir kere sorgulamaya çevresindeki olup biteni…
Çocuk büyümüş, gelişmiş, hayatın tadını almaya başlamıştır artık!.. Yaşamın her alanında yalanlara devam eder; kimi zaman dini kullanıp onu sömürür…
Din, “Öldürmeyeceksin!” der; adam çıkar sokağın ortasında yıllardır kendisine eş olmuş karısının boşanma isteğini duyunca karısını, kurşun yağmuruna tutar.
Kadın neden boşanmak ister?
Adamın yaptığı üç çocuğa, eve bakmadığı için…
Başka bir yerde ne olduğu belli olmayan dini örgüt “Cihat yapıyoruz!” diyerek kafa keser…
Din, “Kadınlar size emanettir!” der; ancak yemeğin tuzunu fazla bulan adam buna rağmen kadını, bilmem kaç yerinden bıçaklayarak kurbanlık koyuna çevirir!
Yalanlar üzerine kurulu politikada da bu böyle değil midir?
Adam yıllarca din vurgusu yapar, dinin yüceliğini anlatır; fakirliğe, yoksulluğa dem vurur. Kendi yaşamından örnekler verir, hayattaki çaresizliğini anlatır. Din ile bu çaresizliğini nasıl yendiğini anlatır; bu çaresizliğe sabırlı davranarak nasıl göğüs gerdiğinden bahseder!
Örneğin, siyasete girdiğinde yüzüğünü göstererek “Bir bu yüzüğüm var!” der; sonra siyasetin rantçı kirli yüzüyle alıp başını gider!
Günah, haram diyerek içki içmez; halktan topladığı vergilerle, bilmem kaç bin Turkish liralık bardaklardan, bilmem kaç bin Turkish liralık özel çayını içerek israfa fon dip yapar!..
Yani değişen bir şey yoktur!
Beraber işler yaparken, ortakken adamı yere göğe sığdırmaz; başka bir zaman ise adam için, dini kullanarak insanları sömürdüğünü söyler; adamı Hasan Sabbah’a, Haşşaşiler’e benzetir…
Din, bazı toplumlarda ancak ve ancak kullanılmak için vardır ve bunu da birileri yeri geldiğinde çokta güzel kullanır. Çünkü din, kimi zaman toplumların afyonlanması için ekmek kadar, su kadar değerlidir ve vazgeçilmez bir unsurdur!
O yüzden amaca ulaşmak istenildiğinde, din temelli toplumlarda ne yazık ki bazıları makyavelist Müslüman oluyorlar!..
Son olarak, ünlü Alman düşünürü Ludwig Feuerbach’ın şu sözü ile yazımı tamamlamak isterim:
“Ahlakın dine bağlı olduğu ve adaletin ulu bir yetkeye bağımlı hale getirildiği yerde en ahlaksız, en adaletsiz, en kepaze şeyler meşrulaştırılabilir ve yerleştirilebilir.”