İnsan toprak ilişkisi insanın varlığı ile doğrudan ilişkilidir. Güneş Derili’nin ifadesi ile toprak insan değil, insan toprağa bağlıdır. Bu bağlamda 5 Aralık 2015 günü Birleşmiş Milletler tarafından Dünya toprak günü ilan edilmiştir. Birleşmiş Milletlerin 2015 yılını Uluslararası Toprak Yılı ilan etmesinden dolayı toprağa yönelik farkındalığı arttırmak ve insanlığın beslenme kaynağı olan bu kıt kaynağın yerinde ve amacına uygun kullanımını teşvik etmek için uluslararası alanda çeşitli etkinlikler düzenlemektedir.
FAO Genel Direktörü Dr. José Graziano da Silva, 5 Aralık Dünya Toprak Günü için yaptığı açıklamada insanlığın “sessiz dostu” olan toprağa yeterince önem verilmediğini belirtti. Aşık Veysel’in gönül gözü ile gördüğü “sadık yârinin” yetirince anlaşılması için toprağın yeniden tanımlanması gerekiyor. Dr. da Silva, “sağlıklı toprakların sadece gıda, yakıt ve tıbbi ürünlerin kaynağı olmakla kalmadığını; ekosistem için şart olmakla birlikte, suyun filtrelenmesi, karbon döngüsü ve karbon depolanması gibi konularda, sel ve kıtlık gibi felaket zamanlarında toprakların kritik bir rol oynadığını” belirtiyor.
Ekosistemdeki bitki ve hayvanların doğrudan veya dolaylı beslenme kaynağı olan toprak bugün ne yazık ki kentlerde arsa, sanayinin hammaddesi ve diğer amaç dışı kullanımdadır. Son yıllarda artan küresel iklim değişimleri çerçevesinde toprağın gıda kaynağı olması yanında dünyanın dengesini koruması bakımından atmosferdeki karbondioksitin tutulma kaynağı olarak görüldüğü için önemi yeniden keşfedilmiştir. 31 Kasım 2015 tarihinde Paris’te yapılan iklim değişimi zirvesinde konuşulan konuların içinde tarım-toprak yönetimi ne kadar vardı bilmiyorum. Ancak iklim değişimleri konusundaki çalışmalarda toprak ve ekolojisi anlaşılmadan çözülemeyeceği artık açıktır. Toprağı atık bir meta veya ham madde olarak görmemek ve onun işlevini ve önemini çok boyutlu olarak her düzeyde topluma anlatmak gerekiyor. Toprağın ilk orta öğretimde öğrencilere öğretilmesi, üniversitelerde “temel bilim disiplini” olarak kabul görmesi yaralı olacaktır. Ekoloji bilimi çerçevesinde toprak biliminin her yönü ile işlenmesi ayrıca yaralı olacaktır.
Uygarlık tarihinde toprağın yeri
Uygarlık tarihi insanın ilk insan olarak gelişimi ile başlayan ve geniş bir zaman dilimini kapsayan bir süreci tanımlamaktadır. Bugün en ilkel kabileden en gelişmiş çağdaş toplumlara kadar her toplumun veya ulusun bir uygarlık tarihi vardır; fakat her birinin kilometre taşları birbirinden farklıdır. İlk insanın avcılık-toplayıcılık yaşam biçiminden, hayvancılık (çobanlık) -tarımcılık teknolojisine geçiş insanoğlunun görüp geçirdiği en büyük kültürel devrimlerden biri olarak kabul edilmektedir.
Uygarlık; bir halkın kendisine özgün yanını ortaya koyan, yaşam biçimlerinin, kullanılan aletlerinin, çalışma biçimi ve yöntemlerinin, inananların, düşünsel ve sanatsal faaliyetlerinin, siyasal ve sosyal örgütlenme biçimlerinin bütünüdür. İnsanın bütün yaşam yolculuğunda daha iyi yaşam için verdiği savaşımda elde ettiği kazanımların temelinde insanın kendi yaratısı yanında doğal çevrenin verimli olması da önemli katkıda bulunmuştur. Bu bağlamda, insan, var oluşuyla birlikte daha iyi koşullarda yaşayabilmek, kendisini doğadan gelebilecek tehlikelere karşı koruyabilmek için verimli bir doğal çevre arama ve yaşamını orada sürdürme gereğini duymuştur. Bu nedenledir ki sürekli verimli alanları, sulak alanları seçmiş ve buralarda kalmayı yeğlemiştir. Bütün tarihi kaynaklar ve arkeolojik bulgular Anadolu ve Mezopotamya topraklarının Uygarlık Tarihinin başladığı günlerden bu yana hep verimli doğal çevre olduğunu göstermektedir. Bu nedenledir ki Yukarı Mezopotamya olarak bilinen ‘Fertile Crescent” (verimli hilal) kavramı bu topraklar için kullanılmaktadır. O zaman ‘uygarlık veya uygarlıklar, insanla verimli bir doğanın ortak ürünüdür’ denilebilir.
Sorunun insanla başlaması, insanın tarihi ve onun yaşamsal faaliyetlerinin açıklanması ile başlamaktadır. İnsanın insan olma sürecinde, yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilmek için oluşan ihtiyaçların karşılanması ile başlayan süreç, bu soruların yanıtı olarak kabul edilmelidir. İnsanın ne zaman evrimleşerek insan olmaya başladığının ve ihtiyaçlarının ne olduğunun bilinmesi için en doğru bilgi, arkeolojik kazı sonuçları ve ondan sonra gelen yazılı anlatımlardır. Bu bilgi başlangıçta şekillerle ifade edilen yazının ta kendisiydi. Sümerlerin toprak parçasını üçgen ve dörtgene bölerek ölçümler yaptığı yine kil tabletleri üzerine çizilen yazılı belgelerden anlaşılmaktadır.
Bilgi çağına giren dünyanın bazı bölgelerinde, halen, tarım toplumunu yaşayan insanların bulunması geçmişten günümüze insan-toprak-tarım ilişkisinin anlaşılmasında önemli bir kilometre taşı olarak kabul edilmektedir. Bu toplumlar, insanın toprak ile ilgili bilgi birikimini net bir şekilde açıklamaktadır.
Toprak Nedir?
Toprak nedir, neden önemlidir? Toprağın bilimsel tanımı yeterince yapıldı ancak insan ve sürdürülebilir yaşam için önemi yeterince açıklanmadı ve insanlık bu konuda ikna edilmedi diye düşünüyorum.
İnsan toprakla nasıl tanıştı?
İnsanlığın toprak hakkındaki düşünceleri evrim süresince değişti mi?
İnsan toprağa maddi ve manevi anlamda nasıl bir değer biçti?
İnsanın çamuru, sonra da kil tabletlerini kullanımı, yumuşak malzeme ve kayaları oyarak üzerinde canlı resimlerini çizmesi ve ile toprak bilinci arasında bir ilişki var mı?
İnançların topraktaki yeri nedir?
Toprağın inançtaki önemi nedir?
Günümüzde insanlığın yarattığı uygarlıklar ve bilgi birikiminde toprağın yeri nedir?
Bu ve benzeri sorular uzun zamandır sorulmaktadır.
Bu tür sorular sosyal bilimciler yanında din bilginleri ve halk arasında da sıkça sorulan sorulardır. Soruların kesin bir cevabı olmamakla beraber günümüzden geçmişe değişik disiplinlerin araştırma bulguları ve tarihin sayfaları arasından ayıklanarak bir takım ilişkiler sağlanabilmektedir.
Toprak Felsefesini Anlamak Gerekir mi?
Toprağı anlamak salt toprak bilimi okumak ile olmuyor, temel bilimler yanında tarih ve sosyoloji de bilmek gerekiyor. Toprağı anlamak için toplumların dinamiğini ve tarihin işleyişi ile arasındaki diyalektik ilişkiyi doğru algılamak gerekir.
Sorunun insanla başlaması insanın tarihi ve onun yaşamsal faaliyetlerinin açıklanması ile başlamaktadır. İnsanın insan olma sürecinde yaşamsal faaliyetlerini sürdürmek için oluşan ihtiyaçların karşılanması ile başlayan süreç bu soruların yanıtı olarak kabul edilmelerdir. İnsanın ne zaman evrimleşerek insan olmaya başladığının bilinmesi ve ilk ihtiyaçlarının ne olduğunun bilinmesi için en doğru bilgi arkeolojik kazı sonuçları ve ondan sonra gelen yazılı anlatımlardadır.
Bilgi çağına giren dünyanın bazı bölgelerinde halen tarım toplumunu yaşayan insanların bulunması geçmişten günümüze insan-tarım ilişkisinin anlaşılmasında önemli bir kilometre taşı olarak irdelenmektedir. İnsanın bir kısmının bilgi çağında yaşadığı dünyamızda halen bazı insanların neolitik dönemi yaşamları insanın tarım ile ilgili bilgi birikimini net bir şekilde açıklamaktadır. Yeni Papunagine, Afrika’daki bazı kabileler ve Brezilya’daki Amazon yerlileri halen hasırdan yapılmış ve etrafı çamurla sıvanmış evlerde oturmakta, toprak işleme ağaçla toprak açılmakta ve beslendikleri bitkilerin tohumları toprağa gömülmekte, toprak kaplarda yemek pişirilmekte ve su taşınmaktadır. Bugün ki bilgi toplumunun bu süreçten geçtiği dikkate alındığında toprak-insan ilişkisinin evrimi ve yaratıcılığının sonuçları daha net olarak görülmektedir. İhtiyaçtan doğan alet kullanma ile başlayan ve bugün en üst düzeyde teknoloji geliştiren insanın ilk yaşama kaygısı ile başlattığı süreç bugün aynı şekilde devam etmektedir.
İnsanın yaşam yolculuğunda şu ana kadar kat ettiği aşamalar
İnsanın insan olma süreci ile başlayan ve birisinin birisinden daha fazla pay almasını sağlayan ve bu uğurda binlerce yılık yaşamda müşterek oranda yaşama savaşının geldiği nokta olarak görüyorum.
Mağara yaşamından 104 katlı gökdelenlere,
Mahrem yerlerini bitki yaprağı ile kapatan yaşamdan günde birkaç defa değişen süit takım elbiselere,
Avcılık ve toplayıcılıktan lüks Restoranlara,
Ok fırlatmaktan kıtalar arası balistik füzelere,
Uçurtmadan uzay gemilerine,
Öküz ile çekilen kanılardan, saate 500 km hızla giden süper iletken trenlere,
Saldan modern uçak gemilerine
Organik gıdalardan transgenik olarak üretilmiş gıdalara
Anadolu insanlığın tarım ve toprakla tanıştığı alanlardan biridir. Aşıklı Höyük kazıları MÖ 7200-5000 yılları arasında ilk sürekli köy topluluklarına geçen yarı göçebe topluluklar çanak çömleği düzenli kullanmaya başlamışlardır. Çanak çömlek kullanımını kerpiçten evlerin yapımı izlemiştir. Bugün halen Ortadoğu evleri kerpiçten yapılmaktadır. Yemenin birçok kentinde üç kata kadar kerpiçten evler yapılır. Kerpiç ve sıva için kullanılan kilin farklı olduğu ve her toprağın kullanılamayacağı ta o zamandan belirlenmiş olacak ki ileriki dönemlerde seramik, çini ve tuğla sanayiinde belirli toprakların kullanıldığı ve belirli bölgelere yoğunlaştıkları belirlenmiştir. Tabii çanak çömlek yapımındaki gelişme ile kil tableti kullanımına geçilmiş midir bilinmiyor fakat aynı coğrafyada olması bu ihtimali güçlendirmektedir. Neolitik dönem genel olarak değerlendirildiğinde çiftçilik ve çobanlığın yaygınlaştığını göstermektedir. Arkeolojik verilerle Anadolu’da Çatal höyükte ilk yaşamın belirtileri ortaya çıkmaktadır.
Mezopotamya da üretim ilişkileri gelişmiş ve üretim atışı ve artı değerler için ev odaları yetmeyince daha büyük binalar inşa edilmiş ve Tanrının evi bu binalara (tapınaklara) taşınmıştır. Üretimin artışı ve nüfusun artışı ile ilk sınıfsal farklılıkları barındıran kentler oluşmaya başladı. Tapınaklarda başlayan farklılaşma süreci kendini tarım ve sanayi farklılaşmasına kadar süregelmiştir. Bir dönemler kadınların elinde bulunan çömlekçilik, şarapçılık ve dokumacılık erkeklerin eline geçmiş ve bölgede yeni zanaat oluşmuştur. Bu süreç ile Mezopotamya’da erkek egemen toplum süreci başlamış oldu.
Anadolu’da ve Eski Türklerde Doğa ve Toprağa Verilen Önem
Toprak kutsal bir varlık olarak değişik kültürlerde en üst düzeyde değer görmüştür. Kökeni belli olmamakla beraber insanlığın toprağa biçtiği değer onun son derece temiz ve kirletilmemesi doğrultusundadır. Bu durum Mecusilerde (ateşe tapanlar) çok belirgindir, toprak kirlenmesin diye ölülerini toprağa defnetmezler, sadece kemiklerini bir çömlek içinde defnederler. Eski Anadolu Türklerinde ‘yağız yer’ olarak adlandırılan toprak her etkinliğin en son kutsanan halkası olarak adlandırılmaktadır. Hatta gerek Anadolu Alevileri, Şamanlıkta ve gerekse Budizm de dinsel törenlerde içilen içkilerin son damlaları ‘bu yağız yerin hakkıdır’ diyerek toprağa dökülürmüş. Divan edebiyatında da bu son damlanın Cür’a adıyla toprağa dökülmesi kuralı var diye belirtilir. Ayrıca yine inanca göre günahlı ölülerin başı mezarlarında toprakla bulaşmasın diye bir taş üzerine konur ve buna da ‘yağız yeri kirlenmesin’ nedeni gösterilir. Anadolu Tahtacı Türkmenlerinden en ağır suç olarak zina gösterilir ve günah işleyen kişinin cesedi gömülürken toprağı kirletmesin diye başı dışarıda tutulur. Yine doğu kökenli dinlerde benzeri inanışların olduğu belirtilmektedir.
Arap kültüründe ve İslam geleneğinde toprak yine bir temizlik unsuru olarak görülür ve suyun olmadığı durumlarda teyemmüm (abdest) toprak ile alınır. Kuranı kerimde toprak ile abdest alınması bir ayet ile belirtilmektedir. Halk arasında eli kirlenen elini toprakla ovarak temizler. Değişik kültürlerde toprak (kil) en iyi temizleyici olarak algılanır ve saçın temizlenmesinde toprak kullanılır, çamaşır yıkamada toprak kullanılır. Ayrıca toprak Ortadoğu kültüründe pekmez ve zeytinyağı işletmelerinde acı giderici (arıtıcı) olarak kullanılmaktadır. Masare sona ermeden kazana bir avuç toprak serpilerek bileşikteki her türlü ağır metal ve istenmeyen bileşiklerin toprak kolloidleri tarafından tutulması ve çökeltilmesi sağlanmaktadır. Halen de Ortadoğu halkları nedenini bilmez fakat önemini kavradığı için bu tür işlemlerde toprak kullanmaktadırlar. Bugünkü modern teknoloji rafine işlemlerinde benzer yaklaşımla yüzeyi genişletilmiş kil blokları kullanmaktadır.
Budizm, Şamanizm, Zerdüştlük ve Anadolu Alevilerinde yani genellikle doğu kökenli dinlerde doğayla iç içe olmaları sonucu toprak ve toprakla ilgili birçok ismin bulunduğu belirtilmektedir. Toprak kale, toprak tepe, topraklı gibi köy ve yerleşim isimleri eskiden beri bulunmaktadır. Hitit döneminde Anadolu’da yerli halkın en çok benimsediği tanrılar; toprak, bitki ve verimin tanrısı Telipinu, Fırtına tanrısı ve Güneş tanrısı gibi doğayı simgeleyen tanılar olmuştur. İlginçtir ki, genelde bütün dinler ve mitolojik bilgiler bütün uygulamaların altında öbür dünya korkusunu gösterirken, Anadolu’da insanlar Ana tanrıçayı öte dünya kaygısı ile sevmemişlerdir.
Tabii topraktan insan yaratmak bütün medeniyetlerde ve mitolojilerde görülmektedir. Topraktan geldik toprağa gidiyoruz. Yunan mitolojisinin Havası Pandora Zeus’un buyruğu ile Tanrı Hephaistos tarafından su ve topraktan heykelli yapılarak yaratılır. Ona bütün kötülüklerin ve acıların içine doldurulduğu kapalı bir kutu verirler. Pandora bir gün bu kutunun kapağını açar ve bütün kötülükler ve acılar dışarı çıkar. Sadece umut kalır kutunun içinde. Asya ve Mezopotamya’da buna benzer söylentiler anlatılmaktadır. Nuh tufanın da buna benzer bilgiler taşımaktadır.
İlkel İnsandan Günümüze Kadar Toprak Koruma Kavramı
Kızılderili reisi Seattle’in, 1854’te, kendisinden toprak satın almak isteyen ABD Cumhurbaşkanına yazdığı mektupta görülmektedir. Söz konusu mektupta toprağın insana değil insanın toprağa ait olduğu güçlü bir şekilde vurgulanmaktadır. Tabii beyaz adam toprağın ve suyun kıymetini alınır ve satılır meta olarak gördüğü için sonunda her türlü yöntemle gerek yerlileri öldürerek ve gerekse esir alarak baş etmiştir. Bugün tarih sayfalarında bu konu geniş olarak filmlere konu olacak kadar yaygınlaşmıştır.
Kızılderili Seattle’nin Amerikan Cumhurbaşkanına yazdığı mektuptan bazı pasajlarda bugün bile birçoğumuzun aklına gelmeyecek kadar derin bir felsefe ve doğa korumacılığı bulunmaktadır.
Diyor ki Kızılderili reis; belki vahşi olduğum için anlayamıyorum, ben ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka insan bir su birikintisinin çevresinde toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça yaşamın ne anlamı, ne değeri olur? Biz Kızılderili’yiz ve anlamıyoruz. Biz Kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgârın sesini ve kokusunu severiz. Çam ormanlarının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp gelmiş meltemleri severiz.
Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğim, eğer önerinizi kabul edecek olursak bizim de bir koşulumuz olacak. Beyaz adam bu topraklar üstünde yaşayan tüm canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve başka düşünemiyorum… Şu gerçeği iyi biliyorum. Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey: bir ailenin bireylerini birbirine bağlayan kan gibi ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de: dünyanın başına gelen her felaket, insanoğlunun da başına gelmiş demektir.
İnsan – Toprak
İnsanın doğadan etkilenerek sosyal yapısını düzenlemesi olgusu en iyi toprak sürecinde tanımlanabilir. Çevremizde gördüğümüz küçücük bir bahçede büyük-küçük-, çiçekli-çiçeksiz, meyveli-meyvesiz, güzel kokan-kokmayan, tek yılık-çok yıllık bitkiler aynı ortamda konaklamakta, beslenerek varlıklarını sürdürmektedir. Bunun biz insanlara yansıması ise bizlerde birlikte yaşaya biliriz, bizlerde paylaşabiliriz. Fakat her zaman doğada çınar ağacı olacaktır ve gölgesinde ot bitirtmez, bizim aramızda da ben merkezli hep bana hep bana diyenler olacaktır. Bu diyalektiğin kuralıdır. Toprakta son yıların teknik imkânları ile birbirinden farklı özelikte milyonlarca toprak canlısının olduğu ve bunların bir kısmı birbirine destekler bir kısmı birbirini yok ederken bir kısmı da bir birini kontrol etmektedir. Bütün bu olgular büyük bir âlemde canlılar birbirlerini ne denli tamamladıkları görülmektedir. İşte bu noktada insan bu süreçte halkanın dışında değil halkanın içinde bulunmaktadır.
Topraktan insana beslenme zincirinde bütün canlıların bir şekilde topraktan beslenerek bir sonraki aşamaya besin kaynağı hazırladıkları belirlenmektedir. İşte topraktaki beslenme zincirinde meydan gelebilecek bir aksama insanın beslenme ilişkisini bozacaktır.
Yine yakın geçmişin büyük ozanı Aşık Veysel
Âdemden bu yana neslim getirdi
Bana türlü türlü meyve bitirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yârim kara topraktır.
Toprak Kavramının Modern Bilime katkısı
İnsanın doğaya hakim olma sürecinde, bulduğu çanak-çömlek, tekerleğin keşfi, toprak işleme ve diğer buluşlar beraberinde bilginin entegrasyonu ve yazılı duruma geçişini zorunlu hale getirmiştir. Yerleşim yerlerinin oluşması kent yaşamı, mimarinin gelişimi, tarlaların ekilip dikilmesi, oluşan artı ürünün değerlendirilmesi ve yeni üretimin yapılması için bazı ek bilgilerin kullanımı zorunlu hale gelmişti. Bu bilgi başlangıçta şekillerle ifade edilen yazının ta kendisiydi. Sümerlerin toprak parçasını üçgen ve dörtgene bölerek ölçümler yaptığı yine kil tabletleri üzerine çizilen yazılı belgelerden anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi insanların dört mevsim tarım yaptığı verimli Nil kenarındaki araziler zaman zaman Nil’in taşması sonucu 80-100 km sağa ve sola taşmakta ve Nil’in getirdiği materyal kil, silt ve kum birikintileri yüzeye düşmektedir. Her ne kadar gelen materyal iyi bir yetiştirme ortamı hazırlıyorsa da çiftçilerin tarlaları ve onların sınırları kaybolmaktadır. Zamanla toprak anlaşmazlıkları çıkmaktadır. Yüz yıllar süren bu tür sorunlar Öklitin geometrisini yaratır. Öklit çiftçilerin sınır anlaşmazlıklarının ve çözüm yollarını geliştirdiği Öklit bağıntı yardımı ile çözer.
Çanak yapımı gibi tuğla yapımının kullanıcı insana kazandırdığı özgür irade kullanımı insanın ev ve yerleşim yeri sağlamada yeni olanaklar yaratmıştır.
Tuğla mimarisi uygulamalı matematik bilimine de büyük bir katkıda bulunmuştur. Eşkenar dörtgen şeklinde yapılan tuğlaların yığındaki tuğla sayısı üç kenardaki tuğlaların sayısının çarpımı ile hesapladıkları bilinmektedir. İnsanlar bu anlamda artı değerlerini korumak için ‘anaforlar’ geliştirmişlerdir. Anaforlar halen günümüzde bazı bölgelerde kullanılıyor olması tarım toplumunun etkilerinin ne denli güçlü olduğunun bir göstergesidir.
Mısır’da kent ekonomisinin gelişmesi beraberinde geometrik ilişkiler konusunda da bilgi gerektiriyordu. Ekilecek tohum miktarı için tarlanın alanının saptanması gerekiyordu. Vergi toplayıcı ne kadar vergi alacağını bilmek için tarlanın büyüklüğünü bilmesi gerektiği için kabaca alan hesapları geliştirmişlerdi. M.Ö 3000 yıllarında Sümerlerin tarlaların alanlarını her iki kenarını birlikte hesaplamasıyla bulunurlardı. Kısaca dikdörtgenin alanının doğru bulmak için doğru formülü kullandıkları anlaşılıyor (Gordon Child, 2001). Kendini Yaratan İnsan, Varlık yayınları). Mısır ve Babil’de tarlaların üçgen veya dörtgenlere ayrılarak hesaplandığı görülmekte fakat ölçek bilgisinin gelişmediği görülmektedir.
Kazanılan topraklarda meyve ağaçları ve bağlar zamanla tarım tekniklerinin geliştirilmesine ve bunların öğretilmesi gelişmiştir. Fakat nasıl ve hangi süreçlerden geçtiği tam bilinmiyor.
İnsanın bugün geliştirildiği teknoloji birikimi bir noktada geçmişte doğadan etkilenen ve sorun çözmeye dayalıdır. Mühendislikte yapı şekilleri tanımlamasında doğa ölçüleri ilkedir. Yer yüzeyi şekilleri, doğal objelerdirler. Ayrıca ölçü birimlerine kullanılmasında yine doğa birimleri kullanılmıştır. Batının kullandığı ark, foot gibi ölçü birimleri ta ilk çağlarda kullanılan birimlerdir. Arazi ölçümlerinde ayak mesafesi, parmak ölçümü gibi kavramları ilk tarım toplumunun kullandığı kavramlardır.
Türkiye Toprak Kullanımı Ve Kaybı Yönünde Ne Durumda
Türkiye’nin yüzölçümü 777.971 km2 olup, en önemli doğal kaynaklarından birisi de toprağıdır. Ülke topraklarının tarımda kullanılan arazisi ise 27.9 milyon hektardır. Ancak amaç dışı toprak kullanımından dolayı bugün kullanılabilir tarım arazisi 24 milyon hektardır. Ülkemiz, yanlış bilinenin aksine su ve tarım toprağı yoksuludur. Bununla beraber her yıl binlerce dekar birinci ve ikinci sınıf tarım arazisi, konut, sanayi ve turizm yapılaşmaları nedeniyle işgal ediliyor
Ülke yüzölçümünün ancak %6.4’ü birinci sınıf,%8.7’si ikinci sınıf tarım toprağını oluşturmaktadır. Türkiye topraklarının ancak %5 kadarı kaliteli, %93.5 kadarı ise özürlü topraklara sahiptir. Ülkemiz topraklarında halen mevcut tarım yapmaya uygun I, II ve III. sınıf arazi toplamı 19,3 milyon ha’dır. Bazı koruma tedbirleri alınarak işlemeli tarım yapılabilecek IV. Sınıf arazi miktarı ise 7,2 milyon ha’dır. İşlemeli tarıma uygun olmayan, orman ve çayır ile kaplı olması gereken 50,1 milyon ha arazinin ise, 20,7 milyon ha’ı orman, 21 milyon ha’ı çayır ve mera, geriye kalan 8,3 milyonluk kısmında ilkel ve uygun olmayan usullerle tarım yapılmaktadır.
Köy Hizmetleri Araştırma Enstitüsünce yapılan bir araştırmaya göre 1938 yılında Türkiye’nin % 16,9 u tarım, % 13,4 ü Orman, % 52,8 i mera (yaylalar da dahil) alanı iken 1980 yılı itibariyle % 31,5 i tarım, % 26,0 sı orman ve % 27,9 luk kısmı ise mera alanı haline gelmiştir. Sanırım günümüzde durum daha da vahim biçimde mera ve ormanlık alanlar aleyhine değişmiştir. Görüldüğü üzere ülkemizde maalesef tarım toprağı olmaması gereken alanları tarla toprağına dönüştürüldü. Bunun soncu toprak üretkenliği azaldı ve toprak çok kısa sürede yorgun üşerek verimsizleşti. Belki asıl sıkıntının ve ormanlar üzerindeki otlatma baskısının temel sebeplerinden birisi de bu durumdur.
Yanlış ve Amaç Dışı Toprak Kullanımı ve İnsanlığın Geleceği
Kırsaldan kente göç ile birlikte başta Çukurova olmak üzere Osmaniye’den Mersine kadar E5 kara yolunun sağlı sollu olarak oluşan yerleşim yerleri ve sanayi tesisleri en çarpıcı örneklerin başında gelmektedir. Bu şekilde amaç dışı kullanılan tarım topraklarının %5 düzeyinin üzerinde olduğu bilinmektedir. Tuğla ve seramik sanayii için başta Manisa, İznik ve Bursa ovası olmak üzere çok sayıda alanda tarım toprakları metrelerce derinlerden alınarak tuğla sanayiine taşınmakta ve açılan çukurlar tarım alanlarının bozunumuna neden olmaktadır. Trakya bölgesinde sanayileşme ile birlikte başlayan tarım topraklarının kirlenmesi yanında Karadeniz sahil yolunun tahrip ettiği kıyı şeridindeki fındık için uygun tarım toprakları başlıca toprakların elden çıkmasına neden gösterilen alanların başında gelmektedir. Yanlış toprak ve bitki yönetimi sonucu tarım alanlarının hızla tuzlulaşması da ayrıca tarım topraklarının bozunumunu tehdit eden faktörlerin başında gelmektedir. Türkiye genelinde 1.5 milyon hektar alan değişik düzeylerde tuzluluk sınıflarında olup GAP’ın sulamaya açılması ile birlikte yapılan yanlış sulama ve toprak bitki yönetiminden dolayı bugüne kadar 15 bin hektar alan tuzlulaşmıştır. Konya ovasında aşırı şekilde çekilen yer altı sularının yarattığı olumsuz etkiler ve azalan su miktarı ile birlikte başlayan Tuz Gölünün kuruması önümüzdeki dönemlerde İç Anadolu’da başlayacak olan kuraklık ve çölleşme ile birlikte tarım topaklarının elden çıkmasına neden olunacaktır.
1 Temmuz 2006 tarih ve 26215 sayılı Resmi Gazete’ de yayınlanan Dokuzuncu Kalkınma Planı raporunun (2007-2013’te Plan Öncesi Dönemde Türkiye’de Ekonomik ve Sosyal Gelişmeler) başlığı altında son on yılda tarım dışına çıkarılan yüksek verimli tarım alanları toplamının 1.26 milyon hektara ulaştığı belirtilmektedir (DPT, 2006: s31). Ki bu rakam İstanbul’un iki misli kadardır.
Erozyon Ve Toprak Bozunumu Türkiye’nin En Ciddi Sorunlarının Başında Geliyor
Ülkemiz topraklarının %78.8’ünde aktif erozyon (orta veya şiddetli erozyon) ve çeşitli derecelerde erozyon tehdidi altındadır. Küresel iklim değişimleri ile azalacak olan yağış ve su ile birlikte çölleşme ve erozyonun artacağı beklenilmektedir. Toprakların erozyona uğramasıyla: barajların ve göllerin doğal ömründen çok daha önce dolmasına neden olur. Toprakların kirlenmesi ile beslenme zincirinde aksaklıklar oluşarak üretilen ürün ve gıdaların toplum sağlığını bozması kaçınılmaz olacaktır.
Sonuç olarak her ne kadar topaktan in direk yollardan gıda sağlasak da toprağı yeterinde tanımadığımı rahatlıkla söylersek abartmamış olurum. Toprak bilimcileri olarak artan iklim değişimleri konusu çerçevesinde toprağın öneminin ne denli büyük olduğunu bir kez daha öğrenmiş bulunuyoruz. Günden güne toprağın fonksiyonlarını ve sürülebilir yaşam için önemini kavramaya çalışıyoruz. Bu bağlamda üzerinden beslendiğimiz ve varlığımızı sürdürdüğümüz toprak konusunda ülkemizin bir tarım-toprak politikasının olması önemli. Toprakların amaca uygun kullanımı ayrıca çok çok önemlidir. Hepsinden önemlisi ise toprağın öneminin topluma kazandırılması gerekir. 5 Aralık 2015 uluslararası toprak yılı bu bağlamda bir vesile olmaktadır. Hepimiz günü mutlu ve kurlu olsun.
Yararlanılan Kaynaklar:
1.Revnakı Bostan (Güzel Bahçe). 1967. Yazarı bilinmiyor, Abdi Özkök tarafından 16 yüz yılda yazıldığı belirlenen makaleyi Türkçeleştirmiştir. Tarım Bakanlığı Yayınları. Ankara
- Nejat Bindoğan 1997. Bilim ve Ütopya. Sayı 38.
- Orhan Hançerlioğlu, 1995. Dünya İnançlar Sözlüğü. İnkılap Yayınevi. İstanbul.
- E. Akurgal, 1987. Anadolu Uygarlıkları, Net Yayınları. S.104.
- Carleton Coon (1962). Caravan: The story of the Middle East. New York. Holt
- Shelton H. Davis, 1993. Indigenous Views of Land and the Environment’. 188 World bank Discussion paper. Washington. D.C.
- Daniel Hillel (1994) Rivers of Eden. Oxford Universitey Press. 355 pp. New York.
- Gordon Child, 2001. Kendini Yaratabn İnsan. Varlık Yayınevi.
- Clive Ponting 1991. A Green History of the World. Penguin Yayınevi
- Alaeddin Şenel. 1997. İlkel Topluluklardan Uygar Topluma.
İlgili yazılar:
Bir perinin elinden sıradışı tarım…