Cinsellik; iki kutbun birleşmesi, birliği oluşturması; ikiliğin bir olmasından yaşamın meydana gelmesi… Keyif verici olduğu kadar içgüdüsel, fiziksel olduğu kadar ilahi. Cinsellik ki başlangıçtan beri yaratımı sürdüren kutsal eylem, ne zaman anlamından ve derinliğinden bunca soyuldu?
Elbette hayatta her hareketi varoluşsal açıdan değerlendirmek herkesin doğal itkisi değil. Ve tabii ki birleşmenin derin anlamlarını, sırlarını keşfetmek birleşme için bir koşul değil. Fakat cinselliğin sonsuz bir metafizik boyutu olduğu bir gerçek; üzerine düşünülse de düşünülmese de.
Kadim toplumlardan bu yana Şamanizm’den semavi dinlere kadar pek çok inanç sisteminde cinsellik özel bir yere sahip olmuş. İnanışlarla alakalı veya olmayan şekillerde sosyal deneyimler sonucu oluşan çeşitli geleneklerde de. Bu gerek cinselliği hayat boyu tek bir kişiyle paylaşmak üzere sınırlandırmak olsun, gerekse cinselliğin gücünü enerjisel olarak çeşitli amaçlar için kullanmak olsun, farklı dinamikler üzerinden gerçekleşmiş.
Bugün cinsellik konusuna baktığımızda ise çok farklı dinamikler görüyoruz.
Cinselliğin sosyal statü için para kadar ruhsuz bir araç olduğu, birleşmenin skor saymaktan ve rahatlamaktan öte anlamlar taşımadığı, sevişmekle sevmek arasında bir uçurum olan ve bunun normal sayıldığı, hatta ‘sevişmek’ yerine ancak tecavüz kadar çirkin bir eylem için kullanılabilecek aşağılayıcı, eli bıçaklı kelimelerin kullanıldığı bir resim var karşımızda.
Elbette bu resmin tamamı değil, cinselliğin kutsallığı dünyanın tamamı tarafından unutulmuş değil. Ya da cinselliğin kutsallığına yapılan saldırı ilk defa şimdi değil. Fakat envai çeşit renkle yapılmış muhteşem bir duvar resminin üzerine, sanattan anlamayan, göremeyen, değer vermeyen bir andavalın siyah boya ile anlamsız, rastgele karalamalar yapması gibi acı verici bir gerçeklik var.
Peki nasıl oldu bu?
Yani kim nasıl izin verdi o andavalın elinde siyah boyayla çıkagelip cinselliğe dair bu zengin resmi alt üst etmesine? Aslında dünyada her şeyin tam olması gerektiği gibi akıp ilerlediği geniş bakış açısından bakarsak, elbette suçlanacak kimse yok. Ne tüm kutsal dinlerin hakiki öğretilerine kör olup anlamını yozlaştıran rahiplerinin; ne körlerin rehberliğinde ışıktan mahrum bırakılan takipçilerinin, ne karanlığa boyun eğmeyip kara körlüğü deviren ‘yeniden doğuş’, yani rönesansçıların, ne de gözlerini ancak renk körü olarak açabildiğinden, varoluşun sanatını anlayamayan, ve üzerine siyah kalemlerle kendi bildiklerini yazmaya başlayan ‘aydınlar’ın. Ama ne yazık ki kaderci bir bakışla kimsenin suçu olmayan bu olaylar sonucunda işlenmiş olan kara bir suç var, o da cinselliğin (ve aslında daha birçok şeyin) kutsallığına yapılan tecavüz.
Globalleşme sonucu hayatı demoden kalmış dedelerden ve basmakalıp geleneklerinden değil de ekranlardan öğrenmek bu devir için oldukça normal. Ki bu bir yerde ‘tencere dibin kara – seninki benden kara’ gibi bir durum. Ve dünyaya merak dolu heyecanlı bir civciv olarak gelmiş insan doğal olarak ilgisini çekene, yapay ışıklarla cezbedene, kolay ve hoş gözükene yöneliyor. Doğaldır ki insan görüp özendirildiği şeyi ister. Gösterip özendirerek kendine çekmekse Batı kültürünün çok iyi becerdiği bir diğer şey.
Cinsellik öylesine güçlü bir olgu ki kapitalizm denen koca canavarın ana yemeği bile onun sayesinde çıkıyor. Eğer cinsellik kanca olarak kullanılamasaydı kim bilir belki de kapitalizm kısa zamanda açlıktan yok olur giderdi. Cinsellik metalaştırılmış olmasa, insanlar cinsel objeye dönüşmemiş olsa, arzu nesnesi olma ve arzulanan her şeye sahip olma yarışı bunca olur muydu?
Yapay cinsellik anlayışı
Kıyafetten parfüme, cep telefonundan arabaya hatta yemekten tuvalet kağıdına her şeyin reklamının cinsellik üzerinden yapılıyor olması bu soruyu gayet açık cevaplıyor sanırım. Durum böyle olunca hayatta kalmak isteyen her varlık gibi bu canavarın da insanların cinsellik algısını yüzeysellikle beslemeye devam etmesi, derinliğinden hunharca kopararak sunması kaçınılmaz elbette. Böylece esir ediyor avını, ardı boş bir doyum vaadi, yapay bir cinsellik anlayışı ve arzusu satarak ve bunun karşılığında satacağı diğer her şey için talep alarak. Ve elbette sinsi bir tüccar gibi sattığı her şeyle aynı arzuyu satmaya devam ederek.
İnsan için cinselliğin bu kadar temel oluşu yalnız verdiği geçici fiziksel tatmin ya da DNA’larımızda yatan ‘nesli sürdürme’ itkisi midir? Çok daha hassas ve varoluşsal bir yönü daha var ki o da insanın doğasındaki belki en büyük ihtiyaç olan birlik duygusuna olan özlem. Sembolik olarak bedenlerin birleşmesi, normal bir insan için manada birliğe en çok yaklaşılan, ayrılık yaratan ‘benlik’ algısının en azaldığı an. Bu yüzden de çok ilahi bir an. Ve yine bu yüzden suistimal edilmesi böylesine acı.
Ekranlardan ve çıkar güden vitrinlerden öğrenildiği kadarıyla bu birleşme, gerçekte istemiyorken bile ‘hayır’ demeye sebep bulamayacak kadar önemsiz, hiçbir bağ ve uyumlanma sürecine ihtiyaç olmayacak kadar fiziksel ve gerçek bir etkisi olmayacak kadar sıradan.
Esasında ise unutulan en önemli şey mana
Hem cinsellikteki hem de bedendeki ruh, anlam… Beden bir mabet. Mananın kılıfı, ruhun evi, kutsal bir tapınak. Fakat ruhu tanımayan modern Batı kültürünün ulaşımın olduğu her köşe bucağa nüfuz ettiği günümüzde, bedenimizi bir mabet olarak tanımak eskiye göre çok daha az kişinin harcı. Yalnızca aklı ile var olmaya çabalayan insan için birleşme anlam taşımayan, önemsiz bir eylem. Bocalamasının sebebini kestiremeyen insanın içindeki devasa boşluk hissi, farkında olmadığı ruhunun açlığı. Dolayısıyla farkında olmadığı için aklına bile gelmeyen, birleşmede bedenlerdeki mananın karıştığı, gerçek anlamıyla ‘birleşildiği‘. Bu sevgi ve saygıdan yoksun bir eylem olduğunda bir tapınağın istila edilmesinden farksız olduğu. Ve değil ruhun aradığı birleşmenin coşkusunu doyuma yaklaştırmak, ihmalkarlık ve duyarsızlıktan dolayı açlığının arttığı.
Suç yok suçlu yok, her şey olması gerektiği üzereyse, o halde sorumluluk yok mu? Yöneliş insanın iradesine bırakılmış bir konu. İnsan ne yaparsa kendisi için. Faydası da zararı da… O halde sarmalandığı örümcek ağını sorgulamak ve onu yarıp özgürleşmek; kişinin tamamen kendi tercihine kalmış bir mesele. Öyleyse sorumluluk ancak kişinin bizzat kendi özüne karşı. Cinselliği yeniden hak ettiği kutsal mevkiye yerleştirmek ve onun hakiki meyvelerini toplamaya başlamak dileğiyle.
Keyifli keşifler!