Cinsiyet metaforu ve kadın üzerine

Toplumsal cinsiyet işareti, bedenleri insan bedeni olarak geçerli kılar; yeni doğmuş bir bebeğin insanlaştığı an, ‘kız mı oğlan mı?’ sorusunun cevaplandığı andır.

cinsiyet cinsellik kadın metafor

‘Kadınlar bizden çalınan adlandırma gücüne sahipti… Sonra kifayetsiz kelimeler kafi kabul edildi…’ Mary Daly- Beyond God the Father

Cinsel İdeolojide İlk Kadın Figürleri

Yaratılış Mitosu, Sümerlilerin M.Ö 2 binlere ait Kil tabletlerinde yazılı olan, sonraları tek tanrılı dinler dahil birçok inanışın temelinde yer alarak, özellikle insanın kültür hayatına geçişinin temel olgularını yansıtır ki bu olguların başında da kadın-erkek ilişkisi ile kodlanan üretim-tüketim ilişkisini beraberinde taşır. Bazı yaratılış, anlatı ve mitlerde Havva’dan önce Lilith adında bir kadının varlığından bahsetmektedir. Anaerkil dönemin bir tanrıçası olup, ataerkil Sümer dünyasından kovulan Lilith, mitoloji ve dinlerde Ademin ilk eşi olarak bilinir.


Güçlü-özne olan kadın imgesini toplumsal yaşamdan dışlayıp Tanrı-devlet-erkek bileşimi bir erk’e tabi kadın kimliğini makbul sayan anlatı ve sanat yapıtlarında Lilith ile Havva, kadın kimliğinin ve ahlakın karşıt kutuplarını simgeleyen mitolojik figür olarak gösterilirler.

Kutsal metinlerde yılan-iblis-kadın Lilith olurken, Havva’ya yasak elmayı ikna etmesiyle, birbirine karşıt ve düşman iki karakter olarak yansıtılırlar. Bazı sanat eserlerindeki betimlerde cinsiyet ideolojisine hizmet eden, kadınlarla kötülük arasında bir bağ yılan-kadın bileşimi figürler olarak gösterilmiştir. Evrenle bir mülkiyet ilişkisi geliştiren insan türünün, erkek cinsi egemenliği dişisine karşı daha komplike şekilde geliştirmiş, kadını Lilith veya Havva olmaya zorlamış, kendisi de gerçekdışı kuvvet-kudret imgeleminin gölgesinde ezik kalmıştır.

Batıda yaygın olarak bilinmesine karşın, doğu toplumlarında çok daha az bilinen Lilith ile insanlığın anası Havva, kadının özgül kimliğini de ataerkil toplumun kadının sırtına yüklenen ahlak‘ın da karşıt kutuplarını simgeleyen birer mitolojik figür niteliğindedir aslında.

cinsiyet cinsellik kadın metaforKutsal kitapların ve öykülerin tümünde ifade edilmek istenen ve kutsanan asıl mesaj egemenliktir. Öncelikle insanın tüm dünyevi varlıklar üzerindeki tahakkümü, eş güdümlü olarak da erkek cinsinin kadın cinsi üzerindeki egemenliğidir.

Anlatılar, erkeğin üstünlüğünü ve evrendeki merkez rolünü vurgularken, bir yandan da kadının ikincil, suçlu ve dolayısıyla cezalı rolünü belirginleştirmeye yönelmiştir. Ne de olsa cinsellik, özneleşme ve kültür sürecine geçişin simgesi sayılan yasak elmanın yenmesi ve ebedi, rahat hayat olan cennetten; çileli hayata geçiş kadınlar yüzünden olmuştur.

Yasak elmayı Havva’ya uzatan yılan kadın figüründeki Lilith’i betimleyen bütün resimlerde, Ademin saf bir kurban, kadının her iki kimliğiyle de kötü ve riyakar olduğu düşüncesine bağlar. İnsanlığın maruz kaldığı tüm talihsizliklerden kadını sorumlu tutmak için bir gerekçe oluşturur ve binlerce yıl günümüze değin, kadının toplumsal-cinsel-dinsel-siyasal-ekonomik özgürlüğüne de ket vurmanın zeminin hazırlar.

Bedenin Tarihsel Serüveni

Tarihin bedeni ilk konumlandırması, onu akıl karşısında öteleyerek gerçekleşir. Descartes, iki kutuplu düşünceye göre, insanın gerçek boyutunu aklın dengi olarak görülen ruhu erkekle, doğanın dengi olarak görülen bedeni ise kadınla özdeşleştirir. Beden, ruhun baştan çıkarma çabaları ile ruhun bu duruma karşı koyma arasındaki çatışma halidir. Beden ruhun hapishanesidir, diyen Platonculara karşılık Foucault, Artık ruh bedenin hapishanesidir, der. Baudrillard ise bu durumu, Günümüzde ruhu sarmalayan bedendir, şeklinde topluma uyarlar.

image

Metaya Dönüşen Cinsiyet

Her şeyin bedenleştirildiği, bedenin her türlü kazanımın kaynağı ve kanıtı sayıldığı çağımızda, toplum tarafından idealize edilen bir bedene sahip olmak, dış görünüşün insanlar arasındaki ilişkilerin belirleyici duruma gelmesi, somut örnekler olarak görülebilir ve zamanla bedenleşen varlığımız, bizi anlatamaz hale gelir.

Kadın bedeni artık hem günahkar ve kışkırtıcıdır, hem namus simgesidir; hem kutsal anneliğin taşıyıcısıdır, hem pornografi nesnesidir; ince ama dolgun göğüslü ve kalçalı olmak zorundadır.

Kişi nasıl bir toplumsal cinsiyet olur? Zaten hep toplumsal cinsiyetli olagelmiş insanlar var mıdır? Toplumsal cinsiyet işareti, bedenleri insan bedeni olarak geçerli kılar; yeni doğmuş bir bebeğin insanlaştığı an, ‘kız mı oğlan mı?’ sorusunun cevaplandığı andır.

Kapitalist toplumlarda üretim faaliyetlerinin temel amacı, insanların ihtiyaçlarını karşılamak değil, kar elde etmektir. Değişimin gerçekleştirildiği parasal ilişkilere konu olmayan ürünler mal, değişim amacıyla üretilen ürünler metadır. Kadın bedeni de parasal ilişkilere konu olmuş, metalaştırılmıştır. Örneğin marka giyinmek başlı başına güzelliği, cinsel çekiciliği temsil etmektedir. Özellikle reklam görsellerinde, satın alabilecek durumda olmak, cinsel bakımdan istenir olmakla eşitlenir. Gizli mesaj şudur: Bu ürünü satın alabiliyorsanız, sevilen biri olacaksınız.

Ancak burada asıl sorun, her sınıftan kendi ile bedeni arasındaki mesafenin oluşması, bedenini düzenlenebilir bir meta olarak görmeye başlamasıdır.


Kadın Bedeni Ve Cinsiyetler Arası Eşitsizlik

Kadın bedeninin tanımlanmasında kullanılan kavramlaştırmalar, erkek egemen bakışının ürünüdür, kadın bedeni erkeğin önceliklerine göre tanımlanmıştır.

Amerikalı Feminist-Eleştirel kuram yazarı Carol Adams’ın Etin Cinsel Politikası adlı kitabında, et yemenin erkek egemenliğiyle ilişkili olduğunu, kadınlar ile insan olmayan hayvanların benzer ve birbirine bağlı şekillerde konumlandırıldığını iddia eder. ‘Etin Cinsel Politikası Türkiye kültürünün neresindedir?’ der ve ekler Adams, Neden etin cinsel politikası? Kimi çağrışımların mevcut zorbalığı nasıl güçlendirdiğini, çok yönlü ve birbirine kenetlenmiş baskı biçimlerini dikkate almak için bir yöntem sunar. Şiddeti değerli bir şeymiş gibi gösteren hakim kültüre karşı olmanın yollarını önerir.

Ataerkil yapı, erkekleri doğuştan egemen ve her şeye üstün olma, zayıfa hükmetme, hakimiyet kurma gibi egemenliklerini şiddete dönüştürme ve sürdürmelerini siyasal ve sosyal sistemin içine alır. Ataerkilliğin bir diğer kurallarından biri de kadınlar erkeklere itaat ve hizmet etmek için yaratılmışlardır düşüncesidir. Amerikalı sosyal aktivist ve yazar Bell Hooks, bu iç içe geçmiş sistemde cinsiyetler arası eşitliği sağlamanın zorluğuna değinir.

Kapitalist ataerkil sınıf yapısında erkekler kendi aralarında eşit değilken, hangi erkekler kadınlarla eşit olmak ister ki?

Problemin erkekler değil, ataerkillik sistemi olduğunu gördükten sonra bir yanıt bulmaya başlayabileceğimizi savunur Hooks. Aynı zamanda ataerkilliğin en sinsi yönlerinden birinin hiçbir zaman konuşulmaması olduğunu söyler.

Hayatlarımız üzerinde etkisini topluca inkar etmediğimiz sürece bir sistemi parçalayamayız.

Türkiye’nin Cinsiyete Bakışında Devlet Politikası

Türkiye’nin devlet politikası, tüm erkeklerin şiddetle yetkilendirildiği bir ortam yaratırken, ataerkil değerlerin egemenliğini sürdürmesine olanak verir. Bunun sonuçlarını namus adı altında işlenen kadın cinayetlerinde olduğu gibi LGBT (Eşcinsel, biseksüel ve transseksüel) bireylere yönelik nefret suçlarında görmek mümkün. Birçok ülke gibi Türkiye’de de cinsel taciz ve tecavüz vakaları da oldukça yaygındır.

Kadın Bakanlığı diye bilinen Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına dönüştürüldüğünde, isim değişikliğiyle beraber bir odak kaymasının ilanıydı. Hükümet tarafından kürtajı bir suç haline getirme çabaları sürüyor. Bununla beraber en az üç çocuk sahibi olmalarını öğütlerken hükümet, Türkiye’nin daha genç nüfusa ihtiyaç olduğunu söylese de, hedef ancak kadının ömrünün önemli bir kısmında eve kapanmasıyla mümkün olduğunu gösteriyor.

Son Söz, Bu Beden Senin…

Cinsiyet belası

cinsiyet cinsellik kadın metaforYüzyıllarca süregelen ve sistematikliğini koruyan ataerkil düzen içinde yıllarca mücadele edilen kadın hakları; kadının kimliğine, benliğine, bedenine saygı, değer görülmesinin sağlanması yönündeki çalışmalar tüm dünyada hala güncelliğini koruyarak sürdürülmektedir.

Kadının bir meta olarak bedeninin kullanılmasından, bir sömürü malzemesi haline dönüştürülmesine kadar kimliksizleştirilmeye, yok sayılmaya devam ettiği sistem, devletin sorumluluğu altındadır.

Kadının kadınlığını yaşayamadan korku ve şiddet (fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik) endişesi ile doğal özgürlüklerinin arasında sıkıştırılmaya zorlanmıştır. Kadının ezen-ezilen ilişkilerinde, ezilen konumunu koruyan ve erkeğin iktidarını sağlamlaştıran ataerkil politikalara karşı, kadına yönelik çalışmaların ve sürdürülen faaliyetlerin asıl amacı, bilinen ya da bilinmeyen yönleriyle kadının sessiz kalmış çığlıklarını gün yüzüne çıkarmak, farkındalık yaratmanın ötesinde kadınların haklarını koruyarak, onları birliğe davet etmektir. Çünkü bir kadının sorunu tek bir bedeni değil, tüm bedenlere yapılan saldırıları teşkil eder.

Ayrıca ezen-ezilen ilişkilerinde eşitlenmek adına erkekleşmek de, kadının kendi benliğini reddetmesine, dolayısıyla kimlik adına verdiği mücadeleye katkı sağlamayacaktır. Kadın, kendi benliğiyle yaşamın her alanında var oluşunu gerçekleştirmelidir. Kadının özgürleşmesi, kendi benliğini bulması ve kimliğini kazanması ancak mücadele ile zorunludur. Bu da kadın dayanışması ve kadın bilincinin arttırılmasıyla değer kazanır.


Kaynakça

  • Özbay, E. (2004). Adem- Havva- Lilith figürleri
  • Savran, G. (2010). Kadın Bedenini Denetleme Biçimi
  • Berger, J. (1997). Sermaye Olarak Beden
  • Butler, J.(2012). Cinsiyet Belası: Feminizmin ve Kimliğin Altüst Edilmesi
  • Adams, C. (2000). Etin Cinsel Politikası
  • Hooks, B. (1981). Ben Bir Kadın Değil miyim?

Erkeği güçlü görmek isteyen; toplum değil kadın


Aylin İçsel
İnsanın en büyük pratiği kendi hayatıdır, derler. Deneyimlerimizden çıktığımız yolculuğumuzda her durakta ve her yolda hayatın anlamına dair edindiğimiz her doktrin muazzam mucizelerle dolu biz insanlara münhasırdır. Benimse en büyük meramım, derin bir insan sevgisi ve anlayışı, bütün insanlara duyulan kardeşlik ruhu; insanların mutabakat içinde olmaları, dünyayı daha iyi algılayıp, daha yaşanılır bir yer olmaya muktedir, düşüncelerin özgür, barışın ve insanlığın hüküm sürdüğü, çocukların mutlu yaşadığı bir dünya inancı ve de hayalidir. Yazmaksa, olup bitenler karşısında herkesin sesi olmak, kıyılardan geçip, sokağın en işlek caddelerinden dokunmaktır hayata... Yaşamın kendisine karışmak ve keşfetmek tutkusudur. Varoluşun en derin sebebidir yazmak...