Hayao Miyazaki çok dikkat çeken ve çevre sorunlarını işlediği, fantastik animasyonları ile ilgiyi hak eden yapıtlar oluşturuyor. Bunlardan en ilgi çekenlerinden birisi: Prenses Mononoke; animasyon tarihinin en önemli eserlerinden biri olarak gösteriliyor…
Animasyondan Gerçeğe Akan Düşler
Hikayesi Orta Asya’da bir kabileye yaban domuzu saldırısı ile başlar. Kabilenin Prensi Ashitaka kabilesini kurtarmak için canı pahasına savaşır ve ölümcül bir yara alır.
Köyündeki şaman Bilge kadın (!) bir ilaç hazırlayarak yarasını dindirir. Ve “Kabileni korumanın yolu ancak burayı terk eder sendir.” deyince; evcilleştirmiş olduğu geyiğine binerek uzaklaşır Ashitaka…
Yolda samuraylarla savaşmak zorunda kalır, avcı bir Çinli ile karşılaşır, istemese de bir gece birlikte konaklarlar. Çinli avcı, geyik üzerinde olağanüstü güçle savaşan Ashitaka’dan özellikle kabilesine ait tası gördüğünde şüphelenir. Ona bir tas çorba koyarken seramik kaseyi inceleyerek; “Geyiğe çok iyi biniyorsun, İmparatorun yok etmek istediği bir kabile vardı; O senin kabilen miydi?” der. Ashitaka kabilesinin sırrını vermek istemez. Ve yoluna devam eder.
Bir müddet sonra Ashitaka bir ırmağın yanına varır. Ve orada kurtların büyüttüğü (!) Prenses Mononoke ile karşılaşır ve O’na aşık olur.
Türk Yaradılış Efsaneleri’nde de kurt figürü oldukça fazla yerde geçmektedir ve Türklerle özdeşleşmiştir. Bir nev’i Oğuz Kağan Destanı ve Çingiz-name niteliğinde olan meşhur Han-name’yi incelediğimizde; Çingiz Han’ın büyük büyük annesi ve Buyan Han’ın kızı Alan-koa, büyüyünce babasından ayrı bir çadır ister. Gece olup, evinde uyumaya başlayınca, çadırının tünlüğünden (tepesinden) parlak bir ışık içeri girer. Bunun ardından onun kaldığı yere bir kurt gidip-gelmeye başlar. Daha sonra Alan-koa hamile olduğunu farkeder. Nihayet anlar ki, gece çadıra giren ışık içindeki kurttan gebe kalmıştır.
Moğolların Gizli Tarihi’nde de, kocası Dobun-mergen’in ölümünden sonra Alan-koa’nın eşsiz olduğu halde üç erkek çocuk doğurduğu yazılıdır. Neticede kadın sırrını anasına söyler, ama kadın bunun neden kaynaklandığı hususunda kuşkulanır. Anası çocuğunu kontrol ettiğinde onun hala kız olduğunu görür ve bunun ilahi bir şeyden geldiğine karar verir. Nirunlar işte, Alan-koa’nın doğurduğu çocuklar olup; bunlar asiller, diğerleri de geriye kalan Moğollardır.
Ayrıca İslam öncesi Türk tarihinin kaynaklarında ise devlet kurucusu iki aile ile karşılaşıyoruz. Bunlardan birisi A-shih-na (Börülüler – Kurtlar), diğeri de A-shih-te’dir (Arslanlar).
Bugüne kadar A-shih-te ailesi üzerinde pek durulmamışsa da, A-shihnaların kimliği hususunda üç-aşağı, beş-yukarı birtakım tahminler yapıldığını biliyoruz. Biz Türklerde, iki hayvanın kültürümüzde mühim bir yeri vardır. Bunlardan birisi kurt (börü), diğeri de arslandır ki (veya bars=tonga), Aşina’nın kurt ile alakasını aşağı-yukarı herkes kabul ediyor. Arslan da büyük bir ihtimalle A-shih-te (Aşite) ailesinin sembolüdür. Bu Türk kültür hayatı için gayet normal bir hadisedir. Çünkü Türk boylarına ad verme gelenekleri içinde hayvan isimlerine de rastlıyoruz (Ak Koyunlu, Kara Koyunlu, Kara Keçili, Sarı Keçili, Alayuntlu vs).
Aşitelere (A-shih-te) baktığımızda, devamlı Aşinalar (A-shih-na) yanında bulunan ve onlara yardımcı olan bu ailenin, Aşinaların (A-shih-na) akrabası olduğu çok kuvvetli bir ihtimaldir. Kök Türkler çağında, Aşina Nishu-fuyu kağan ilan eden A-shih-te ileri gelenleri, Kutlugun yanında da Tunyukuk (Tonıkök veya Tonga-yukuk) vasıtasıyla görülmektedir. Bilindiği gibi Tunyukuk’un adı Çin kaynaklarında A-shih-te Yüan-chen şeklinde yazılıdır. Kök Türk Kağanlığı dönemi olayları sırasında mühim vazifelerde bulunan, daha doğrusu Kök Türk Kağanlığının yeniden yükselişi ve toparlanışında adları sıkça geçen iki Aşite beyi vardır.
Kök (Gök) Türk Kağanlığı 7. yüzyılın ortalarında, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine kadar büyük bir kargaşa içine düşmüştü. Devlet içeriden ve dışarıdan ihanetlere maruz kalıyor, halk perişan bir halde yaşıyordu. Elbette ki, bu asil millet sahipsiz değildi. Her şeyden önce Tanrı onu gözetiyor ve kolluyordu. Aklını başına alması için birtakım belaları üzerine musallat ettiyse de, kitabelerin ifadesine göre yine onu yükseltecek olan Tanrının iradesiydi. İşte bu aşamada devletleri ve milletleri için gözlerini hiçbir şeyden esirgemeyen delilerin ortaya çıktığını görüyoruz. Bir milletin hayatında ne kadar çok deli varsa, o millet o kadar büyüktür. Tabiî ki biz burada deli kavramını müspet manada kullanmaktayız. A-shih-te Fengchi ve A-shih-te Wen-fu da bizim tarihimizin şanlı delilerindendir. Tıpkı Bilge Kağan ile Tonyukuk gibi…
Eski Türklerde gözünü budaktan esirgemeyen, devlet ve millet adına yapılan savaşlarda er meydanına ilk önce çıkan kişilere “deli alpler veya deli bahadırlar” deniyordu.
Devam edecek olursak; Ashitaka bir şehre varır. Orası demir şehridir. Bir kadının hakimiyeti altında insanlar dağdan sürekli demir çıkartmaktadırlar. Lady Eboshi, cüzzamlıları ve hayat kadınlarını kısacası toplumdan tecrit edilen istenmeyenlere bir iş imkanı vermiştir.
Burada dikkati çeken; anaerkil yönetimin olmasıdır. Türklerde kadın yönetimdeki yeri; çok doğal ve yaygındır. Aile yönetiminde olduğu kadar devlet yönetiminde de söz sahibidirler. Aynı zamanda demir madeni Türkler için kutsaldır. Türkler bir parça demir döverek yaptıkları şenliklerle baharın gelişini kutlarlar. Bugüne de Nevruz derler. Bunun yanında bakıra da ilgi gösterirler.
Lady Eboshi, başta insanlara yardım ederek iyi bir insan olsa da demire düşkünlüğü onda bir hırs haline gelmiş doğaya zarar vermeye başlamıştır. Prenses Mononoke ile bu sebepten ötürü birbirlerine düşman olurlar ve aralarında kıyasıya bir mücadele başlar. Ashitaka, Mononoke’ye zarar gelmesini önlemek için kızı alarak yoluna devam eder. Ashitaka, onları ayırmaya çalıştığı bir sırada –ki çok çetin bir dövüştür- epeyce yara alır. Vücudundaki kötülük O’nu güçlü kılar. Ve sonunda zor olsa da Mononoke’yi oradan uzaklaştırır. Kız O’nun öleceğini anlar. Yere yıkıldığında kurt kardeşleri O’na saldırmak isterler. Fakat O, O’nu koruyarak ormanın derinliklerindeki Orman Ruhunun bulunduğu göle götürür.
Mononoke, bir ağaç dikerek O’nun iyileşmesi için adakta bulunur. Bir süre sonra Orman ruhu Ashitaka’nın yaralarını iyileştirir. Orman Ruhu gündüzleri insan yüzlü bir geyik formundadır, güneş battıktan sonra da “Gece Yürüyen’e” dönüşmektedir.
Sinor’un Türklerin Köken Efsanesinde anlatıldığına göre Türklerin atasına Shê-mo-shê-li denirdi, A-shih-tê mağarasının batısında yaşayan göl ruhu vardı. Shê-mo’ya tabiat-üstü mucizevî bir şey oldu. Her akşam göl ruhunun kızı onu göle alıp getirmek için beyaz bir geyik gönderirdi. Tan vakti onu geri gönderirdi. Birkaç on yıl sonra Shê-mo’nun boyu büyük bir ava hazırlanıp çıktı. Gece yarısında göl ruhunun kızı Shê-mo’ya dedi ki “Yarın av sırasında altın boynuzlu beyaz bir geyik senin atalarının doğduğu mağaradan çıkacak. Eğer senin okların geyiği vurursa, sen yaşadıkça ilişkimiz sürecek, fakat eğer onu kaçırırsan, ilişkimiz sona erecek.”
Günü geldiğinde Shê-mo sürek avına katıldı ve gerçekten de, altın boynuzlu bir beyaz geyik doğum mağarasından çıktı. Shê-mo kendisini takip edenlere sürek avını sıkıştırmalarını emretti. Geyik kaçmak üzere iken, A-erh tarafından öldürüldü. Shê-mo, kızgın, bizzat kendi eliyle lider A-erh’in boynunu vurdu ve şöyle ant içti: “Geyiğin bu katlinden itibaren, ebediyyen, Gök Tanrı’ya bir insan kurbanı adanması mecburî olacaktır. A-erh’in boyundan bir erkek seçilecek ve kurban olarak boynu vurulacaktır.” Bugüne kadar tuğa bir kurban olarak Türkler A-erh’in boyundan bir adamı alır. Shê-mo A-erh’in boynunu vurduğu akşam göl ruhunun kızına döndü, kız ona “Senin elin bir erkeğin boynunu vurdu, hava kan kokusuyla pis koktu. Bundan dolayı aramızda herşey bitti.” dedi (Sinor 1982: 230).
Bu metinde, Türk köken efsanesinin izini veren motif, aslında “doğum-mağarası” ile ilgili kısım gibi gözükür. Sinor, doğum-mağarasının altın boynuzlu beyaz geyiğin de mağarası (evi) olduğuna dikkat çekmiştir (Sinor1982: 231). Efsanenin diğer önemli bir yanı Türklerin atalarının bir “insan kurbanı” motifi ile daha sonra bizzat Türklerin kendi yazıtlarında göreceğimiz Semavî Tanrıya (Gök Tanrı) yer vermiş olmasıdır.
Aslında, bu hikayedeki motifler; atalar mağarası; hem doğum-mağarası hem de A-shih-tê mağarası, hükümdarın av töreni, altın boynuzlu ak geyik, onun avı, geyiğin ancak Shê-mo tarafından avlanabileceği, Göksel Tanrı’ya yasağın çiğnenmesinden dolayı geyik yerine, artık insan kurban edilmesi gibi unsurlar incelenmeye değerdir.
Mesela, Proto-Türk sanılan Chou’lar döneminde (M.Ö. 1050 – 249) “kurban ayini vechesi olan bir av merasimi sırasında Chou hükümdarı ok ile geyikler avlayıp atalarının tapınağına kurban ediyordu” (Esin 1978: 94). Diğer yandan, bilindiği gibi, M.S. 630’da Hsüen-tsang’ın da ziyaret ettiği, Türk devletinin batı kanadını sevk ve idare eden, On Oklar’ın lideri T’ong Yabgu’nun (11) merkezi Bih Yul’da (Bin Bulak) da yaşayan geyikleri öldürmek yasaktı. Öyle ki buradaki geyikler ehlîleşmişti (Esin 1976: 158). Arap kaynakları da aynı bölgede “Türgiş” hakanının kutlu dağından ve orada avlanmanın yasak olduğundan bahsediyordu (Esin 1976: 158).
Hikayedeki Mononoke Aşina ailesini (Kurtları) sembolize ederken, Aşhitaka da Aşiteleri (Arslanları) sembolize ediyor olabilir. Ve insanları kurtaran iki deliyi (cesur, mert, çılgın anlamında). A-shih-tê mağarası da A-shih-te (Aşite ailesini) sembolize ediyor olabilir. Animasyondaki ve efsanedeki tasvir edilen yerler birbiri ile örtüşmektedir.
Ayrıca Rusya’da ve Moğolistan’da bulunan taşlar üzerine yapılan Türk damgalarında geyik önemli figürdür.
Filmin sonuna doğru Çinli avcılar Lady Eboshi’yi kandırarak Orman Ruhu’nu (tam da şekil değiştirdiği sırada) başından vurmasını sağlarlar. Bu saldırı sırasında Çinliler İmparatora götürmek için Orman ruhunun başını ele geçirirler.
Bu sırada domuzlar ile insanlar arasında amansız bir savaş başlar. Lady Eboshi’nin kurşun olarak kullandığı demir toplar, yaraladığı yaban domuzunu bir şeytana dönüştürmektedir. Ashitaka’nın kabilesine saldıran yaban domuzunu da yine Lady Eboshi yaralamıştır.
İnsanlar ve domuzlar arasında yapılan savaşı engellemek için Mononoke çok uğraşır. Doğal yaşamı ve doğayı korumak amacı ile tıpkı Ashitaka gibi ağır yaralar alır.
Anadolu’da da yaban domuzlarının hikayesi de bir hayli ilginçtir. Bir hikayede Ares, Adonis’i kıskandığı için, bir yaban domuzuna öldürtür, bir diğer mitolojik hikayede de yaban domuzları Attis ve Kybele’ye karşı Ares’in yolladığı savaşçılardır.
Attis ve Adonis’i bir yaban domuzunun öldürdüğü söylenir. Bu yüzden Anadolu’da Attis ve Kybele’ye inananlar domuz eti yememişler ve kurban etmemişlerdir. Ayrıca yaralanan yaban domuzunun çok güçlendiği ve korkuya aldırış etmeyen ölümcül bir varlığa dönüştüğünden bahsedilir.
Türklerin 1071’den çok önce M.Ö. 10000 tarihlerinde de Anadolu’da bulundukları kaya resimleri ve Ön-Türk yazıtları ile tespit edilmiştir. Anadolu’daki bu inanç, Bir Türk beyinin yaban domuzu saldırısıyla ölmesi ve bu olayın mitolojiye aktarılması şeklinde olabilir. Türklerden gelen bir geleneğin göstergesi de olabilir.
Dönüşümünü tamamlayamayan Gece Yürüye’nin içinden ölüm her yere yayılmaya başlar. Yayılan ölüm demir şehri yutar. Zor da olsa kesik başı alan Mononoke ve Ashitaka, Gece Yürüyene başını; canlarını vermek pahasına da olsa teslim ederler. Ve yeryüzüne bahar gelir. Her yer bir anda yeşerir.
Ashitaka insanlara yardım edeceğini her şeyi yeniden tekrar kurabileceklerini söyler. Ve Mononoke’ye “Benimle kal der.” Mononoke ise “Seni seviyorum, fakat insanları affedemiyorum.”der. O yüzden birlikte olamayacağını bildirir.
Tıpkı Göl ruhu kızının Atamız She-moo-she’ye dediği gibi…
Türk halkı her zaman Japonları kendisine yakın hissetmiştir. Aynı şekilde Onlar da… Bana göre; Çinlilerin sülale kayıtlarında Türklerle ilgili bulunan bizim gözden kaçırdığımız detaylı bilgileri Japonlar araştırmışlar ve zaman zaman eserlerine yansıtmışlardır. Dünyadaki başka eserlerde de bunun örneklerini görebilmek mümkündür. Bu örnekler insanlığı ayırmanın aksine kadim köklerle birbirine birleştirmektedir. Bütün veriler ışığında bize verdiği ilham için Hayao Miyazaki’ye teşekkür ederim. Yaşadıkları felaket için de çok üzgün olduğumu ve kısa zamanda her şeyin düzeleceğini umduğumu belirtmek isterim.
Kaynaklar:
* Moğolların Gizli Tarihi, Çev. A. Temir, 2. baskı, Ankara 1986, s.7-8; O..Gökyay, “Hanname”, Necati Lugal Armaanı, Ankara 1968
* J.Barbaro, Anadolu’ya ve İran’a Seyahat, Çev. T. Gündüz, İstanbul 2005
* Türklerin ve Moğolların Tarihi İki Boyu Prof. Dr. Saadettin Gömeç – A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
* Sinor 1982: 230