Günlük hayatımızda dilimize aklımıza yüreğimize yapışan bu virüsü ne kadar tanıyoruz? Tüm epik hikayelerin baş teması aşk nedir?
Aşk, geceyi gündüz yapan ilaç,
Gündüzü geceye çeviren bir gölge…
Şairane bir gerçekliktir bu bizi seven sevilen olma hissiyatının büyüsüyle içine alan. Hayatın bize hazırladığı bu şaşırtıcı sürprizden hiçbir oyun teorisi kurtulamadı şimdiye dek.
Nedir bizi bu büyüye iten? Fiziksel özellikleri mi, adı mı, karakterimi, huyu husu boyu posu hikaye… Biz burada figüranız, düşüncelerimiz basit birer figür… Tanımlanamayan bir içgüdü. Bizi bu çukura iten de aşk, tepesinde bulutların üzerine çıkaran da…
Pekala, esas sorun ne, sadece sevmek ve sevilmek üzerine mi inşa edilir bu aşk denen hikaye? Yoksa sevmek ve sevilmek yeterli değil midir?
Sevmek ve sevilmek şairane ama hayat gerçek. Hayatın kılıçları var, özene bezene büyüttüğün aşkını hayatın kılıç darbelerinden korumak aşığın görevidir.
Sevmek sevilmek yetmeli mi? Sevmek ve sevilmekle aşk zirvesine ulaşmış demektir. Yetiyorsa ne mutlu, yetmiyorsa o kılıç darbelerinin acıları ve akan kanın kızıllığını tarife gerek yok.
Aşkın en güzel yanı bu zirveye giden yolda aşıkların birbirine sunduğu hayatın belki de tek anlamının “aşk” olduğu gerçeğini yaşatmaları hissettirmeleri belki de.
Aşk nedir?
Günlük hayatımızda dilimize aklımıza yüreğimize yapışan bu virüsü ne kadar tanıyoruz. Tüm epik hikayelerin baş teması aşk nedir?
Bir bilim, bir araç, bir duygu? Duyamadım. Yoksa….
Burada aşk olmayan birçok hissiyatı, aşk zanneden küçüklü büyüklü sevgizedelerimizin hissettikleri ne acaba? Bilimsel olarak ispatlı… Salgılanan hormonlarımız burada konuşuyor zaten, kalbimiz ve aklımız o hormonların etkisiyle hareket ettiğinde aşkı hissetmeye başlıyoruz. Aşık olduğumuz kişiyle beraberken de ondan ayrıyken de bu hormonlar devrede, ama her iki durumda da bizi farklı etkiliyorlar. Birinde mutluluk bizim için yaratılmış diyebiliyorken, diğerinde biz ızdırap için var olmuşuz hissiyatı tüm benliğimizi kaplıyor. Aşık mıyız, değil miyiz; belki şimdi, belki zamanla bedenimiz ve ruhumuz bunun cevabını zaten verecektir.
Platonik aşk
Platonik aşklar; bu da başka bir türü bu aşk virüsünün. Belki de tehlikeli türlerinden birisi, zehri, karşılık bulmayan aşk vücuda enjekte edildiği andan itibaren bizi yavaş yavaş öldürmeye başlıyor.
Bir de aşkın olmadığına inanan bir güruh var, muhtemelen aşkzedelerimiz olsa gerek. Aşkzede olsak da olmasak da , aşk vardır. Duygularımıza soralım onlar cevaplayacaklardır. İnsanı insan yapan aklı ve duygularıysa bu duyguların en yoğun yaşanış şeklidir aşk. Duygularınız öldüyse bu aşk olmadığı anlamına gelmez.
Hayatın her alanında var olan bir olgu, tutkular, hobiler, aile sevgisi, doğa sevgisi ve birçok örneği mevcut olan sevginin derecesini de aşk olarak niteleyenlerimiz var. Ama burada insanın insana olan aşkından söz ediyorsak bu virüsün en tehlikeli olanıyla henüz tanışmadınız demektir.
Bu türde her iki insanın aklı da bedeni de birbirine tartışmasız beslediği sevgi virüsüyle kaplanmışsa, ayrılık ve ötesi dediğimiz araf bir alemde hapsolmuşsa sevgi, bu virüsün en can alıcı olanı birbirine kavuşamayan iki sevgilinin hissettiklerinde gizlidir diyebiliriz…
Aşk, her haliyle tüm hormonlarımızı ve tüm benliğimizi esir alan esrarengiz bir duygu bir yaşam tarzı ve her aşk tecrübesini tadan bünye bunu farklı biçimlerde yaşıyor, hissediyor iliklerine kadar.
Aşk bazen tek bir cümleyle yazılan roman gibidir, o romanı bir ömür boyu okursun, onu seversin o da seni sever ve ölürsün… Bir gemi gibidir aynı zamanda seni doğuya da götürür batıya da, uçarsın yeri gelir mutluluktan. Gel gör ki yüzmeyi bilmezsen gemi battığında boğulabilirsin.
En şairane ve en gerçekçi hikaye, aşk sizlerle…