Artık, uyuyan genlerin uyandırılabileceğini biliyoruz. “Kalıtsal” terimi, bundan 20-30 yıl öncesine kadar Kader ya da Alın yazısı ile neredeyse eş anlamlıydı. Bir kuşaktan diğerine aktarılan özellikler değiştirilemez görülmekteydi. Oysaki yetenek, büyük çabalar sonucunda elbette geliştirilebilir. Çevre ve diğer dış etkenler genlerimizin işleyişini değiştirebilir.
Genetik Kodumuzda Saklı Gizemler
Diğer bir mucizevi olan kısımsa; işleyiş ilkelerinin temelde aynı olmasına karşın, genlerin sonsuz sayıda kombinasyon olasılığından dolayı hiçbir varlığın birbiriyle tamamen özdeş olmamasıdır. Doğacak bir çocuk için yetmiş trilyon gen kombinasyonu olasılığı vardır. Dolayısıyla, güzel bir kadınla zeki bir adamın evliliğinden her zaman yakışıklı bir dahi doğmaz. Bu aynı zamanda sizin ne kadar eşsiz ve özel olduğunuzun da bir göstergesidir. Meseleye şöyle de bakabilirsiniz: Siz varsınız, çünkü yetmiş trilyon olasılık arasından denk gelip seçildiniz. İşte siz, bu kadar özelsiniz!
Yararlı genlerinizi harekete geçirin!
Japoncada, “hastalık zihinden ileri gelir” diye bir özdeyiş vardır. Başka bir ifadeyle, düşünce tarzımız bizi hasta edebilir ya da tam tersine iyileşmemize yardımcı olabilir. Bazı bilim adamları, genlerimizin ve işleyişlerinin mutlu bir yaşam sürüp sürmeyeceğimizi belirlediğine bile inanmaktadır. Bu, insanın mutluluğunun doğduğu anda genetik olarak belirlenmiş olduğu anlamına gelmemektedir.
Mutluluğu yöneten genler; herkesin içinde gizlidir ve sadece devreye alınmayı bekler. Bize düşen görev, onları harekete geçirmek ve yaşantımıza fayda sağlayacak biçimde çalışmalarını sağlamaktır. Bilindiği kadarıyla; genlerimizin yalnızca %5-10’luk bir bölümü gerçek anlamda çalışmaktadır. Geriye kalanlarının ne yaptığıysa meçhuldür. O halde, nasıl yaparız da genlerimizi mutlu olmamızı sağlayacak biçimde çalıştırırız? Bu sorunun cevabı: Her günü olumlu bir tutum içinde ve dolu dolu yaşamaktır.
Hayata karşı coşku dolu bir yaklaşımın, insanı başarıya götürme ve mutluluk duymaya yol açan genleri harekete geçirme olasılığı çok yüksektir. Olumlu bir tutum içerisinde, coşku dolu ve zindeysek yaşam kolay akar. Böyle bir zihinsel durum; iyi genleri harekete geçirirken, kötülerini hareketsizleştirir. Nasıl çalıştığı henüz tam olarak anlaşılmamış olmakla birlikte günümüzde yaygın olarak konuşulan ve benimsenen “pozitif düşünce” kavramının bu ilkeyle bağlantılı olduğu düşünülebilir.
Birçok insan hayata karşı olumsuz bir yaklaşım içindeymiş gibi görünmektedirler. Böyle bir yaklaşım genler açısından zararlıdır. “Fazla yememeliyim”, “fazla içmemeliyim”, “sigarayı bırakmalıyım”, “kilo vermeliyim” ve “daha iyi beslenmeliyim”… Yararlı genleri harekete geçirmeyen düşüncelere örnektir. Diğer bir deyişle, bu ifadelerde normalde bir hata olmamasına karşın; bizim için geçerli olduklarına inanmamız gereksiz gerginliğe yol açabilir ve bu gerginlik de, genlerimiz üzerinde olumsuz etki yapabilir.
Sonuçta size “neyin iyi geldiği” kendinize bağlıdır. Eğer canınız bir şey çekiyorsa, yiyin. Sizi hasta etmediği sürece onun tadını çıkarabilirsiniz. Önemli olan şey; mümkün olan en fazla sayıda zararlı geni “kapamak” ve yararlı genleri harekete geçirerek, size hizmet etmelerini sağlamaktır. Bunu başarmanın anahtarıysa, düşünce tarzınızdır.
Hücre ve genlerin yaşamsal gizemleri: “Açma/kapama” mekanizması
Hayatımız, bir anlamda DNA’larımızda kayıtlı olan uçsuz bucaksız bilgiye bağlıdır. Tek bir gende kayıtlı bilginin, bedenimizde bulunan altmış trilyondan fazla hücrenin her birinde kayıtlı bilgiyle birebir aynı olduğu gerçeği; bedenin herhangi bir kısmından alınacak bir hücrenin, yeni bir insan yaratmak için kullanılabileceğini ifade etmektedir.
Hücre çekirdeğindeki genler, içlerinde ucu bucağı bulunmayacak miktarda bilgi depolar. Bu bilgilerin arasında, genlerin belli durumlarda nasıl çalışacağına ve çalışmayı ne zaman durduracağına ilişkin talimat da vardır. Genetikçiler bunu “açma/kapama” mekanizması” olarak adlandırırlar. Bu “açma/kapama” mekanizmasının varlığı ise artık bir sav değil, gerçektir. Bundan kırk yıl kadar önce; Paris Pasteur Ensitüsü’nde çalışan iki iki bilim adamı, François Jacob ve Jacques Monod, genellikle bağırsaklarda yaşayan bir bakteri olan koli basili üzerinde deney yaparlarken, genlerin “açma/kapama mekanizmasına” çok benzer bir işlev keşfettiler.
Koli basilinin temel besin kaynağı glikozdur. Hem laktoz hem de glikozun bulunduğu durumlarda bakteri, şaşmaz olarak ikincisini seçmektedir. Yapılan deneyde, ortama önce glikozun yanı sıra laktoz da verildiğinde bakteriler laktoza ilgi göstermedi. Bir sonraki adımda, besin kaynağı tek başına laktozdu. Bakteriler başlangıçta bir şey yemediler ancak aradan kısa bir süre geçtikten sonra laktoz tüketerek hızla çoğalmaya başladılar.
Jacob ve Monod yaptıkları deneyle, bakterilerin laktoz tüketme yeteneğinin, bu maddenin ortama verilmesinden sonra mı edinildiğini yoksa hep mi var olduğunu belirlemeye çalışıyorlardı. Uzun araştırmalardan sonra, bu yeteneğin sonradan edinilmediği sonucuna vardılar. Başka bir deyişle; laktozun bozulmasını sağlayan laktaz enzimini üretme yeteneği, koli basilinin doğasında vardı. Ortamda glikoz bulunduğu sürece, enzimi üreten genin düğmesi kapalı oluyordu. Bakteri, besin kaynağı olarak sadece laktoz bulabildiğinde ve hayatta kalmak için laktozu sindirmek zorunda kaldığındaysa gen harekete geçiriliyordu.
Genetik bilgi nedir?
Genlerimizde kayıtlı olan ve “genetik bilgi” olarak adlandırılan bilgi, üç milyar kimyasal harfe eşdeğerdir ve basılmaya kalkılsa her biri biner sayfalık, üç bin cilt oluşturur.
Bedenimizde olup biten her şey kimyasal tepkimelerin sonucudur. Yaşamı bir kimyasal tepkime olarak tarif etmek hiç de iç açıcı olmayabilir. Ama ne yapalım ki bu bilimsel gerçekliğin en iyi göstergelerinden biri de insanların kriz anlarında kazandıkları insanüstü güçtür. Kaza ya da yangın gibi acil durumlarda, kaldırılması olanaksız eşyaları kaldırabilen kişiler olduğunu duymuşsunuzdur. İlk gereklilik enerjidir. Acil bir durumda, o zamana kadar hücreye elli kiloyu kaldırmaya yetecek kadar enerji üretmesini emretmiş olan genler, enerjinin iki katına çıkarılmasını buyurur. Aslında her bir yaşam süreci, belli bir durumla uğraşmaya yönelik kimyasal tepkimelerin sonucudur. “Yaşamak” bu anlama gelir.
Düşünün ve genlerinizi harekete geçirin!
“Olumlu” ve “olumsuz” düşünme kavramları bize artık öylesine tanıdık gelmektedir ki; “olumlu düşün” ifadesi gündelik dilimizin adeta bir parçası halini almıştır. Ancak, yaşamda hem iyi hem de kötü şeyler vardır. İşler ters giderken, olumlu bakışı yitirmemek her zaman kolay değildir.
İki kavram arasında ki farkın açıklığa kavuşmasına yardımcı olmak üzere “olumlu” ve “olumsuz” düşünmeyi entropi bağlamında karşılaştıralım. Suyla dolu bir küvete bir damla mürekkep eklerseniz ne olur? Mürekkep derhal suyun içinde yayılmaya başlar. Peki, neden bir noktada toplanıp orada kalmaz? Bu olayın altında derin bir açıklama vardır.
Fiziksel alemde, düzensizliğe doğru doğal bir eğilim olduğu düşünülür ve bu eğilim “artan entropi” yasası olarak bilinir. “Artan entropi” yasası, sadece mürekkep için geçerli olmayıp; bütünüyle madde alemini ilgilendiren bir yasadır. Genler ansızın bütün hızlarıyla çalışmaya başlasalardı, bu hemen ölmeleri anlamına gelirdi. Çünkü fazlasıyla yıpranırlardı. Oysa normal koşullarda genlerimiz, bizi hayatta tutmak ve bedenimizdeki entropinin artmasını önlemek için çalışmaktadır. Buna “entropi azalması” denir.
Entropi ilkesini olumlu ve olumsuz düşünme kavramına uyarlarsak; olumlu düşünmenin entropi azalmasına, olumsuz düşünmenin ise entropi artışına yol açtığı kabul edilebilir. Daha açık bir ifadeyle; neşe, heyecan, inanç ve dua gibi olumlu etkenler, yararlı genlerde bulunan belgeleri faal hale getirirken; kaygı, gerginlik, korku ve ağrı gibi olumsuz etkenler aynı belgeleri hareketsizleştirmektedir. Bedenimizdeki muazzam sayıdaki genin yalnızca %5-10’u işlev görmektedir.
Bilim adamları, geri kalan genlerin ne yaptığı hakkında hiçbir bilgiye sahip değildir. Onlar, içlerinde belki insan evriminin tarihini, belki de insanın gelişimini sağlayacak gizli gücü saklamaktadır. Ve biz onların ne olduklarını henüz bilmiyoruz.
Vücudumuzda, genlerimizde yazılı olmayan hiçbir şey gerçekleşmez. Ne mutlu bize ki genlerimizin önünde sayısız seçenek bulunmakta; kullanılmayan genlerin büyük bir yüzdesi kendi kendilerini sağaltma gücünü elinde tutmaktadır. Bu yüzden genlerimizin şu anda bize söyledikleri, en son söyleyecekleri sözler değildir. İyi genler her an devreye girip, kötü genler de devreden çıkabilir. Bizi hasta eden genlerimizin yanı sıra, hastalığı bastıran genlere de sahibiz. Hem kansere yol açan hem de kanseri engelleyen genler olduğu kaydedilmektedir. Bunlar birlikte var oldukları sürece, denge korunmaktadır. Bu durum diğer hastalıklar için de geçerlidir. Önemli olan dengedir.
Genlerimiz biz düşünmeye başlamadan harekete geçer
Kendimizle, farkında bile olmadan konuşuruz. Endişeliysek, olumsuz bir bakış açısıyla düşünür ve düşündüklerimizi uygularız. Öte yandan güneşli bir sabah gezintisi, “Ne güzel bir gün!” Kendimi çok iyi hissediyorum!” diye haykırmamıza yol açabilir. O anda hücrelerimiz bu çığlıktan yarar görmektedir. Önce günışığını görsel olarak kaydedip, beynin bu mesajı bütün vücudumuza iletmesini beklememiz gerekmez.
Dışarı adım atar atmaz, hücrelerimiz güzel havaya yanıt verir ve harekete geçer. Hücreler, beyinden gelen talimata göre hareket etmelerine rağmen, aynı zamanda bağımsız bir organizmadır. Bu, “açma/ kapama” mekanizması üzerinde düşünülürken, üzerinde durulması gereken bir noktadır. Gerçek yaşamda, hepimizin sağlıksız ya da enerji yüklü olmadığı zamanlar vardır. İş hayatında sorunlarla karşılaşabilir ya da başkalarıyla ilişkilerinizde zorlanabilirsiniz. Böyle zamanlarda karamsarlığa kapılmamak oldukça güçtür.
Size enerji veren genlerinizi harekete geçirin!
Kendinizi bu duygudan nasıl kurtarabilirsiniz? Size enerji veren genlerinizi harekete geçirerek… Bunu nasıl yapacağınızı, yaşayarak kazandığınız bilgelik sayesinde keşfedebilirsiniz. Bu yolda atılacak en önemli adımlardan birisi coşkulu olmaya çalışmaktır. Eğer yaşadığınız anda coşkunuzu arttıracak bir şeyler bulamıyorsanız, sizi derinden heyecanlandırmış olan geçmiş bir anı düşünün. Coşku; sevinç ve heyecan karışımı bir duygudur.
Coşkulu olmak, aynı zamanda gençliğin ve uzun yaşamanın yollarından biridir. İnsanlar, duygulandıkları zaman genellikle ağlarlar. Güçlü duygular gözümüzden yaş getirir ancak, fizyolojik olarak bu genlerin ortaya çıkardığı bir durumdur. Ve zihnimizin, genlerimizi nasıl etkilediğinin bir göstergesidir. Ağlayacak kadar heyecan duymak güzel bir şeydir. Üzüldüğümüz zaman ise, güzelce ağlamak bizi rahatlatarak kendimizi iyi hissetmemizi sağlar. Kendimizi iyi hissetmemiz, iyi genlerimizin harekete geçtiğinin işaretidir. Uzun ve dolu dolu bir ömür sürdürebilmek için; kalbinizin derinliklerinden gelen, içten duygular uyandıran işlerin ve ilişkilerin peşinden gitmek önemlidir.
Yetenek her yaşta ortaya çıkabilir
Genlerin harekete geçirilmesinde üç etken vardır. Genin kendisi, çevre ve zihin…
Dahi: Kendisine, geçmiş kuşaklardan miras kalan genleri bir etkiyle aniden harekete geçmiş kişidir.
Tüm insan ırkının gizil gücü, bireyin genlerinde saklıdır. Bu yüzden, olağanüstü yeteneklere sahip analar ve babalar, kendileri kadar iyi olmayan çocukları karşısında hayal kırıklığına uğramamalıdır.
Ne kadar yaşlanmış olursak olalım, hayatımızın herhangi bir döneminde gelişme gösterebiliriz. İçimizde bir şeyler başarma tutkusu ve enerjisi varsa, her şey mümkündür. Başarıya ulaşmanın önündeki tek engel “ben bunu yapamam” düşüncesidir. Gizli yetenekleri geliştirmeye başlamanın “erken” i de yoktur. “Doğum öncesi eğitim”, anne adayının bilinçli olarak iyi müzik dinlemesini, iyi kitaplar okumasını, sanata eğilmesini ve doğmamış çocuğuna sevgiyle seslenerek, eğitmesini içerir. Bu eğitim; cenin için zararlı sayılan, olumsuz duygular uyandıran şeylerden kaçınmayı da kapsar.
Doğanın hedefi çeşitliliktir. Ne, yüksek IQ’lu insanların birbiriyle evlenmesi önemlidir, ne de daha düşük IQ’lular arasındaki evlilikler… Olasılıklar her durumda eşittir. Herkes, içinde uyuyan muhteşem yetenekleri geliştirebilir. Yapmaları gereken tek şey, genlerini harekete geçirmeyi öğrenmektir. Uykudaki genler, yeni bir çevreyle karşılaştıklarında aktif hale gelebilir ve sanki bu fırsatı bekliyormuş gibi hemen işe koyulurlar.
‘Tutumunuzu verin ve kendinizi verin!’
Yeni bir çevrede bulunan herhangi bir uyarıcı, kişide ani bir başkalaşım yaratabilir. Japonlar: “tutumunuzu değiştirin ve kendinizi verin” derler. Kafa yapısının bu şekilde değiştirilmesi, varlığından haberdar bile olmadığımız genleri uyandırabilir. Zaman zaman normal yaşantınızın dışına çıkıp; size kimlerin, nerelerde, neler sunduklarına bir bakın. Eğer çevrenizin ve etkileşim halinde olduğunuz insanların hiç dışına çıkmaz, hep aynı yerde kalıp, hep aynı şeyleri yaparsanız, bakış açınız da dahil olmak üzere; her şey aynı kalacaktır. Hem zihinsel hem de bedensel olarak canlanmak için alışkanlıklarınızdan düzenli aralıklarla silkinin. Çevre değişikliği, yeni şeyler görmenizi sağlayarak, size yeni bir hayatın kapılarını açabilir.
Dolu dolu ve mutlu bir yaşam için zihnimizi kullanarak, genlerimizi harekete geçirmeliyiz. Yeni şeylerle, yeni bilgilerle, yeni çevrelerle karşılaşmak “kapalı” genlerin harekete geçirilmesi için mükemmel fırsatlardır. Gelişim ve büyüme için alıştığımız kalıpların dışına çıkmak, farklı düşünce biçimlerini benimsemek ve her zaman yaptıklarımızın dışında bir şeyler yapmak önemlidir.
* Dr Kazuo Murakami’nin Genlerinizi Uyandırın isimli kitabından alıntılanmıştır.”