Hayat öyle ya da böyle akıp giderken yapamadığımız seçimlerimizin nihai sonuçlarıyla yani elde edemediklerimizle geçip gitmesine müsaade ediyoruz.
İnanmak, 21’inci yüzyılda hepimizin ihtiyacı olan şey… Karşılık beklemeden bir şeylere veya birilerine inanmak…Birçoğumuz inandıklarımızdan çok uzakta hayatlar yaşıyoruz aslında. Çünkü bir yerden sonra bırakıyoruz inanmayı. Gerçeklerle hayallerin birbirinden çok uzak iki şey olduğu düşüncesiyle hayallerimizi küçüklüğümüzde bırakıyor, yolumuza “yetersiz” gerçeklerimizle devam ediyoruz.
Bunun sonucunda yaşadığımız hiçbir şey yeterli gelmiyor, devamlı yakınıyoruz karşılığını alamadığımız çabalarımızdan… Sorunlarımızın çözümü olmaktansa, nedenlerini araştırarak harcıyoruz vaktimizi. Hayat öyle ya da böyle akıp giderken yapamadığımız seçimlerimizin nihai sonuçlarıyla yani elde edemediklerimizle geçip gitmesine müsaade ediyoruz. Sevgi gibi verdikçe çoğalan bir duygu varken hırslarımızın, üzüntülerimizin kurbanı oluyoruz. Olayın özeti de bu kelimenin altına yatıyor aslında “kurban”…
Hayat seçimlerle dolu oyun alanı mı?
Hayatın seçimler üzerine kurulu bir oyun alanı olduğunu, kazandığımız ve kaybettiğimiz şeylerin her birinin bizler için bir tecrübe olduğunu bilerek yer almalıyız bu oyun alanında. Evet, güvenimizin yıkıldığı zamanlar oluyor, yanılıyoruz bazen. Yanlış kişilere değer veriyoruz, canımız yanıyor ve vazgeçiyoruz. Her yanıldığımızda bir darbe daha geliyor inancımıza. Zaten zar zor, tüm o önyargılara rağmen dikmeye çalıştığımız binamız, yine o önyargı sahibi kişiler tarafından gün be gün daha da güçsüzleştiriliyor. Herkes kendi doğrularıyla bir karar almak durumunda.
Onu ilk gördüğümde kocasından yakınıyordu, onun ne kadar sorumsuz olduğundan bahsediyor, devamlı şikâyet ediyordu. Suçlamaların hiçbirine kendini dâhil etmemesi dikkatimi çekmişti. Sabırla dinledim anlattığı hikâyeyi. Sorumsuz, ilgisiz, kimi zaman gözünün dışarıda olduğundan şüphelendiği bir eşe sahipti. Onunla oturup sabaha kadar kocasını suçlayabilirdiniz. Bundan garip bir haz duyuyordu, sanki konuşarak ondan intikamını alıyordu bu şekilde. “Madem bu kadar sorunlarınız var neden ayrılmıyorsun o zaman” dediğimde, bana vereceği cevapları zaten tahmin ediyordum.
Maddi zorluklar, çocuklar vs. peki ya tüm bunlar içinde sevginin, tahammülün azaldığı bir evliliği devam ettirmek için geçerli gerekçeler midir tartışılır. Kocası birçok kez boşanma teklifini sunmuş ama “bir şekilde” olay tatlıya bağlanmıştı. Kimi zaman ailelerin, dostların araya girmesiyle yeniden denemeye çalışıyorlardı. Ona suçu hiç kendinde aradın mı diye sorduğumda, aslında onun açmak istemediği bir kapıyı da açmış oldum. Kapının ardında pişmanlıklar, hatalar, bencillikler vardı.
O bu kapıyı güzelce kilitlemiş ve diğer kapıyı yani; içinde kocasının hatalarının büyüteçli aynalarla daha fazla göründüğü kapıyı ardına kadar açmıştı. Sorumu “aslında hayır” diye cevapladı.” Ne zaman düşünmeye kalksam onun yaptıkları geliyor aklıma, harcadığım tüm o yıllara lanet okumaya başlıyorum” dedi. Yaşadığı hayat dar bir labirente benziyordu. Çıkışı aradığını zannederken, hep aynı yerde olduğunun farkında değildi.
Ne söylersem söyleyeyim bulunduğumuz yerden dışarı çıktığı anda yine aynı bulmacanın içine koyacaktı kendini. Kurban olmak onun yaptığı bilinçli bir tercihti. Yorum yapmak veya onu desteklemenin bir fayda getirmeyeceğini biliyordum. Onun seçimi bu evliliği devam ettirmek yönündeydi ve bunun bedelini hayatının her kademesinde ödüyordu. Görüşmemizden bir ay sonra onu tekrar gördüğümde çift terapisine başladıklarını söyledi. Evliliklerine yeni bir yol vermek istiyordu artık, şikâyet etme aşamasından çözüm olma aşamasına geçmişti.
Hayat tercihlerimizin bize yansıtıldığı bir oyun sahnesi
İyi veya kötü bir tercih yapmak durumundayız. Acılarımız rehber niteliğinde yol göstermeli, yolumuzdan alıkoymamalı. Kendi yarattığımız düğümleri çözmek için harcadığımız çaba bu düğümleri yaratırken harcadığımızdan biraz daha fazla olsa aslında, birçoğumuz o hep istediğimiz mutlu, huzurlu hayatımızı elde edebileceğiz. Ancak sorunların içeriğine, nedenlerine öyle bir kaptırıyoruz ki kendimizi, mutsuz ilişkilerin esiri oluyoruz. Yaşam bize verilmiş kutsal bir hediyeyken bunu unutarak hareket ediyoruz çoğu zaman. Can Dündar’ın Kırmızı Bisiklet adlı kitabında dediği gibi “Hayat, kıymetini bilirsen, nihayetsiz bir düğün”.