Bu da Ege’nin peri bacaları… Manisa’nın Kula ilçesi, başta peribacaları ve kendine özgü evleriyle başka bir zamanda yaşıyormuşuz ve zamanda yolculuk yapıyormuşuz hissi yaşatıyor.
Kula Peri Bacaları doğanın harikalarından görsel bir şölendi gören herkes için. Bazen fotoğraflamak, o anı günümüze getirmek olsa da, fotoğraf çekerken gözüme şölen olan bu güzelliği bir an bile olsa kaçırmak istemedim.
Kula şehri ise, başka bir zamanda yaşıyormuşuz ve zamanda yolculuk yapıyormuşuz hissi yaşattı bana. Her ev, her kapı, kapıdaki tokmak, çatı, merdiven, avlu, cumba, kafes, dar sokaklar, sokak çeşmesi tarihe yolculuk için bir vesileydi, hayal gücüm sürekli çalıştı diyebilirim.
Kula Peribacaları
İzmir-Ankara Karayolunda, 156. kilometrede, Kula’ya ise 16 km uzaklıkta Burgaz Köyü civarında bulunuyor. Hangi yılda meydana geldiği bilinmeyen gizemli bir özelliğe sahip doğa harikasının şiddetli yağmur ve rüzgârlarla oluştuğu biliniyor.
Gediz 1 köprüsünü geçtikten yüz metre sonra sola kıvrılan patika yol ile başlayan alan, insanı zamandan ve mekândan kopararak Peribacalarıyla yalnız bırakıyor. Peribacalarının doğal ve bakir olarak korunabilmesi için bu alan doğal sit ilan edilmiş ve korunmaktadır. Doğal sit alanı olarak ilan edilen korumaya alınan bu alan 37,5 hektardır.
Divlit Yanardağı
Kula volkanizması, Ege Bölgesi’nin doğudan batıya uzanan en büyük tektonik çukurlarından “Gediz Oluğu” üzerinde yer alıyor. Dolayısıyla buradaki ilginç yeryüzü biçimlerinin oluşumunda volkanik faaliyetler, tektonik hareketler, akarsu ve atmosfer olaylarının etkileşimi söz konusu.
Özellikle Kaplan ve Sandal köyleriyle Kula ilçesinin kuzeyinde yer alan volkan konileri ve oluşumlar, dün olmuşçasına yeni ve etkileyici. Salihli’den Demirci’ye uzanan yola girip kuzeydoğuya doğru yaklaşık 25 kilometre gittikten sonra, Demirköprü Baraj Gölü’nün kıyısında biri büyük, diğeri küçük iki volkan konisinin oluşturduğu çok hoş bir görünüm karşınıza çıkar. Yöre halkının “Çakallar Tepesi” ya da “Divlittepe” dediği büyük koniyle yaklaşık 1 kilometre ötesindeki “Küçük Divlit” baraj gölünün mavi sularıyla etkileyici bir görünüm oluşturur. Yamacında terk edilmiş Çakallar köyünün bulunduğu tepe, Kula volkanizmasının en geniş oluşumudur ve sürprizi vardır:
Günümüzden 10-12 bin yıl önce yaşamış insanlara ait ayak izleri…
Ünlü tarihçi Strabon’un Katakekaumene (Yanık Yöre) adını verdiği ve 2000 yıl önce yöreyi dolaşarak, Küçük Asya’nın en genç volkan konileri, lav akıntılarının bulunduğu Kula yöresinde, ilkel insan ayak izlerine rastlanılmıştır. İlkel insan ayak izleri yörede 68 kadar bulunan volkan konilerinden biri olan Divlit Tepe konisinin yanında görülmektedir. Burada ilkel insan ayak izlerinin yanında, hayvanların ayak izlerine, ilkel insanların taşıdığı yük izlerine ve ilkel insanların yere oturma izlerine de rastlanılmaktadır.
Ayak izlerine rastlanan ilkel insanların adımların uzunluğu, 75-80 cm kadardır. Fosil ilkel insan ayak izleri, 41-42 ayakkabı numarası büyüklüktedir. İzlerden ikisi, yan yana yürümüş iki ilkel insana aittir. Bunlar tepeden aşağıya doğru yürümüşlerdir. Bir de küçük çocuk izi olup, bu da tepeye doğru ters yönde yürümüştür. İzler oluştuktan sonra, Divlit Tepe yanardağından çıkan ve onların üzerinde bir örtü meydana getirerek korunmalarını sağlayan bazaltik cüruflar; briket imalinde ve inşaat işlerinde kullanılmaktadır.
1968 yılında bu örtü tabakası, cünuflar sahadan dozerle kazılıp alınırken ayak izleri meydana çıkmıştır. Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü elemanları, kimi zaman sahadan çıkarılarak yurt dışına müzelere kaçırılan, kimi zamanlar çevredeki köyler tarafından hatıra olarak evlere alınan bu ayak izlerinin sahada uzun süre korunamayacağını anlayarak, bunlardan yaklaşık 60 tanesini çıkarıp; aynı genel müdürlüğe ait Tabiat Tarihi Müzesine taşımıştır.
İlkel insan ayak izlerinin yakınındaki volkanik lavlardan alınan örneklerin laboratuvarlarda yaş belirleme ölçümlerinde 20.000 yıl yaşlı oldukları belirlenmiştir. Ölçümlerde en çok 5.000 yıllık hata payı olduğu göz önüne alındığında, bu izlerin en çok 25.000, en yeni olarak da 15.000 yıllık oldukları ortaya çıkmaktadır. Strabon da Kula yöresindeki volkanların 15-16 bin yıl önce harekete başlamış olduğunu ve 2.000 yıl yanmakta devam ettiğini, bundan 2.000 yıl önceki araştırmaları sonucu bildirmiştir.
Divlit Tepe konisi yakınlarında görülen bu izler bize Katakekaumene (Kula ve çevresinde) sınırları içerisinde Eski Taş Devri ilkel insanlarının yaşadığını göstermektedir. Bu devirde ilkel insanların sürüler halinde mağaralarda, ağaç kovuklarında yaşadığı bilindiğinden Yanık Yöre’nin de bu ortama uygunluğu göz önünde bulundurulursa, bunların ilkel insan topluluklarının yaşama alanı olduğunu söylemek kehanet sayılmaz.
Kula’ya genel bakış
Kula mimari, etnografik, arkeolojik, tarihi ve görsel değerleri ile zamanın durduğu izlenimini veren Ege’nin şirin ve tarih kokan ilçelerinden birisidir. Bölgede yapılan kazılarda M.Ö. 56 yılına ait mermer kabartma ve kitabelerden Kula ve çevresinin önemli bir yerleşim alanı olduğu ortaya çıkmaktadır.
Eski dönemlerde Kula’nın civarında kurulmuş bulunan Meonya (Menye) Mysien ve Lidya arasında bir yerleşim alanı idi ve buradan geçen yol Sardes-Salihli’den başlar ve Menye-Sandal-Gölde üzerinden geçerdi. Kula’daki yerleşim zamanla civarındaki yerleşim alanlarının önemini yitirmesi sonucunda gelişmiştir. Kula’nın ismini burç manasında olan KULE’den almış olduğu belgelerden anlaşılmaktadır.
Kula’nın ismi hakkında pek çok araştırmacı inceleme yaptıkları halde kesin bir sonuca varılamamıştır. Bir söylentiye göre de havası suyu iyi ve şifalı olduğundan zengin bir kişinin hasta olan kızı için buraya bir kule yaptırdığı ve buranın zamanla gelişip bu günkü duruma geldiğinden bahsedilir.
Kula’nın Bizanslıların elinde iken ismi Opsikion’ dur. Bunu Kula’nın 20 km batısındaki Maionia (menye) ile beraber bir piskoposluk teşkil etmesinden anlıyoruz. Kula’nın Türkler’in eline geçmesi, 1071 Malazgirt savaşından sonra XI. yüzyılın ikinci yarısında 1075-1076 Türkmen aşiretlerinin Kula ve çevresine kadar kısa zamanda yayıldıkları görülmüştür. Anadolu Selçuklu Hükümdarı Alaettin Keykubat zamanında Kula ve çevresi tamamen Türklerin eline geçmiştir. (1233)
Kula Anadolu beylikleri zamanında Germiyanoğulları Beyliğine bağlı olan Kula Germiyan beyi Süleyman Şah’ın kızı Devlet Hatun’un 1381 tarihinde Osmanlı padişahı I. Murat‘ın oğlu Yıldırım Beyazıt ile evlenmesi sırasında beyliğe ait Kütahya ve civarını çeyiz olarak Osmanlılara vermesi sonucunda Süleyman Şah’ın Kula’ya çekilerek burayı başkent yaptığı ve burada yaşadığı, Süleyman şah zamanında Kula’da imar ve kültürel faaliyetlerin arttığı gözlenmektedir. Bunlar arasında Gürhane medresesi gösterilebilir. Süleyman Şah’ın ölümünden sonra Osmanlıların idaresine giren Kula 1402 yılında Timur tarafından Anadolu Beyliklerinin eski topraklarının kendilerine verilmesi neticesinde Kula Germiyanoğulları beyliğine geçmiş ise de, bir müddet sonra Germiyanoğlu beyi Yakup Bey’in 1428 yılında ölümünden sonra Osmanlıların idaresine yeniden geçmiş ve Kütahya İlinin bir kazası olarak Osmanlı idaresine katılmıştır.1896 yılına kadar Kütahya’ya bağlı kalmış ve bu tarihten sonra Manisa’ya bağlanmıştır.
Kula Evleri
Kula evlerinin hepsinde küçük de olsa bir avlu yer alır. Avlu en az üç metre yükseklikte bir duvarla çevrelenmiştir. 18. Yüzyıl ve 19. Yüzyılın ilk yarısındaki örneklerde eve giriş, çoğunlukla avludaki çift kanatlı ahşap bir kapı ile sağlanır.
Daha az olarak Hacı Recepler Evinde olduğu gibi kapıdan hayat altına girilir, sonra avluya geçilir. Bu durum daha çok geç dönem örneklerinde karşımıza çıkar. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra yapılan iç veya orta sofalı plan tipindeki evlerde Beyazoğlu Evinde olduğu gibi kapı doğrudan hayata açılır; ayrıca bir de avlu kapısı bulunur. Avlu Kula evlerinde kayrak taşı döşelidir. Hayat altında üst kat hayatını taşıyan ahşap direkler vardır.
Kula evleri genellikle iki katlıdır. Zemin katta ahır, kiler, mutfak gibi mekânlar yer alır. Hela ve bazen fırın, çoğunlukla avlunun bir köşesindedir. İç sofalı evlerde hela, evin içine alınmıştır. Yıkanma işlemi genellikle odalarda yapılmakla birlikte Küçük Göldeliler ve Bekirbeyler evlerinde ayrıca birer hamam yer alır. Bazı örneklerde zemin kodunun altına bodrum katları yapılmıştır ki büyük küplerin bulunduğu bu mekânlar yiyeceklerin korunduğu, soğutucu görevini üstlenen yerlerdir. Bozerler ve Beyoğlu evlerindeki gibi açık sofalı evlerin bazı alanında zemin kat ile üst kat arasında bir ara kat yer alır.
Basık ve süslemesiz tutulan bu katın odaları kışın oturmak için kullanılmaktadır. Evin plan tipini belirleyen üst katta, günlük yaşamıngeçtiği oturma mekânları bulunur. Açık sofalı evlerde genellikle üst katın bir cephesi sokağa, bir cephesi de avluya bakar. Hayatın sokağa bakan cephesi kapatılarak buraya ahşap kafesli ya da parmaklıklı pencereler yerleştirilmiştir. Avluya bakan yönü erken örneklerde açıkken, geç dönem evlerinde camekânla kapatılmıştır.
Bozerler Evinde görüldüğü gibi, hayatın bir ucunda yer alan köşk uygulaması yaygındır. Burası özellikle yazın oturulan, etrafı açık ve manzaralı, havadar yerlerdir. Üst katlardaki odalardan bir veya ikisi başodadır. Bunlar daha özenle süslenmişlerdir ve genellikle sokak tarafındadırlar. Türk evlerinde çeşitli amaçlara göre düzenlenen odalara rastlanmaz, her oda yemek yeme, yatma, oturma ve benzeri eylemleri karşılar. Kula evlerindeki odalar da muhtelif şekillerde kullanılmıştır. Bununla birlikte başoda genellikle misafirler için ayrılmıştır.
Odalar Türk evi odaların bütün özelliklerine sahiptir. 18. yüzyıl ve 19.yüzyılın ilk yarısındaki örnekler diğer merkezlerdeki Türk evlerinde de görüldüğü gibi genellikle seki üstü ve seki altı olmak üzere iki bölüme ayrılmıştır. Bu ayırım hem kod farkıyla, hem de ahşap parmaklık veya kemerlerle belirtilmiştir. Pahlanmış köşelerdeki tek kanatlı kapıdan seki altındaki pabuçluğa girilir. Seki altında yüklük, gözenekler, dolap ve gusülhane yer alır. Seki üstünde sedirler, raf, ocak ve dolaplar bulunur.
Ocaklar yüklük duvarına dik olan duvardadır ve alçı veya ahşap davlumbazlıdır. Seki altı bölümü Kula evlerinde standart bir düzen gösterir. Odanın yüklük cephesi diye adlandırabileceğimiz duvarında gusülhane-gözenekler-yüklük-gözenekler-pabuçluk şeklinde bir sıralanma mevcuttur. Yüklüğün pabuçluk yönündeki yan yüzünde ve gusülhane dolabına dik duvarda birer dolap mutlaka bulunur. Dolapların üzerinde göz tabir edilen nişler vardır. Yüklükler kapaksızdır. Yüklükle tavan arasındaki kısım Hacı Recepler Evi dışındaki örneklerde boş bırakılmıştır. Hacı Recepler Evinde ise kemerli bir galeriyle değerlendirilmiştir. Bu uygulama Kula evleri içinde tektir. Seki altı ve seki üstü kısımlarına ayrılmayan odalarda da saydığımız özellikler geçerlidir. Kula evlerinde odalar, hayata ve sokağa açılan pencereleri sayesinde bol ışık alırlar.
Hayata açılan pencereler genellikle üçer tanedir. Üst katlardaki pencereler çift sıralı düzenlenmiştir. Alt sırada ahşap parmaklıklı veya kafesli, ahşap kepenkli düşey dikdörtgen pencereler, üst sırada duvarın iç ve dış yüzünü sınırlayan alçı şebekeli tepe pencereleri yer alır. Oda kapılan tek kanatlıdır. Kapı açıklıklarında yükseklik 200-240 cm., genişlik 80-90 cm. arasında değişir. Açıklıkların üstünü dilimli kemeri andıran bir süs kemeri sınırlandır.
19. yüzyılın ikinci yarısından sonraki evlerde ise, seki üstü ve seki altı ayırımından vazgeçilmiştir. Pabuçluk, gözenekler ve tepe pencereleri ortadan kalkmıştır. Yüklükler kapaklıdır ve tavana kadar yükselirler. 19.yüzyıl sonu, 20.yüzyıl başına tarihlenen Tokat evlerinden birçoğunda da yüklük tavana kadar yükselir. Duvarlara çiçeklik denilen nişler açılmıştır. Kapılar pahlı köşelerden alınmış, çift kanatlı uygulamalar başlamıştır. Kapı açıklığını üstten sınırlandıran kemerlere de bu dönem örneklerinde rastlanmaz. Erken örneklerde odalar düz ahşap tavanla örtülürken geç dönemde Zabunlar Evinde olduğu gibi bağdadi kubbe, Gülmezler Evinde olduğu gibi bağdadi haç tonozla örtülebilmektedir.
Evlerdeki çeşitli eşyalar korunabilmiş ve sergileniyor.
Etnoğrafya Müzesi
Manisa Kula ilçesinde, Kula Belediyesi tarafından 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in doğduğu iki katlı ev, Kenan Evren Etnoğrafya Müzesi olarak düzenlenmiş ve 23 Kasım 1985’te ziyarete açılmıştır.
Ege yöresi evlerinden olan bu ev, zemin ile birlikte iki katlı olup, moloz taştan yapılmıştır. Evin ön cephesinden doğrudan doğruya bir salona girilmektedir. Salonun iki tarafında ikişer oda bulunmaktadır. Bunlar yatak odası ve oturma mekânı olarak düzenlenmiştir.
Salonun sağ köşesinden inilen bodrumda tarihi Kula halıları ile eski Kula evlerini yansıtan panolar sergilenmiştir.
Müzede Kula’nın tarihi geçmişi anlatıldıktan sonra, Kenan Evren’in ve ailesinin resimleri sergilenmektedir. Bunların yanı sıra günlük kullanım eşyaları, bakır ibrik, tepsi, sini gibi mutfak eşyaları ile porselen tabaklara, duvar aynalarına ve yöresel giysilere de yer verilmiştir.
Geziden Notlarım
Kula Peri Bacaları doğanın harikalarından görsel bir şölendi gören herkes için. Hayranlık dolu sevgi sözcüklerimizi duymuştur doğa ve kucaklaşmıştır her birimizle özden hissettiğim. Bazen fotoğraflamak, o anı günümüze getirmek olsa da, o an fotoğraf çekerken, gözüme şölen olan bu güzelliği bir an bile olsa kaçırmak istemedim. Tanrıma şükrettim tüm güzellikler için…
Kula şehri ise, başka bir zamanda yaşıyormuşuz ve zamanda yolculuk yapıyormuşuz hissi yaşattı bana. Her ev, her kapı, kapıdaki tokmak, çatı, merdiven, avlu, cumba, kafes, dar sokaklar, sokak çeşmesi tarihe yolculuk için bir vesile, hayal gücüm sürekli çalıştı diyebilirim.
Evlerde yaşayan insanlar ara sıra evlerden çıkarak merhabalaştığımız kısa anlarda yaşamlarına ve evlere ait kısa bilgiler de sundular teşekkürler her birine.
Rum evleri ve Türk evleri karşılıklı durarak bu zamanın insanına, kardeşlik, dostluk, komşuluk dersi verir gibiydiler. Aile yapıları, gelenek görenekleri, dilleri farklı, yaşayış şekilleri ayrı olsa da, paylaşımları olmuş geçmişte ve mutlu mesut yaşayabilmişler.
Ayrıca söz etmeden geçemeyeceğim, yörenin dokumaları ve odun köftesi de oldukça meşhur.
Çatıları birbiri içine geçmiş Rum ve Türk evleri dar bir sokakta karşılıklı olarak boy gösteriyor. Rehberimizin dikkatimizi çektiği şeylerden biri de evler bu kadar yakınken, karşılıklı pencerelerinin olmayışı ve karşılıklı mahremiyete özen göstermeleriydi.
Evlerin arasındaki dar bir sokak, dilek dilemek için bir geçit olmuş, insanlar güzel dileklerle geçiyorlar bu sokakları.
Eski bir Rum evinde dikkatimizi çeken bir diğer husus ta kapıyı çaldığınızda, evin sahibeleri kapıyı açmadan önce güvenlik için bir küçük demir pencereden gelenin kimliğini kontrol edebiliyor.
Ayrıca eski bir Rum evinin kapısında gördüğümüz şey bizi çok şaşırttı. O dönemde evin kapısında da belirtildiği gibi ev sigortalanmıştı.
Eski kokan bu sokaklarda tarihti aslında kokladığımız her adımda. Her anı çok zevkli ve hazine bulmuşçasına mutluluk vericiydi.
Ülkemizin değerini bilecek yeni nesiller her yeri tarih ve sanat dolu topraklarımızı korusun, kollasın diliyorum.