Muhyiddin Şekur, tasavvuf yolundaki macerasını böyle bir otobiyografik romanda anlatınca ortaya bu ilginç eser çıkmış. Şekur, kitabı yazıp-yazmama konusunda tereddütler geçirmiş. Kitabın ismini bile önceleri “Duvar Üstüne Yazı Yazmak” olarak düşünen yazar sonraları şeyhinin önerisiyle “Su Üstüne yazı Yazmak”ta karar kılmış.
Muhyiddin Şekur tasavvufçu Afroamerikalı profesör
Muhyiddin Şekur, Afroamerikalı bir psikoloji profesörü. Bu tarafından çok tasavvufi kişiliğiyle tanınıyor. Bir tarihte ülkemize de gelmiş, bazı televizyonlarda kendisiyle söyleşiler yapılmış. Bazı mahfillerde kitap imzalamış. Bizde bilinen kitabı The Writing on the Water (Su Üstüne Yazı Yazmak). İnsan Yayınları’ndan Senai Demirci ve Sevin Okyay çevirisiyle çıkmış. Benim okuduğum nüshanın yayın yılı 2005. Kitap, yazarının dervişlik hikayesini ele alıyor.
Şeyhi O’na duvar üstüne herkesin yazı yazabileceğini, ama su üstüne ancak Allah yazı yazar demiş. Hem diyor Şekur; “ebru sanatı da su üstüne yapılır”. Yani bu isim O’nu daha çok etkilemiş.
Şekur’un kitabı bana Mehmet Selimoviç’in Derviş ve Ölüm romanını hatırlattı. Tabii bambaşka kulvarlarda koşuyorlar, ama neticede ikisinde de tasavvuf söz konusu. Bir ara Muhyiddin Şekur’ün yolu Derviş ve Ölüm’ün coğrafyasından da geçecektir. Yaşanan olaylarla Muhyiddin Şekur’ün inancı güçlenir ve hoş görüsü artarken Derviş ve Ölüm’ün kahramanı Mevlevi Şeyhi Ahmet Nureddin’in hoş görü kalesi ve metaneti yıkılır. Romanların yaşandığı mekanlar ve zamanlar da çok farklıdır. Derviş ve Ölüm, şimdilerde Güney Doğu Avrupa dedikleri bir coğrafyada geçerken, Su Üstüne Yazı Yazmak romanı Amerika Birleşik Devletleri’nde geçer daha çok. Ama her ikisinde de insanın içine bakış esastır. Yine de Şekur’ün mücadelesinin daha çok kendisiyle olduğunu, Mevlevi Şeyhi Ahmet Nurettin’in ise çevresiyle daha fazla uğraştığını belirtmeden geçmeyelim.
Şekur, derviş olma yolunda kendi seyr-ü sülûk (mutasavvıfın Allah’a ulaşmayla sonuçlanan manevi yolculuğu)unu anlatmıştır kitabında. Bu yolculuk yazarın anlatımıyla şöyle başlamıştır:
“İlk turlarımız sırasında Türkiye’den gelen bir adamla tanıştık:
“Burada konuşman gereken biri var,” dedi İbrahim, “bu kardeşe çok dikkat et, çünkü sana Sufi diliyle konuşabilir. Bu karmaşık uyarıdan sonra, İbrahim kalkıp gitti. Orada kalıp, bir süre söylediklerinin anlamını çözme çabasıyla kendi içime daldım. Kimi büyük Sufilerin eserlerini okumuş ve bunların güzelliğinden ve derinliğinden hayli etkilenmiştim. En güzel Müslümanları hep onlar arasında görmüş ve gizliden gizliye hep onların safına katılabileceğimi ummuştum.”(S.24)
“Bu garip adam gözlerini dosdoğru yüzüme dikmişti. Hoş bir siması vardı, gözleri nemli ve ışıl ışıldı. Bu adam, hiç tanımadığım, daha önce hiç görmediğim bu yabancı benim için gerçek bir manevi yoldaş oluvermişti. Sözü alarak konuşmaya başladı:
Ağlıyordum. O konuştukça ben ağlıyordum. Bana birçok şey anlattı. Allah’tan, Resulullah Muhammed aleyhissalatü-vesselamdan, bütün peygamberlerin (aleyhimüsselam) kardeş oluşundan, İslam’ın Allah’a teslimiyet yolu olmasından ve hak aşıklarının arayışça ikiye ayrılışından, kendisinden ‘Ehl-i Zahir’ dediği, daha çok ritüeller ve biçimlerde kalıp sadece zahiri olanı arayanlardan ve mana okyanusuna varmak isteyenlerden, yani ‘Ehl-i Batın’dan- söz etti” (S.25).
Muhyiddin Şeker ve aradığını bulma özlemi
Muhyiddin Şekur, ABD’ye döndükten sonra içinde uyanan “aradığını bulmak” özlemi ile yaşamağa başlar: “Seyahat dönüşümü izleyen haftalarda ve iyileştikten sonra, beni daha önce benzerini yaşamadığım bir özlem sardı. Hiçbir şey beni tatmin etmiyordu. Çalışmak, birden dayanılmaz bir hal aldı. Her gün derin bir melankoli geçiriyordum. Çok az konuşuyor ve herkesten giderek uzaklaşıyordum. İşlerimden elimi ayağımı çekip inzivaya girdim. Özlem içimde büyüdü de büyüdü” (S.27).
“Kainatın yaratıcısı karşısında alnımı secdeye ilk koyduğumda ise kalbimin derinliklerinde yatan duyguya ulaştım” diyen Muhyiddin Şekur, tasavvuf yolundaki eğitimini nasıl aldığını, tamamladığını ve bu “modern, post-modern zamanlar” da nasıl derviş olduğunu ayrıntılarıyla anlatır 283 sayfalık kitabında. Amacını da şöylece özetler; “Amacım yolunu arayanlara yardım etmektir.”
“Dövene elsiz gerek / Sövene dilsiz gerek / Derviş gönülsüz gerek” demiş 13.-14.yüzyılın büyük sufisi Ermem Yunus. Bunu bizim toprağımızda söylemiş hem de. Günümüzde ” derviş ” olabilecekler, Yunus’un anlattığı gibi olabilecekler var mıdır? Buna cevap bulmak değil benim işim. Ama “Su Üstüne Yazı Yazmak” romanını okuduğunuzda Mevlana’dan, İmam Gazali’den, Shakespeare’den, Feridüddin Attar’dan, Sir Thomas Moore’dan, Tebrizli Şems’ten, Eflaki’den, Lermentov’dan, İnayat Han’a kadar benzersiz bahçelerde dolaştığınızı ve çok farklı çiçeklerle; onların, ıtırlarıyla, usareleriyle yeniden yaşamaya başladığınızı hissedeceksiniz. Bu büyük insanların hepsi şunu söylüyorlar Muhyiddin Şekur diliyle:
Her dem yeni doğarız / Bizden kim usanası…
https://indigodergisi.com/2015/12/mutezile-ayrilanlar-kenara-cekilenler-islamda-gunah-musluman-hasan-basri-mezhepler-peygamber/
İlgili yazılar
Cemalnur Sargut ile Tasavvuf Üzerine
İnsanın Kendini Tanıması ve Tasavvuf