Dünyanın her yerinde ve her zaman varlığını sürdürmüş olan ve hala da sürdüren eşcinsellik, bizim tarihimizde hangi aşamalardan geçti? Eşcinsellik dönem dönem bir ölçüde hoşgörüyle karşılanıp, güzel sanatlardan edebiyata kadar her alana işlemiş. Günümüz toplumunda ise eşcinsellik, küfürler ve ciddiye alınmayan gençlik sorunları arasında bir yere sıkışıp kalmıştır.
Sağlıklı bir toplumun, yalnız bedensel sağlığı yerinde insanlardan değil, aynı zamanda cinsel sorunlarını çözümlemiş bireylerden oluşacağı, cinsel sorunların çözümünün ise ancak bunları tarihi gelişimleri içinde kavramakla mümkün olacağı kesindir.
Dört ciltlik “Künh-ül Ahbar” adlı tarih kitabıyla ün yapmış Gelibolulu Mustafa Ali Bey, Divan’ında 16. yüzyıldan günümüze seslenmektedir:
“Zenne rağbet eder mi akil olan / Tab-ı Ali civane maildir.” (Aklı başında olan, kadına eğilim gösterir mi? Ali’nin yaradılışında delikanlı gence yöneliş vardır) diye kendisini örnek göstererek öğütler veren bu bilim adamına, 17. yüzyıldan Hıfzı’nın da şu ilginç deyişiyle eşlik etmesi eşcinsellik anlayışını açıkça yansıtmaktadır: “Zenne meyl eylemeyen / kaht-ı recul olsa bile!” (Hiç erkek kalmasa bile kadına gönül veremem!)
Osmanlı toplumunda eşcinsellik
15. yüzyılda, 2. Murad’ın emri üzerine Mercimek Ahmed’in Farsça’dan çevirdiği Keykavus’un Kabusname’sinde kadınlar hakkında daha değişik açıklamalar vardır:
“Ve yaz olunca avretlere meylet ve kışın oğlanlara, ta ki bedenen sağlam olasın. Zira ki oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir yere gelirse teni azıtır ve avret teni soğuktur, kışın iki soğuk bir yere gelse teni kurutur vesselam.“
Eskilerin hamamla ilgili bir deyişi vardır: “Arife gecesi hamama gidilmez, yoksa Bedevi Topuna girersin!” M. Zeki Pakalın, “Osmanlı Tarih Deyimleri” adlı kitabında Bedevi Topu’nu şöyle anlatır:
“Bedevi ayinleri yalın ayak, başı açık, belden kuşakla sıkılmış bir entariyle soyunuk yapılırdı. Zikrin en ateşli sıralarında birbirlerine sarılarak ortalığı sarsan bir heyecanla yaptıkları ayin için Bedevi Topu denir. Top haline geldiklerinde, birbirlerine arkadan ve belden sarılırlardı. Olgun çağlardaki dervişler, taze genç dervişlere sarılırlar, en güzel delikanlıları da topun ortasına geçirirlerdi. Mecazi aşk adı altında, avam aşkın ilişki yoluna pervasızca saptıklarını söyleyenler vardır.”
Yeniçeri ocağında eşcinsellik
Seferlerde ele geçirilen çocukların “devşirme” yöntemi ile ordunun “yeniçeri” ocağında yetiştirildiği devirlerde de eşcinsel ilişkiler yoğunluk kazanır. 16. yüzyılın sonlarına doğru iyice bozulan Yeniçeri teşkilatı, üç yüz yıllık varlığı boyunca türlü rezaletlere sahne olur. Devşirme yönteminin kaldırılmasından sonra yeniçeri ocağına alınan oğlanların “köçek”, “civelek”, “peçeli” gibi orduyla, savaşla ilgisi olmayan sınıflara ayrıldığını görürüz.
Reşat Ekrem Koçu, civeleklerin kıvrak, cazibeli, alımlı ve kabına sığmaz delikanlılardan seçildiğini yazar. Yeniçerilerin kışlalarından çıkıp bekar odalarında yatmaya başladıkları devirlerde:
“Civelekler de müstakbel yoldaşlık yakınlığıyla, namzedi olduğu ortamın pençeli bir kabadayısını kendisine hami bilerek, o haytanın koltuğuna sığınır ve onun odasında ve yanında yatarak adeta gönüllü uşağı olurdu. Bunlar, falan ağanın, filan çorbacının civeleği diye anılırlardı.“
Meyhanelerde delikanlıları oynatıp eğlenmek, bir devrin en sık görülen olaylarındandı. “Köçek” adı verilen bu erkek oyuncular genellikle kadın elbisesi giyerek, seyredenleri çılgına çeviren cilvelerle dans gösterileri yapardı.
Reşat Ekrem Koçu köçekleri: “Genç ve yakışıklı delikanlılar meşk hanelerde veya oyunlarıyla ün yapan köçeklerin yanında, uzun zaman çalışmak suretiyle yetişirlerdi. Raksın kendine göre birtakım usul ve kaideleri vardı: Kafa tutmalar, omuz titretmeler, bel kırmalar, topuk çarpmalar, tırnak üstünde uçar gibi koşmalar… Köçeklerin bazen şehvetengiz kadın elbiseleri giydikleri de olurdu. Raks, seyircileri çıldırtan bir temsildi: Müzikle gerilen sinirler, güler yüzlü, kadın kıyafetli, kadın edalı yosmaların kışkırtıcı oyunlarından tahammülsüz bir hale gelirdi.“
Cariye Olayı
Kadınlar arasındaki eşcinsellik de Osmanlı toplumunda sık görülen bir durumdu. Örneğin, tarihte “Cariye Olayı” adıyla geçen 19. yüzyıla ait bu tür bir ilişki, İstanbul’un kibar aileleri arasında günlerce dedikodusu yapılan bir rezaletle sonuçlandı.
Reşat Ekrem Koçu’dan öğrendiğimize göre, olay 1818’de geçer. Kadınlardan biri, Rumeli Kazaskeri Mekkizade Mustafa Asım Efendi’nin kızı ve Mekke Kadısı Muradzade Mehmet Arif Efendi’nin eşi Lebibe Hanım; diğeri de, Reisülküttab Vasıf Efendi’nin kızı ve Müderris Lofçalı Bekir Efendi’nin eşi Zaliha Hanım’dır. Kadınların her ikisi de İstanbul’un kibar ulema ailelerinden gelmekte. Ancak, bu iki kadının evlilik yaşamı mutsuzlukla geçmiştir. Bu iki genç kadın, 1816’da Lebibe Hanım’ın yalısında tanışırlar.
Zaliha, kiracı olarak komşu gelmiş ve birbirlerini ilk görüşte sevmişlerdir. Kocalarında bulamadıkları aşkı birbirlerinde bulurlar. Yalıları yan yana olduğu halde, dul Zaliha geceleri Lebibe’sinin yanında kalmaya başlar. Çok nazik olan Arif Molla, geceleri komşu hanımın kendisine tercih edilmesini görmezlikten gelerek, onaylamıştır. Kadınlar bir süre bu ilişkiyi devam ettirirler. Fakat daha sonra kendilerine benzemeyen üçüncü bir kadına gerek duyarlar. Mekkizade, esir pazarına gidip bir Gürcü kızı satın alır. R. Ekrem Koçu kızı şöyle tanımlar: “Yüz güzelliği bir harikaydı. Uzun boylu, iri kemikli, büyük elli ve büyük ayaklıydı. Perde arkasından yalnız ellerini ve ayaklarını gösterse, kız değil, taze civan yetenekli bir kayıkçı sanılırdı.“
Böylesine bir tablo içinde gelişmiş olan toplumun eşcinsellik üzerine ne gibi düşünceler besleyeceği ve gerçekte hangi denemelerden geçmiş olabileceğini araştırmak uzmanlara kalmıştır. Yüzyıllar öncesinden bu konudaki düşüncesini belirten Mevlana Celaleddin Rumi şu sözleri söylemiş:
“Cinsiyet nedir? Bir çeşit bakış. Bununla, bir cinsten olanlar birbirlerine yol bulur, birbirlerine kavuşurlar. Tanrı birisine verdiği bakışı sana da verirse, sen de onun cinsi olursun. Erkekte kadın huyu oldu mu puşt olur, namussuzluk eder. Kadına erkek huyu verdi mi, kadın kadını arar, sevici olur…”