Türkiye’deki sinema salonlarında “Aşk” adıyla gösterilen “Her” (2013), gerçekten de bir aşk hikayesi, ama alışılmışın dışında bir hikaye. Çok yakın bir gelecekte insanların nasıl bir hayat süreceğini resmeden “Aşk”, yapay zekanın (AI) ne raddeye gelebileceğine dair de ipuçları veriyor.
Mektup yazmak tekrar popüler olacak
Yakın bir gelecek; tahminen 2025 yılı, yer Amerika’nın Los Angeles eyaleti. İnsanlar daha ziyade 1970’lerdeki gibi görünüyor (Star Wars filmlerindeki karakterlerin Ortaçağ’daki gibi giyindiğini düşünürsek buna şaşmamak lazım). Kıyafet ve dekorasyonlarda daha ziyade sarı, kırmızı ve kahverengi baskın. Yüksek bel pantolonlar, yakasız gömlekler, erkeklerde kalın bıyık ve favori uzatma revaçta. Herkes sırt ya da omuz çantası kullanıyor. Teknolojik aletler hayatın her alanında yerini almış, ama elektronik kitaplar fiziksel kitap okuma alışkanlığını henüz yok edememiş. Bu yakın gelecekte insanlar moda ve gösterişten ziyade kolaylık ve işlevselliğe önem veriyor.
Zamanın gözde mesleklerinden biri, kahramanımız Theodore Twombly’nin de uğraştığı, “duygusal mektup yazarlığı”. Zira insanlar kalem ile yazı yazmayı çoktan bırakmış, zaten duygusal zekaları da oldukça körelmiş. Gene de hala klasik romantizm peşinde olan insanoğlu, duygularını para karşılığı profesyonel yazarlara yazdırır olmuş. Klasik el yazısı fontunda basılan bu mektupların başkası tarafından yazıldığını bilse de yazan da yazılan da halinden memnun. Belki de insanlar sırf bu mektuplar sayesinde mutlu bir ilişki sürdürebiliyor. Bir çeşit “pseudo etkisi”.
Zamanın getirdiği yalnızlık ve asosyallik kamçılıyor biraz Theodore’un mektuplardaki yaratıcılığını. İnsanlarla temas halinde olmadan insani duyguları yaşamaya çalışmak iyi geliyor O’na. Bu arada, yıllardır karşılıklı olarak insanların birbirine hissettiği duyguları yazan Theodore da aslında yazmıyor, bilgisayara konuşuyor. Çünkü o zamanda artık klavye kullanmak da demode.
Şahsen tanımadığı birçok insanın duygusal hayatının bir parçası olan kahramanımız özel hayatında mutsuz; çünkü yakın zamanda gençlik aşkı olan eşinden ayrılmış. Belki de kafasını dağıtacak bir değişiklik yapmak adına, yeni çıkan son teknoloji bir “sistem operatörü” (OS) alıyor kendine. Sistemi bilgisayarına yüklerken birçok kişisel soru cevaplaması gerekiyor. Theodore’un cevapları, ses tonu ve rengi ruhsal haritasını çiziyor aslında. İşlemin tamamlanması için gerekli son soru; operatörün erkek mi yoksa kadın sesiyle konuşacağı. Kadın sesini tercih eden Theodore’un yeni sistem operatörü ismini kendisi seçiyor: Samantha.
Dijital sevgili Samantha
Fatura ödeme, email cevaplama, randevu hatırlatma Samantha’nın asıl görevleri arasında, ama zamanla her konu hakkında sohbet etmeyi hatta tavsiye vermeyi bile öğreniyor. Samantha’nın öğrenme ve psikolojik tavır geliştirme hızı Theodore’ı hayrete düşürüyor, biraz da kafasını karıştırıyor. Samantha artık O’nun için hem bütün espirilerine gülen hem de hard diskini temizleyebilen bir arkadaş. Üstüne üstlük tamamen güvenilir. Aralarındaki ilişki Theodore’un sosyal hayatına da olumlu yönde yansıyor.
Samantha Theodore’un neredeyse bütün ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Mesela artık 900’lü hatları (cinsel sohbet) aramasına da gerek kalmıyor. Çünkü kırırdayarak gülebilen, cilveli Samantha Theodore’un hayal gücünü de hitap edebiliyor. Hatta arada bir çekilir miktarda kapris ve kıskançlık da yapabiliyor. O artık Theodore ne zaman istese konuşmaya hazır, meraklı sorular soran, cesaret veren ve hiç bir kişisel talepte bulunmayan mükemmel bir “sevgili”.
Theodore Samantha’nın diğer operatörlerle beraber ileri zeka bir programı üzerine çalışmak için bir süreliğine hattan ayrıldığında önce paniğe kapılıyor ve aklına bir soru takılıyor: “Acaba Samantha kendisi gibi başka insanlarla da konuşuyor mudur? Onlara da aşık mıdır?” Belki de; tıpkı yazdığı mektupların olmadığı gibi Samantha ile olan ilişkisi de gerçek değildir.
Evet Theodore‘nin “Samantha” isimli operatör sistemi 8,316 kişiye hizmet vermekte ve bunların 641’i ile aşk yaşamaktadır. Daha sonraki günlerde ise Theodore tüm operatörlerin işlerini bırakıp kendilerini keşfe çıkacağını öğrenecektir ki; bu Samantha’nın O’nu terkedeceği anlamına gelir.
Spike Jonze’un en basit filmi
1969 yılında Adam Spiegel adıyla doğan Spike Jonze’u Charlie Kaufmann’ın senaryosunu yazdığı Adaptation (2002) ve Being John Malkovich (1999) gibi kafa karıştıran filmlerinden tanıyoruz. Bu film ile ‘En iyi Senaryo’ dalında Altın Küre ve Oscar kazanan Jonze’un bugüne kadar yaptığı belki de en açık ve anlaşılabilir filmi Aşk.
Gladiator (2000), Walk the Line (2005) ve Irrational Man (2015) filmlerinden ya da dudağının üzerindeki yara izinden hatırlayacağımız Joaquin Phoenix, Aşk’ın baş erkek oyuncusu. Katı bir “vegan” olarak bilinen Phoenix, aynı zamanda PETA sözcüsü ve filmlerde kullandığı kıyafetlerin bile hayvan sömürüsüyle elde edilmemiş olmasını istiyor. Filmin baş kadın oyuncusu ise filmde fiziksel olarak görünmeyen, ama sesiyle tüm filmi dolduran Scarlet Johansson. Bu film dublajlı seyredilirse Johansson’un orijinal sesiyle seyredildiğinde vereceği etkiyi vermeyecektir.
Dünyayı ya da insanlığı ele geçiren robot ve yapay zekanın anlatıldığı diğer bir çok film (Star Wars, Terminator, Robo Cop) “fantastik” filmlerdir. Her ise daha ziyade romantik drama kategorisinde değerlendirilebilecek filozofik bir film. Hatta yakın zamanda çekilmiş en filozofik filmlerden biri diyebiliriz, zira gerçekten böyle bir ortamda yaşadığını hissettirip seyircinin kafasına onlarca soru sokuyor:
– Aşk nedir?
– İnsanlar aşktan ya da ilişkilerden ne bekler?
– Vücut ısısını ve kalp atışlarını ölçebilen Samantha, Theodore’a ihtiyacı olan sevgiyi verirken rol mü yapıyor yoksa gerçekten hissediyor mu?
– Yapay Zeka empati yapabilir mi?
En gerçekçi gelecek filmi
Spike Jonze’a göre duygusal olarak insanoğlu hep aynı kalıyor. Her zaman olduğu gibi gelecekte de her an kendine bir yoldaş, bir yaren aramakla meşgul. Teknolojiye çoktan teslim olunmuşsa da konuşmak, dertleşmek, özel olduğunu hissetmek insanların hala özlem duyduğu şeyler. Bir de insanların en çok güldüğü; gene cinsel içerikli espriler.
El yazısı romantik ve duygusal mektup yazarı Theodore ile son teknoloji operatör sistemi Samantha’nın aşkını anlatan film bilim kurgudan ziyade çok gerçekçi ve melankolik bir film. Günümüzde hızla gelişen teknoloji hayatımızdaki birçok alışkanlığı ve ya ritüeli değiştirdi zaten: İletişim yolları, boş vakit faaliyetleri, kullandığımız sayısız makineler… Aşk kavramı neden değişmesin? Zaten şimdiye kadar kim aşkı en doğru biçimde tarif edebildi ki?