Ülkemiz karanlık bir dönemden geçerken sanat emekçileri ve sanatseverler için ‘sanatın gücü’ üstüne düşünmemek elde mi? Yoksa siz ‘konserleri durdurun, oyunlar dursun, yas ilanıyla sanat saygı duruşunda hareketsiz beklesin’ diyenlerden misiniz? Bu konu üzerine beraber kafa yormaya ne dersiniz?
Geçmişe dönüp uzun uzun Rönesans’ın Avrupa’dan başlayıp dünyaya yayılan aydınlık etkisini irdelemeye gerek yok çünkü yaşadığımız karanlıkta radikal görülen duruşuyla, yaratımıyla direnen sanat kahramanları etrafımızda… Belki gitgide halktan uzaklaştırılmak için televizyonlardan aforoz edildiler ama Firuzağa Kahvesi‘ne çay içmeye gittiğinizde o kahramanlardan biriyle rastlaşmanız mümkün ya da sosyal medya aracılığıyla mesela Twitter’da aynı fikri paylaştığınızı gözlemleyebilirsiniz. Onlarla aynı çağı paylaşıyoruz; hatta kimimiz onlardan ilham alıyor, kimimiz onlara güç veriyor, kimimiz de henüz farkında değil ama onların peşinden gidebileceği bir hareketi bekliyor.
Yıllar önce bir Tiyatrolar Günü‘nde ‘AKM yıkılmasın’ diye yürüyüş yaparken kendi oyun tanıtımını yapan, slogan atarken cılızlaşan sesini haber yapmaya gelmiş kameraları görünce yükselten ‘sanatçı’ demeye dilimin varmadığı nice ‘şov insanı’nı görmüş, ülkemiz aydınlarıyla ilgili olumsuz fikirlerimi pekiştirmiştim.
Sonra karanlık çöktü ülkeye; nicedir çekiştirilen tiyatro perdesi kapatılmaya çalışıldı, oyunlara sansür uygulandı, ‘Emek bizim İstanbul bizim’ diyen sanatçılara biber gazı sıkıldı. Öyle ki film festivaline misafir olarak gelmiş yabancı yönetmenler de biber gazından nasiplenmişti. Muhalif görünen tiyatrolar cezalandırıldı, film festivalinde oyunlar programdan çıkartıldı; sansürleme işi abartılıp toplu sansür uygulandı.
Bir gün karanlık, yeşile göz dikti ve işte o zaman gerçekten aydın olan kafalar, kararmamış ruhlar ortaya çıktı. Parkta kol kola yürüyen sanatçılar ‘basın açıklaması’ yaptı sonra bu sanatçılara açıktan ve gizliden göz dağı verildi. Bir sanatçımız, aldığı tehditler sonrası yurtdışına yerleşmek zorunda kaldı. Bir diğer sanatçımız son derece başarılı performans sergileyip ödül aldığı seyirci rekoru kıran oyunun başrolü iken çalıştığı kurumdan ihraç edildi. Çirkin pankartlarla ahlakları sorgulanan, çirkin manşetlerle hedef gösterilen diğer değerli insanlar ise türlü zorluğa rağmen bu ülkenin karanlığından uzakta başka bir ülkede hayat kuracak imkanları olduğu halde hala bu ülkede direnmeye devam ediyorlar.
Şimdi tekrar soralım; “Karanlık çoğalır, çocuklar ölürken, susması gereken sanat mıdır?!”
Susması gereken silahlardır şüphesiz ve belki size oldukça romantik bir söylem gibi gelecek ama “oyuncak tabanca tutan çocuk yetiştirmekle değil, çocuk oyununda alkış tutan çocuk” ile aydınlık bir gelecek inşa edilir. Yine karanlık günlerden geçerken bir müzisyen çok anlamlı bir açıklama yapmış, “Terörün dostu savaş, düşmanı sanattır… Sen bugün dükkanını kapattın mı, işe gitmedin mi? Ben niye işimi yapmayayım, susmaktır asıl duyarsızlık!” demişti…
Türkiye’de tiyatro, müzik, sinema genellikle “eğlence amaçlı” görülür. “Son günlerde ülkemizde yaşanan üzücü olaylar nedeniyle iptal…” klişesinin sıklıkla gündeme gelmesini bu düşünceye bağlayabiliriz.
İçinde bulunduğu ortamdan bir kaçış bulmak amacıyla tiyatroya, sinemaya, konsere, resim galerisine giden bir seyirciye kaçmış olduğu durumu hatırlatırsanız huzursuzlanacaktır. Öte yandan gerçek “sanatsever”, sadece mesleğini icra eden oyuncu ve müzisyen ile yaşadığı çağın dertlerinden dertlenen, hayata karşı ideolojisi ve duruşu olan gerçek “sanatçı”yı ayırt eder ve sanatçıdan kendisinin dertlendiği konularda omurgalı bir davranış sergilemesini bekler.
Yürekli sanatçılara alkış tutanlardan mısınız, yoksa suskunlardan mısınız?
Gösterdiği performansla kazandığı ödül için konuşma yaparken Haziran Ruhu‘nu selamlayan, ülkeyi kendi bağı gibi gören, istediğini sürgün edebileceğini düşünen zihniyete karşı “dur” dediği için linç edilen, “2013’den beri ölen tüm çocuklara ve gençlere selam olsun” diyen nice yürekli sanatçıyı alkışlayanlardan mısınız? Yoksa Brecht’in Hitler dönemindeki “sizler, şu an batmakta olan geminin duvarlarına çiçekler yapıyorsunuz ve bunun adına da sanat diyorsunuz” diyerek tasvir ettiği suskunların yanında saf tutanlardan mısınız?
2013 yılında prömiyeri yapılan ve halen İstanbul Devlet Tiyatrosu oyun programında olan bir oyunda genç bir oyuncu sahnede penguen yürüyüşü yapmıştı. Bu sezon oynanan bir Şehir Tiyatroları oyununda sahnede Sosyalizm’in simgesi kızıl bayrak dalgalandırıldı. Baskıya yaratımla cevap veren nice gençlik tiyatrosunu, yaratıcı nice genç yazarı ve tiyatronun insana ayna tutma görevini başarıyla sergileyen özel tiyatroları saymıyorum bile, öyle çoklar ki… Halen baskı altındaki kurumlar içinde bile sanatçılar karanlığa karşı kısık sesle direniyor, o sesi seyirci olarak duyarlılıkla anlamlandırıp alkışlayarak desteklemek gerçek sanatseverler olarak bizim görevimiz.
Bir sanatçıyı yaratımından, seyircisinden uzaklaştırmak acıya saygı değil, acıyı yaratan karanlığa destek olacaktır.
Muhabir bir kardeşimiz ülkenin Doğu’sundan, kana bulanmış topraklardan seslenip “Biz de kültür sanat haberi yapmak isterdik ama siviller ölüyor, ülkede savaş var” demişti kendince haklı olarak. Biz ise Batı’dan selamlıyoruz onu. Üç beş kişi bir araya gelemiyoruz, birbirimizi sanat platformlarında buluyor, üç maymunu oynayanların gözünü sanatla açmaya çalışıyor, fazla naif çokça romantik görülse dahi böyle direniyoruz.
Bu yazıda bahsi geçen sanatçıların ismi bilinçli olarak yayınlanmadı –ki pek çoğunu zaten biliyorsunuz ya da Google’da kısa bir araştırmayla ulaşabilirsiniz– çünkü onlar siyasi söylemlerde yer edinmek için değil, sanatçı duyarlılığıyla çıkar gözetmeksizin seslerini duyuruyorlar ve her vicdanlı sağduyulu vatandaşın yapması gerekeni sanatçı kişilikleriyle öncü olarak yapıyorlar.
Bir gün karanlık aydınlığa dönüştüğünde; eserleriyle, performanslarıyla, başarılarıyla hatırlanacaklar. Tüm onurlu kahramanlar gibiler. Kahramanlaştırılmayı beklemiyorlar… Hepsine, tüm sanat yaratıcıları, emekçileri ve gerçek sanatseverlere selam olsun…