Tazminat çalışanın en doğal hakkıdır fakat şimdi ben bundan bahsetmeyeceğim. Hatta olayı çok farklı bir açıdan ele alacağım. Tazminat denilen şeyin istediğimiz hayatı yaşamamıza nasıl engel olduğundan bahsedeceğim size…
İşim gereği bir çok firmanın çalışanlarına eğitim veriyorum. Bu firmalarda çalışan, yaptıkları işlerden memnun olmayan bir çok genç arkadaşla tanışıyorum. Onlara, “Madem memnun değilsin neden işten çıkmıyorsun?” diye sorduğumda genellikle aynı cevapla karşılaşıyorum: “İçeride tazminatım var çıkamam.” Ne kadar zamandır çalışıyorsun diye sorduğumda ise genellikle iki üç yıldır o işletmede çalıştıklarını söylüyorlar. Şimdi size bir hikaye anlatacağım. Bu gerçek bir hikayedir.
Bundan yıllar önce kimya mühendisi bir bayan ile tanışmıştım. Benden 10-12 yaş kadar büyüktü. Ben o zamanlar 20 yaşlarındaydım o da 30 civarlarındaydı. Kendisiyle sohbet ederken sürekli işinden dolayı yakınıyordu. Çalıştığı fabrikada sürekli kimyasal madde solumak zorunda kalıyormuş ve bu da onu çok rahatsız ediyormuş. Kendisine, “O halde neden işten çıkmıyorsun?” diye sorduğumda, “Çıkamam çünkü sekiz yıldır bu fabrikada çalışıyorum ve içeride tazminatım var.” demişti. O kişiyle tam on yıl sonra tekrar rast geldik. İyice çökmüştü. “Naaptın abla işi? Çıkabildin mi?” diye sordum. “Yok Cem’ciğim nerdeeee, hala aynı fabrikadayım şimdi 18 yıl oldu hiç çıkamıyorum. Keşke o zaman çıksaymışım.” diye cevap verdi… İnsanlar bir tazminat uğruna hayatlarını feda ediyorlar.
Hayat sanki bir poker oyunu gibi. Bir oyuna oturuyorsun ve içeriye girdikçe giriyorsun ama asla tekrar dışarıya çıkamayacağın bir oyun. Seni oyundan atsınlar diye dua ediyorsun ama kimse atmıyor. Her geçen her gün aleyhine işliyor. Bir çok insan sırf içeride tazminatı var diye sevmediği işlere devam etmek zorunda kalıyor ve hayatını mahvediyor. Çalıştığı kuruma da farkında olmadan zarar veriyor. Bir akvaryumun içini balıklar kirletir. Firmaların içini de mutsuz çalışanlar kirletiyor. Neresinden baksanız zarar ziyan yani. Eğer çalıştığınız iş yerinde kendinizi yıllar geçse bile hala turist gibi hissediyorsanız siz oraya ait değilsiniz demektir. Tazminatı düşünmeyin. Üçe beşe bakmayın ayrılın işten. Eğer sevdiğiniz bir işi yaparsanız o tazminattan çok daha fazlasını yeni işinizde kazanırsınız. Tıpkı benim gibi. Önemli olan gerçekten sevdiğiniz işi yapmak.
Size yaşamadığım ya da gözlerimle görmediğim hiçbir şeyi anlatmıyorum. Aynı yollardan ben de geçtim. Yedi yıldan daha uzun süredir bir bankada çalışıyordum ve içeride yüklü bir tazminatım vardı. Hem çalışma arkadaşlarımla hem de müşterilerimle aram çok iyiydi. Yani işten atılmam için hiçbir gerekçe yoktu. Fakat ben bu iş için gerçekte uygun kişi olmadığımı biliyordum. İş de benim için uygun değildi. Yedi yıl geçmesine rağmen kendimi hala turist gibi hissediyordum. İşten çıkmam için gereken zaman da gelmişti ama sırf bu tazminat meselesi yüzünden ayrılamıyordum.
İşin ilginç yanı, o işe girme sebebim, işin sağlam olmasıydı yani işten atılma riski yoktu memuriyet gibiydi. İşten çıkma sebebim de aynıydı. Orada emekli olana kadar kalacağımı biliyor olma fikri beni deli ediyordu. Orada kaldığım sürece kendimi gerçekleştiremiyordum ve biliyordum ki insan ömrü çok kısa ve ben yanlış ata oynamıştım. İşten çıkmaya karar verdikten sonra istifa ederek ayrılabilmem tam üç ay sürmüştü. O zorlu dönemde Şebnem Ferah’ın “Sil baştan başlamak gerek bazen” şarkısı bana çok yardımcı olmuştur. O şarkıyı günde nerdeyse yirmi kere dinleyerek sonunda istifa edebilmiştim. Neyseki o zamanlar şarkıyı henüz Kibariye yorumlamaya başlamamıştı. Belki de istifa etmek yerine alkol bağımlısı olabilirdim o durumda çünkü Kibariye şarkıyı çok içli yorumluyor!
İnsan bir kurumda uzun yıllar çalışınca içinde iki tane his beliriyor:
Birincisi, başka hiçbir iş yapamazmışsınız gibi geliyor. Bütün hayatınız boyunca tek bildiğiniz iş bu ve başka da bir iş öğrenemeyecekmişsiniz gibi bir his kaplıyor içinizi. Sanırım yılların verdiği tembellikten olsa gerek. Başka bir işe geçiş yaptığınızda ise tüm rutininizi terk etmek zorunda kalacağınızdan bir türlü o cesareti gösteremiyorsunuz. Çünkü rutin bir hayata devam etmek değişiklik yapmaktan çok daha konforlu geliyor. Rutin hayat monotondur ama güvenlidir. Güvenli alandan çıkmak o yüzden çoğu insana zor gelir. Değişime cesaret edemezler ve bütün hayatları boyunca güvenli alanda kalırlar.
İkinci olarak da dışarıda oksijen yokmuş gibi hissedersiniz. Sanki hayat o işle başlamıştır ve o işle bitecektir gibi gelir insana. Halbuki bu da bir yanılgıdır. Dışarıda da içeride olduğu gibi oksijen vardır. Aynı oksijeni solursunuz. Dışarıdaki oksijen daha kötü olmadığı gibi daha iyi de değildir. Yalındır, olduğu gibidir.
Size bununla ilgili bir hikaye anlatayım:
Bir gün yuvasından düşen bir yavru kartal tavuklar tarafından bulunur ve kümeste büyütülmeye başlanır. Yavru kartal arada bir başını gök yüzüne çevirdiğinde yukarıda uçan kuşları görürmüş ve kendisini büyüten annesi zannetiği tavuğa, “Anne biz de uçabilir miyiz?” diye sorarmış. Annesi de, “Hayır yavrum biz uçamayız” diye cevap verirmiş.
– “Neden uçamıyoruz anne?”
- “Biz uçamayız çünkü biz tavuğuz yavrum. Tavuklar uçamaz.”
Büyüdüğünde ve kanatları geliştiğinde bu kartalın önünde iki seçenek vardır. Ya annesinin söylediği gibi bir tavuk olduğuna inanacak ve kalan bütün hayatını diğer tavuklar gibi kümeste geçirecek ya da bir kartal olduğunu farkedecek ve korkmadan özgürlüğe kanat çırpacak.
Bugün bir çok kartal maalesef kartal olduğunun bilincinde olmadan kümeste tavukların arasında yaşamaya devam ediyor. Bu yazı biraz da kartal olduğunu unutanlar için yazıldı. Amacım kartallara aslında bir tavuk olmadıklarını farkettirmek çünkü ne kadar kartal da olsanız eğer size uçmayı gösteren birisi olmazsa diğer tavukların arasında kaldığınız sürece kendinizi tavuk olarak zannetmeye devam edersiniz. Tazminat da bizi o kümese bağlayan görünmez prangalardan yalnızca biridir. Tabi evlilik, çoluk çocuk, mortgage borcu gibi daha bir çok etken var. Onları da kısmet olursa başka yazılarda anlatırız artık…
İlgili yazılar:
İşçinin anayasal hakları: Çalışma Şartları
İşçinin anayasal hakları: Çalışma Şartları (2)