12 Eylül’ün gençleri çoktan büyüdü; hatta onların yetiştirdikleri çocuklar da büyüdü. Siyasetten elimizde kalan ise siyaseti televizyonda yapmacık tartışma programlarını seyretmek ve oy vermekten ibaret zanneden bir seçmen kitlesi oldu.
Genellikle, 12 Eylül sonrasında gençlerin siyasetten uzaklaştığı, apolitik bir gençliğin ortaya çıktığı söylenir; gençler bu nedenle eleştirilirler. Oysa 12 Eylül darbecilerinin zihinlerinde kurguladıkları gençlik ve siyaset ilişkisi hiç de bu şekilde değildi. 12 Eylül yönetimi asla ve asla apolitik bir gençlik yaratma derdinde olmadı; darbecilerin arzuladıkları gençlik siyasetten bihaber, ilgisiz bir gençlik değildi. Aksine siyasetin içerisinde, siyasetle ilgili bir gençlik yaratmak istediklerini bile söyleyebilirim.
Yukarıdaki paragrafta söylemeye çalıştıklarımın, gençlik ve siyaset üzerine yürütülen hâkim tartışmalardan oldukça farklı olduğunu biliyorum. Genel yargı, bilgisayar oyunları ve sosyal medyadan kafasını kaldırmayan gençliğin artık apolitik hatta asosyal olduğu yönünde. 12 Eylül de bu kurgunun miladı olarak kabul edilir. Oysa değil.
Başa dönelim. 12 Eylül sanıldığının aksine hiç ama hiçbir zaman apolitik, siyasetle ilgilenmeyen, siyasal kurum, süreç ve kişilere tam anlamıyla ilgisiz ve onlardan tamamen bihaber bir gençlik yaratma derdinde olmadı. 12 Eylül, 70’lerin gençliğinin siyasetle ilgilenme biçimiyle ve ideolojileriyle sorunluydu; bu nedenle de gençlerin apolitize değil repolitize edilmelerini hedefledi.
12 Eylül hedefine, 70’lerin gençliğinin siyasetle ilgilendiği mekanı “sokak”, “örgüt”, “dernek”, “parti” ve “kökü dışarıda sapık” bir ideoloji (bu ifadenin, kelimesi kelimesine darbecilerin idari teşkilatı olan Milli Güvenlik Konseyi’nin bildirilerinde geçen bir tabir olduğunu da belirtmeden geçmemeliyim) olarak kurguladığı sosyalizmi koymuştu.
12 Eylül’ün düşman olduğu ve gençleri “kurtarmak” (!) istediği şey sokak ve sosyalizmdi. Hedefine ulaşmak için de gençlerin apolitikleşmesi değil, repolitikleşmesi gerekiyordu; gençler politikayla uğraşmalılardı ama tam da 12 Eylülcülerin istedikleri, kurguladıkları, arzuladıkları düzlemlerde. Bu amaçla 12 Eylül yönetimi, gençleri kökü dışarıda sapık ideolojilerden koruyabilmek için kökü içeride milli ideolojiler üretmeye koyuldu; sosyalizm gibi kötü düşüncelere meyletmemeleri için de biraz olsun dindarlaşmalarına çabaladı. Gençlerin fazla düşünmeleri, eleştirmeleri vb. de arzu edilen bir şey değildi. Ellerinde bizzat resmi ideoloji tarafından üretilmiş ideolojileri ve yine onun tarafından kurgulanmış, kurum ve süreçleri vardı. Gençlerden istenen, devletin kendilerine sunduğu bu siyasal oyun parkında, yine devletin kendilerine verdiği, kazma kürekle kumdan siyasal kaleler yaparak zaman geçirmeleriydi. Repolitizasyonun temeli de buradaydı.
12 Eylül’den sonra yürürlüğe sokulan bu repolitizasyon kampında, gençlerin elinden düşünmek için kullanacakları ideolojiler alındı (onlar kötüydü; zaten bir müddet sonra da onların sonunun geldiği, öldükleri, artık ideolojiler çağının sonunun geldiği söylenecekti) siyasal kurum ve süreçler ile ilgili analitik bilgilere de zaten ihtiyaçları yoktu. Düşünme işi, resmi ideolojinin işiydi ve gençler adına bu iş yapılıyordu.
Gençler düşünme, tartışma işlerini bir kenara bırakmalı ve sadece kendilerine sunulan kavramlar, kurumlar üzerinden, asla bunları sorgulamaya gerek duymadan “politize” olmalıydılar: Yaşları yettiğinde oy vermeleri, 19 Mayıs’ta spor statlarında kule yapmaları, resmi bayramlarda tören geçidine katılmaları, okul bahçelerindeki resmi törenlerde şiir okumaları, falanca yerin düşmandan kurtulma törenlerinde asker kıyafeti giyerek düşmanı öldürmeleri, kendi yerlerine düşünen kravatlı büyüklerinin televizyondaki didişmelerini izlemeleri, Anayasa’nın ülkedeki tek ama tek ideoloji olduğunu söylediği, hatta tüm siyasi partilerin de bu ideolojiye bağlı kalmak zorunda olduklarının altının hukuk metinlerinde çizildiği Atatürk Milliyetçiliği etrafında kenetlenmeleri gerekiyordu.
Bu Atatürk milliyetçiliği de nitekim ne 80 öncesinin Kemalizmiydi ne aynı dönemin ülkücü milliyetçiliği, gençler ülkücü olmamalı ama milliyetçi olmalı, Kemalist olmamalı ama Atatürkçü olmalı, zinhar sosyalizm gibi sapık ideolojilere kaymamaları için de biraz din iman öğrenmeleri gerekiyordu; çünkü “Müslüman komünist olmaz!”dı.
Özetle, 12 Eylül, gençleri depolitize etmeye değil, kendi siyasal algıları etrafında repolitize etmeye gayret ediyordu ama “siyaset budur!” diye ortaya koydukları mekanizma da oldukça sıkıcı, içi boş gevezelikten, resmi ideolojinin oynaması için gençlerin eline tutuşturulan çelik çomaktan fazla bir şey değildi.
Evet gençler bu siyaseti hiç ama hiç sevmedi. Sadece kendilerine değil, abilerine, ablalarına ve ana-babalarına da dayatılan bu “kayıkçı kavgası”nı, lafazanlığa ve resmi ideoloji törenlerine indirgenen bu “siyaseti” hiç de cazip bulmadılar.
Gençlik, 12 Eylül’ün “alın işte siyaset böyle yapılır” diye ellerine, dillerine tutuşturduğu bu “siyasetimsi” şeyi elinin tersiyle itti; siyasal faaliyetin gerçek kapıları ise onlara kapalıydı. Yıllar geçtikçe gençliği formel siyasal kurum ve süreçlerden uzaklaştıran, ilgisizleştiren de aslında buydu. Siyaseti gerçekten yapmak mümkün değildi; 12 Eylül idarecilerinin oynamaları için ellerine verdikleri siyaset oyuncakları ise çok yapmacık ve boştu.
12 Eylül’ün gençleri çoktan büyüdü; hatta onların yetiştirdikleri çocuklar da büyüdü. Siyasetten elimizde kalan ise siyaseti televizyonda yapmacık tartışma programlarını seyretmek ve oy vermekten ibaret zanneden bir seçmen kitlesi oldu.
Yok, haksızlık etmiyorum. Elbette okuyan, analitik düşünen ve rejime inat “siyaset” yapanlar elbette var; gençliğin sosyal medyadan, evlilik ve yemek programlarından başını kaldırmayan embesiller olmadıklarını, hatta bizim küçümsediğimiz o sosyal medyanın da başlı başına bir siyasal kurum haline geldiğini Gezi Direnişi‘nde yaşayarak öğrendik. Lakin bu, toplumun genelinin siyasal algılarını, siyaset denilen şeyin toplumun genelindeki algılanış tarzını da baştan aşağı değiştirmeye yetmedi.
Gençliğin (ve toplumun genelinin) siyasetle ilgisi azaldıkça, siyasetin sadece televizyonda seyredilir bir şey haline gelmesiyle siyasal “bilgi”ler de gereksizleşti. Oysa, düşünme ancak bilmeyle, öğrenmeyle yapılabilecek bir eylemdi; düşünmeden yapılacak siyaset ise siyaset değildi. Siyaset yapmak için düşünebilmek, düşünmek için de bilmek, bilmek, bilmek gerekiyordu…
Süleyman İnan‘ın Genç Bilgi Siyaset kitabı bu anlamda anlam kazanıyor. Nitekim Çankaya Üniversitesi‘nden Tanel Demirel Hoca da kitapla ilgili olarak benzer bir noktaya dikkatimizi çekerek, “Yazar, önemli bir işe soyunarak bir ilki gerçekleştirmiş. Sadece ‘çocuk’ ve ‘genç’lerin değil, meraklı ‘büyük’lerin de faydalanabileceği siyasetin esas meselelerine temas eden, iyi yazılmış, eğlenceli bir kitap” yorumunu yapmış.
Yukarıdaki değerlendirmeye katılmamak mümkün değil. Süleyman Hoca gerçekten de önemli bir işe imza atmış ve siyasetin temel kavram ve kurumlarını, gençlerin, çocukların anlayabileceği bir tarzda anlatmaya koyulmuş. Tanımlar açık ve net bir şekilde yapılmaya, görseller ve karikatürler yardımıyla anlatım kolaylaştırılmaya çalışılmış.
Süleyman Hoca’nın amacına ulaşmada hayli önemli bir yol aldığını “test ettiğimi” söyleyebilirim: Hocanın kitabının hedef kitle üzerinde yarattığı etki iyi.
Nereden mi biliyorum? Hoca, geçen haftalarda Doğan ve Egmond Yayıncılık tarafından yayınlanan kitabını bana da gönderme nezaketini gönderdi. Ben de kitabı çocuklarıma verdim. Daha kitabı ellerine alır almaz, görsellerle ilgilendiklerini, karikatürleri okumaya başladıklarını, sorular sormaya başladıklarını söyleyebilirim.
Kitaba yönelik eleştirilerim de yok değil. Kitabın bir pedagog yardımıyla yazıldığını sanmıyorum. Eğer ben yanılıyorsam da Süleyman Hoca’ya yardımcı olan pedagogun kitaba katkısının olmadığını söyleyebilirim. Açıkçası, bazı kavramları (aklıma gelen kavramlardan ilki “siyaset meydanı”dır) kitapta anlatıldığı şekliyle anlatmayı tercih etmezdim. Nasıl mı yapardım? Ben de bilmiyorum! Pedegoji bilimi de işte bu nokta da devreye girmiyor mu zaten?
Süleyman Hocam, ellerinize sağlık. Siyaset bir gün, 12 Eylül’den bu yana söylendiği gibi, kötü, gereksiz bir “meşgale” olarak görülmekten çıkacaksa, siyasetle ilgilendiğini söyleyenlerin önemli bir kısmı da televizyonda belagat yapmaktan başka bir şey bilmeyen cahil sürüleri olmaktan çıkacaksa, bu çorbada sizin de tuzunuz olacak demektir. Keyifli haftalar…