Milenyum çağı kadınının, 20. yüzyıl kadınından çok daha mutsuz, tatminsiz ve yalnız olduğunu iddia etmek, ancak biz erkek Danaların çürümüş görüşü olabilirdi.
Dönüşmeyi Başaramayan Danalar
Yazıya başlamadan önce, küçük bir bilgilendirme yapmalıyım ki, konu “Danaların” erkek mi, dişi mi tartışmasına dönmesin. Altı aylık inek yavrusuna, cinsiyetine bakılmaksızın “Dana” denilmektedir. Dana sıfatı yazıda gelişmemiş erkek zihniyeti için kullanılmaktadır. Bu sıfatı kullandığım için tüm gerçek yavru danalardan özür dilerim. Aslında “öküz” daha anlamlı olabilirdi belki, ama danaların her daim gelişme ve dönüşme olasılığı bulunmaktadır. Erkek egemen kültürümüzü “toplumsal cinsiyetsizlik” yolunda değiştirip, dönüştüremezsek her koşulda öküzlüğümüzü tescillendirebileceğimiz bilinmelidir.
Jack Kerouac, “Annem bir seferinde demişti ki, erkekler kadınların dizlerine kapanıp af dilemedikçe bu dünyaya huzur gelmez” diye yazar; şimdi biz Danaların tüm kadınların önünde, yine kadınlar tarafından nasıl diz çöktürülüp, af dilemeye zorlandığımızı anlamaya çalışalım mı?
Tamam, cennetten kovulmamıza bir elma ve bir kadın neden oldu. Ama trenin rayların üzerinde nasıl hareket ettiğini düşünmeyi bırakmanın zamanı da gelmedi mi? O elma tekrar uzatılsa, kaçımız ısırıp cennetten kovulmayı göze alabilir? Kendimizi kandırmayalım, hepimiz ısırırız; aşk ve bilme adına, cehennemi merak adına bunu yaparız. Toplumda bir yere gelmiş kadınları bu yüzden eleştirip, düşmanlaştırmaya gerek var mı?
3-5 cm’lik penisleri ile “Top Model” peşinde koşan atalarımızın torunları olarak, dünyaya bakış açımız nedense hiç değişmedi.
Beynimizin ve ruhumuzun gelişiminden çok, penislerimizi nasıl büyütebilirizin derdine düştük. Kullandığımız mavi mutluluk hapları ile yapay gücümüzü göstermek için her kadının peşine takıldık. Zamanın değiştiğinin, kadınların geliştiğinin farkına varmak için “Dana” çizgisinin dışına çıkmayı halen akıl edemiyoruz! Kadınlar ile birlikte olabilmek adına onların salt “regl” dönemlerinin dışında bilmemiz / anlamamız gereken bir de ruhları var.
Kadınlar kendilerini nasıl arızaya bağladı?
Arıza olma halini bir kimlik olarak kabullenip, çizdiği profilde yaşam tarzını benimseyen/ kurgulayan insanlar günümüzde çoğalmakta. Arıza olma durumunu bir dünya görüşü, bir felsefi yaklaşım olarak modernizm içinde de düşünebiliriz. Yapılan bir eylemle arıza olunmadığı da bilinmelidir. Arıza olmak, sanırım yeni bir dünya görüşünü ve bununla birlikte uygun karakter özelliklerini taşımayı da gerektirmektedir. Aşk olsun, iş olsun, toplumsal ilişkiler olsun toplumsal kurallara uymayan istikrarsız davranışlarını arıza tanımının içine koyabiliriz. Arıza ruhların yaratıcılığı, değişken hal alması ile ufuk çizgileri de sonsuzdur. Gerçi hayatı karmaşık olarak algılamaları kaosu yaratıyor gibi görünse de dünyanın tüm renklerini de hissettikleri kaçınılmazdır. Modern dediğimiz ve insanların normal kalmasının çok zor olduğu bu hayatta her daim “error” veren aklımızla tutunmaya çalışmıyor muyuz? Maalesef bilgisayar özelliklerine sahip olamadığımızdan resetlenmek de olası değildir.
Kadınlara biçilen rollere baktığımız zaman, arıza olma yollarının krokisini kendilerinin nasıl çizdiğini görürüz: “İyi bir anne, bakımlı bir kadın, hayırlı bir kadın, kültürlü bir insan, mutfakta mükemmel bir aşçı/ yatakta ateşli bir fahişe!..”
Bu rollerin repliklerini ve jestlerini kadınlar unutmaya başladığında “arıza” halleri ortaya çıkmaktadır. Çalkantılı ve kısa süreli aşk yaşamları, ilişkileri sürdürmelerini zorlaştırmaktadır. Salt arızalı bir aşka aşık olabilen arızalı ruh halleri, baskın duruma geçmektedir. Flört dönemleri kusursuz ve heyecanla geçerken, kaybetme korkusu aşk evresinde devreye girmekte, kıskançlık tetiklenmektedir. Kendilerine dönük bir sevi, kaybetmeyi de beraberinde getirmektedir.
Milenyum çağı kadınının, 20. yüzyıl kadınından çok daha mutsuz, tatminsiz ve yalnız olduğunu iddia etmek, ancak biz erkek Danaların çürümüş görüşü olabilirdi. Peki, kendi ayakları üstünde durmayı başardığına inanan, güçlü ve sonunda hiçbir şeye ihtiyacı kalmamış kadınların neden hala mutsuz olduğuna inanıyoruz?
Erkek Tanrıların hizmetinde, bu ideolojiyi gönüllü olarak yayan Danalık dininin misyonerleri miyiz? Tanrıçaları bir kez daha yenebilecek miyiz? Günümüz kadını, iktidarları adına bir savaşım vermeye başlamıştır ve erkek egemen zihniyet bu savaş karşısında ne kadar direnebilecektir?
Amazon Kadınlar
Kadınların erkeklerden çok daha iyi eğitim görmesi ve toplumdaki iş gücünün büyük bir kısmını elde etmiş olmasının, ‘kadınla erkeğin arasındaki uyumu’ bozduğuna inanan biz “Danalar” kadın devriminden bu yana, hiçbir değişim/ dönüşüm göstermediğimizi görmemekte ısrar ettik. Kadınlar öfkeliler ve şiddete, cinayetlere, tacize, ötelenmeye karşı sürekli savunma halindeler. Çünkü iş hayatındaki haksız rekabet, erkekleri bir düşman olarak görmelerine neden oldu. Gelişme gösteremeyen danaların başka otlaklara sürülme vaktinin geldiğine inanan kadınlar, Amazon ruhunu yeniden keşfetti. Kadınların ise dramatik olmanın dışında farklılaştığını görmemek için erkek cinsinin dünyadan kopuk yaşaması gerekmektedir.
Tanrıça’ya değil de Tanrı’ya inanıldığından beridir kadın, erkeğe içten içe kızgındır. En azından Amazon kadınları öyleydiler. Yunan Tanrısı Zeus’un erkek olduğunu duyduklarında, kabiledeki bütün erkekleri öldürdüler ve cinsel organlarını kesip, kendi Tanrıçalarına sundular. Neslin devamı için de bazı erkekleri kendilerine damızlık olarak ayırdılar. Damızlık erkekler beklenilenin aksine kuvvetli, yakışıklı olanlardan değil; sıska ve baş kaldıramayacak naiflikte olanlardan seçildi.
Amazon uygarlığı, kadınların egemenliğine dayanıyordu. Erkekleri öldürmekteki amaç; onların kavgacı, vahşi, sorumsuz ve uyumsuz olmalarıydı. Çözümleri ise onlarsız bir dünya oldu. Çünkü; zannedildiğinin aksine kadın, ağır yük taşıyabilir, avlanabilir, gerektiğinde kabilesini/ ülkesini koruyabilir, çocuklarını büyütebilir ve hatta toplum düzenini sağlayabilirdi. Amazonlardan sonra ne oldu peki? Dünyanın geri kalanında erkekler, kadınlara eziyet etmeye devam ettiler. Onları “zina” yaptılar diye toprağa gömüp taşladılar, kırbaçladılar, fahişe yapıp sattılar, zorla anne sıfatı içine sokup, kutsal görevler yüklediler!
“Feminizm aslında kadına değil, erkeğe yaradı. Bağımsız ve güçlü kadın ortaya çıktı çıkalı ilk merhabadan sonra sekse rahatlıkla ulaşabiliyorlar” söylemi kötü bir kent efsanesidir. Bu efsanenin güttüğü tek amaç var; güçlü ve özgür kadının zayıf düşürülmesi, teslim olmasıdır.
Özgür kadının, özgür seks yapmasının arkasında, değişmez Amazon ruhu yatmaktadır. Bu ruha göre biz Danalar, kendimizin çirkin, sıska ve başkaldıramayacak bir naiflikte görmeme körlüğünü yaşadığımızı inkar ediyoruz, değil mi? Kaybedenin kadın olduğu, genel geçer ilişkilerin yozluğunun sonlandırılması ve mutlu olabilmek için ortaya sürülen erkek – kadının kendi özlerine dönmesi çözümü; aslında Tanrıça’nın tahtına göz dikilmesinden başka bir şey değildir.
Sınıflandırmaya başkaldırı
Kadınları yıllarca hem biz erkekler, hem kadınların kendileri acımasızca sınıflandırdı: Toplumsal, cinsiyetçi, ötekileştirici rolleri dağıtırken pek cömert olduğumuz söylenebilir miydi? Aşkı para ile satın almaya alıştığımızdan, tüm kadınlar, paragöz ve servet avcısıydı. Üçüncü sınıf ve berbat çapkınlık maceralarımızdan sonra “Evlenilecek Kadın / Eğlenilecek Kadın” ayrımcılığını vicdan sızısı duymadan yapabildik.
Başarı merdivenlerini hızla çıkan, kariyerlerinde zirveyi zorlayan kadınları, cinselliklerini kullanmakla suçladık ve yüksek maaşlarının hesabını onlardan daha iyi takip ettik, kıskandık. Musluk tamir eden, arabasını erkeklerden daha iyi kullanan, kaliteli çapkınlık yapmayı beceren kadınlar, biz danaların korkulu rüyası oldu.
Medeni cesaretinin sorgulanması bile anlamsız hale gelecek olan kadınlar, cinselliklerini teşhir ederken onlardan ve bedenlerinden korktuk, çünkü cesaret gösteren her kadın tehlikeli değil miydi?
Modernite kaosunun kökeninde, toplumsal cinsiyet görevlerinin erkek egemen zihniyet tarafından dayatılması vardır. “Eşitsizlik – ayrımcılık” yerleşik düzen kültürünün ortaya çıkması ile başlar ve evcilleştirme / uygarlık gibi kabul gören bir sonuç halini alır. Modern çağın kadınları daha erkeksi hale getirdiği, fakat zamanı ıskalayan erkeklerin de bir yandan eşlerinin çalışmasını talep ederken, bir yandan da kadının kadın gibi olması beklentisi içine girdiği çelişkisi; cinsiyetçi ayrımı su yüzüne çıkartmakta ve bilinen rol modellerini zorlamaktadır.
Çağımız modern kadınının iyi bir ilişkiden önce, kariyer ve maddi güç istemesi, hedonizm tuzaklarına düşüp ilişkileri çabuk tüketmesini doğurmaktadır. Kadının kendi kendine yetmesine rağmen, evlilik isteğinin yükselmesi ise cinsiyet rollerindeki değişimin kadında doğurduğu kaygı ve korkuya bağlı görünse de bir süre sonra bu korku, kadın tarafından yenilmektedir.
Toplumsal Cinsiyetsizlik
Bu rollere baktığımızda; “Erkek gücünü, koruyan/ savaşım veren sistemin var olmayı, efendi olma üstünlüğünü felsefi olarak erkek cinsiyeti üzerinden kurguladı; bu sistemin kadınlar tarafından sorgulanmaması için katı yasalar düzenlendi. Bu sistem, kadına karşı yapılan tüm şiddeti olağanlaştırdı. Kadın ötekidir, aşağıdadır ve yükselmesine asla izin verilmez, mutlak itaat etmelidir; erkek sahip olur, kullanır, sorgular, faydalanır, kontrol eder. Erkek erkektir, gerisi onun uygun gördüğü şekilde kullanacağı metalaşan kadınlardır” baskın anlayışını göreceğiz.
İş bölümünün, evcilleştirmeye ve uygarlığa öncülük ettiğini, günümüzde ise tahakkümü küresel çapta bir sistem olarak yürüttüğünü biliyoruz. Yapay bir biçimde kabul ettirilen iş bölümünün, toplumsal cinsiyetin ortaya çıkış şekli ve onu oluşturan biçim olduğu da ayrıca ortaya çıkıyor. Bu biçim kadın üzerinde köleliği yaratan en önemli noktadır. Toplumsal cinsiyet, eşitsizliği ve tahakkümü yaratıyor / meşrulaştırıyorsa, sorgulanacak daha önemli ne olabilir? Kökler ve geleceğimiz söz konusu olduğunda, toplumsal cinsiyetin olmadığı bir insanlık tartışması bugün kendini ortaya koydu.
Sonuç olarak; dünya uygarlıklarını oluşturan sistem / küreselleşmenin dışında toplumsal cinsiyetin hiyerarşisinin daha fazla modernize edilmesi güçtür ve günümüz kadını tarafından bu süreç zorlanmaktadır. Radikal bir toplumsal cinsiyetsizliğin bütünlüğü, kurtuluşumuz için biz uygarlığın son insanlarına kılavuzluk edebilir belki!