Üzülerek söylemek gerekirse Türk medyası terör saldırılarına yönelik izlemiş olduğu yayın politikasıyla sınıfta kalmıştır. Manşetlerini süsledikleri ceset ve yaralı fotoğraflarını, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirerek yayıncılık ilkelerini saptırmıştır. Bu tarz haberlere yönelik yapılan yayın yasağını da basına yapılan sansür olarak değerlendirerek ikinci bir hataya düşmüştür. Ülkemizi, bu tarz saldırıların yapıldığı Avrupa ülkelerinin iki yüzlüğüne ve pişkinliklerine maruz bırakmıştır.
Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde de terör, her zaman ülke güvenliğini tehdit etmiştir. Çok yakın zamanda Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde meydana gelen terör saldırılarında, terörün nasıl lanetlenmesi gerektiği ülke liderlerinin katıldığı teröre karşı eylem yürüyüşünde çekilen birliktelik fotoğrafı ve medyanın tavrıyla tüm dünyaya servis edilmiştir. Bu durum ülkemizin güvenliğine yönelik yapılan terör saldırılarda neden aynı hassasiyetin gösterilmediği sorusunu da akıllara getirmektedir.
Yaşanan terör saldırıları sonucunda Avrupa basınının gösterdiği hassasiyet tüm dünyaya örnek gösterilecek niteliktedir.
Türkiye’nin en önemli sorunu olan terör ve son dönemde yaşanan saldırılarda medyanın saldırıları servis ediş şekli, Avrupa’daki saldırılarda medyanın gösterdiği etik ve ahlaki hassasiyetten ders alınmadığının en önemli göstergesidir.
Siyasiler; medyayı suçlayarak basın özgürlüğü kapsamında amacını aşan haber ve görüntülerinin servis yapıldığını, yapılan haberlerin ne ülkeye, ne de ülke insanına bir faydasının olmadığını söylemekte. Medya da ifade özgürlüğü kapsamında görevlerini yerine getirdiklerini dile getirerek, suçun siyasilerde olduğunu ifade etmektedir.
Peki, biz okurlar ülkemizde meydana gelen gelişmelerden bu ikilem içerisinde ne kadar haberdar olabiliriz?
Kaleme alınan yazının ana konusu terör ve yapılan saldırılarda medyanın takınması gereken tavır nasıl olmalı? Vatandaş olarak neyi görmek ve bilmek istiyoruz? Hususudur.
Türkiye Cumhuriyeti bölgesel konumu açısından tarihten bugüne savaş bölgelerinde yer almış, çevresinde birçok savaş görmüştür.1990’lı yılların başlangıcı itibariyle çeşitli terör örgütlerinin saldırılarıyla karşı karşıya gelmiştir. Bu nedenle 1991 yılında Terörle Mücadele Konunu çıkartılmış, terörün tanımı ve mücadele yöntemleri ve unsurları hakkında bilgilendirmeler yapılmıştır. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda terörün tanımı şu şekildedir.
“Terör, baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biri ile Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki sosyal, laik ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin varlığını tehlikeye düşürmek, Devletin otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her tür eylemlerdir”
Yapılan tanımlama bir suç unsuru olmayıp sadece terör ve unsurlarına yönelik yapılmış bir açıklamadır. Faaliyetin terör kapsamında sayılabilmesi için Türk Ceza Kanununun ilgili maddeleri gereğince değerlendirilmesi de önemlilik arz etmektedir. (İ.Ü Hukuk Fak.H.T FENOĞLU)
Terör, tıpkı tüm dünyada yaptığı gibi saldırılarda medyayı amaçları dahilinde kullanmak ister. Amaç, terörün ve yapılan eylemin propagandasının yapılarak reklam değerini artırma girişimidir.
Hukuki veya demokratik yöntemlerle elde edemediği sözde haklarını, kanlı eylemler düzenleyerek güç gösterisi yapmak, yapılan bir faaliyeti ekranlarda binlerce kez gösterimini sağlayarak çarpan etkisi uygulamaktır. Bu sayede terör destekçilerinin moral ve motivesini artırılmakta, varlığının devam ettirdiğini göstererek amacına kanlı eylemlerle ulaşma çabasıdır.
İşte tam bu sırada Türk medyasının istenen çarpan etkiye verdiği fayda ve katkı sorgulanmalı ve tartışılmalıdır.
Saldırılar karşısında Türk medyasının bilerek veya bilmeyerek terör örgütünün ekmeğine yağ sürmesi ve bu katkının basın özgürlüğü kapsamında dile getirilmesi vicdanları rahatsız etmektedir.
Türk medyasının, yapılan saldırılarda ülke menfaatlerini koruma, ifade, kamu ve kişi güvenliğini tehlikeye sokacak yayın politikalarını gözden geçirmelerinin tam vaktidir.
Üzülerek ifade etmem gerekir ki; tıpkı her konuda olduğu gibi bu konuda da Avrupa’da yapılan saldırılar ve sonucunda medyanın tavrı örnek alınmalıdır.
Terörün ve terörizm amacı, ülke güvenliğini tehdit ederek korku ve endişe duygusunun oluşmasını sağlama, kamu güvenliğini taciz edip karmaşa çıkarma, sonucunda toprak bütünlüğünü bölme düşüncesidir. Bu nedenle terör eylemleri için seçilen bölgeler stratejik önem arz eden mekanlar olarak dikkat çekmektedir. Ankara ve İstanbul saldırıları bu durumun en açık göstergesidir.
Terör örgütü kanlı eylemler düzenleyerek Türkiye Cumhuriyeti’nin artık güvenli bir ülke olmadığının tüm dünyaya duyurulması, tıpkı Suriye ve Irakta yaptıkları gibi planlanan senaryoyu istisnasız uygulamaktadır.
Türk medyası basın ve ifade özgürlüğü kapsamında terör yayın politikasıyla sınıfta kalmıştır!
Yakın dönemde Fransa’da yapılan terör saldırısı sonucunda ülke olarak kenetlenmeleri tüm dünyaya örnek olmuş, özelikle medyanın kanlı eyleme ilişkin tek bir kare dahi sızdırmaması, servis etmemesi, basın ahlakı ve etiği açısından son derece önemlidir. Yapılan bu profesyonel yayın stratejisinin ülke bütünlüğüne sağladığı yarar tartışılmayacak kadar büyüktür.
Bu durumun bir benzerini İngiltere’de meydana gelen metro saldırısında da görmek mümkündür. Yapılan saldırılara yönelik ne BBC (British Broadcasting Corporation) ne de CNN (Cable News Network) saldırıda ölen insanlara ait ceset ve yaralılara ait tek bir kare fotoğrafın yayınlamaması, sizce basın özgürlüğü kapsamında mı değerlendirilmelidir?
Amerika 11 Eylül saldırılarında izlediği yayın politikasıyla tarihe geçmiştir. Arama motorlarına bu saldırılarla ilgili bilgi girdiğinizde karşınıza çıkan fotoğraflarda ceset görüntülerinin olmadığını göreceksiniz. Bu kısmı okuduktan sonra ülkemizde meydana gelen saldırılarla ilgili arama yaptırdığınızda karşınıza çıkan sonuç sürpriz olmayacaktır.
Üzülerek söylemek gerekirse Türk medyası terör saldırılarına yönelik izlemiş olduğu yayın politikasıyla sınıfta kalmıştır. Manşetlerini süsledikleri ceset ve yaralı fotoğraflarını, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirerek yayıncılık ilkelerini saptırmıştır. Bu tarz haberlere yönelik yapılan yayın yasağını da basına yapılan sansür olarak değerlendirerek ikinci bir hataya düşmüştür. Ülkemizi, bu tarz saldırıların yapıldığı Avrupa ülkelerinin iki yüzlüğüne ve pişkinliklerine maruz bırakmıştır.
Geçmişte İngiltere’de kanlı eylemler düzenleyen İRA (Irish Republican Army ) adlı örgüte, İngiliz Devleti’nin uyguladığı yayın yasağı örgütün eylemlerini yavaşlatmadığı, fakat ateşini düşürerek 1921 yılında anlaşma yoluna gidilmesine neden olmuştur.
Türk Cumhuriyeti Devleti, medyasını terörle mücadele konusunda bilgilendirmeli, medyada ülkesinin güvenliğini sarsacak, saldırılarda ölenlerin ve ailelerin acılarını artırıcı haber ve yayınlardan uzak durmalıdır. Yayın yasağının mutlaka bir sınırı olmalı haber özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı çiğnenmemelidir.
Yapılan saldırılar sonucunda medyanın basın özgürlüğünü bahane ederek provokasyon yapması, uluslararası basın ilkeleriyle çelişmektedir. Boy boy ceset görüntülerini göstermek, ulusal kanalara servis etmek hiç kimseye faydası olmayan, habercilik ilkeleriyle bağdaşmayan bir eylemdir.
Sonuç olarak terör saldırıları ile ilgili yapılan bir haberle, haber niteliği taşıyan başka bir haber aynı kefeye koyulmamalı, ülkenin kanayan yarası haline gelmiş bir mesele reyting ve rekabet piyasasına sermaye edilmemelidir.