Türkiye’deki eğitim sistemimizin genel tanımını yapmak gerekirse Einstein’ın bu sözü gayet açıklayıcı bir tanım olacaktır. “Aslında herkes dahidir ama siz bir balığı ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirir.”
Yapılan araştırmalara göre ülkemizde işini severek yapan insan oranı % 5 olarak saptanmış. İşini severek, mutlu olarak yapabilmenin temelleri de okullarımızda eğitim sistemimizin içerisinde bulunmaktadır. Hangi tarafından tutsak elimizde kalan sistemimizi aslında ilk olarak kelime anlamıyla incelemekte fayda olduğunu düşünüyorum.
İngilizce’de “education” kelime kökü “lead out” yani içeridekini dışarıya çıkarmak olarak tasarlanmışken bizdeki “eğitim” kelimesi “eğ-mek” fiilinden türemiştir. Yıllardan beri ödül – ceza, övgü – rekabet mekanizmasıyla eğilmiş bireyler yetiştirilmektedir ve bu bireyler de hem zihinsel hem de fiziksel olarak sağlıklı ve verimli kişiler olarak hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.
Bir birey yargılandığı oranda mutsuz, kabul gördüğü oranda da mutlu olduğu yine yapılan araştırmaların bir sonucudur. Okullarımızdaki ödül – ceza ya da övgü – rekabet sistemli eğitim anlayışı da kişileri dış kaynaklı bireyler haline getirmiştir. Kişinin kabul görme durumu iki şekilde gerçekleşir; İç kaynaklı kabul görme: ilişkiler, değerler ve prensipler iken dış kaynaklı kabul görme de: başarı, statü, para ve mevkiidir.
Eğitim sistemimizdeki rekabet çocuklarımızı nasıl etkiliyor?
Eğitim sistemimizin içerisindeki çocuklar hem öğretmenler hem de veliler tarafından rekabete teşvik edilmektedir. Örneğin; öğrenci bir önceki sınavından 80 alıp, diğer sınavından 90 aldığında sevinmiyor aksine tüm teneffüsü ağlayarak geçiriyor, çünkü başka bir arkadaşının 95 almış olmasıyla kendini kıyaslıyor. Dış kaynaklı kabul görme hissi o kadar yüksek ki kendisindeki 10 baremlik gelişimi görmezden geliyor. Diğer bir taraftan; öğrenci yaptığı işin sonucunu öğretmeninin iyi ya da kötü, başarılı ya da başarısız demesine göre değerlendiriyor. Bu durum da öğrencinin kendisiyle ilgili kararlar verememesine ve dışa bağımlı olmasına sebebiyet veriyor.
Yapılan araştırmalar; en fazla ödül veren öğretmenlerin yine en fazla ceza veren öğretmenler olduğunu ortaya çıkarmış. Bu öğretmenlerin özünde kontrol mekanizması var. Bu sistem içerisinde eğitim gören çocukların yetişkinlikleri de radarı gördüğünde hızını kesen kişilere ya da polis çevirmesinde yolcularına “çök çök çök” diye bağıran dolmuş şoförüne dönüşen bir kişi olmasına sebebiyet veriyor. Neyi neden yapması gerektiğine kendisi karar veremeyen, dış kontrol olmadan adım atmaktan korkan, sorumluluk almaktan çekinen ve eyleme geçemeyen bireylerin sayısı da katlanarak artıyor.
Çocukları sadece kendileri oldukları için sevmedikçe veliler ve öğretmenler gerçek bir öğrenme ortamı sunmadıkça öğrencileri kendi kişilik, prensip ve değerlerine göre kabul edip onaylamadıkça; bu sistem mutsuz, eğilmiş çocuklar yetiştirmeye devam edecektir. Bu yetiştirilen çocuklar da geleceğin yetişkinleri olduklarında mutsuz, umutsuz, hayata anlam değer katmayan, yaptığı işten ve kendinden memnun olmayan bireylere dönüşeceklerdir.