1920’li yıllar, ülke için tamamen yeniliklerle dolu bir dönemdir. Yönetim şeklinde yapılan ihtilallere halkın benimseyerek ayak uydurması gerekmişti. Aynı durum Hanedan mensupları için de istenmiş, fakat bu değişim rüzgarı, onları seneler boyunca belini doğrultamayacak konuma getirmişti.
İçinde bulunduğumuz mart ayının 1924 yılında Türkiye için büyük bir gelişme yaşanmış ve halifelik kaldırılmıştı. Bu olay, Türk halkı için rejim değişikliğinin tasdiklenmesi ve sağlama alınması anlamına gelmekteydi. Bir grup zümre için ise Türk topraklarından sürgün edilme anlamına geliyordu. 431 sayılı kanunla padişah mallarına el konulacak ve hanedan mensupları Türkiye’de yaşamaktan ebediyen mahrum bırakılacaktı.
Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte hemen vakit kaybedilmeden Osmanoğlu Hanedanı’nın Türkiye sınırları içerisinden sürgüne gönderilmesi kararı alınmış ve karar 24 saat içerisinde uygulanmıştı. Hanedandaki yerlerine ve önem sıralarına göre, 155 hanedan mensubu memleketi en geç on gün içerisinde terk edeceklerdi. Halife Abdülmecid ve ailesinin sonsuza kadar sürecek olan sürgüne hazırlanmaları ise sadece bir buçuk saat sürmüştü.
Gazeteci Murat Bardakçı, “Neslişah Sultan” kitabında sürgüne hazırlık aşamasını anlatır ; ” Halife ile ailesinin Türkiye’den çıkartılmalarından sonra Dolmabahçe Sarayı boşaltılmış, sarayda geçici olarak kalan ve memleketi sonraki günlerde terk edecek olan aile mensupları kendi evlerine gönderilmiş, Dolmabahçe’de taaa Sultan Abdülaziz zamanından o güne kadar yaşayan 50 kadar yaşlı kadın da Darülaceze’ye yerleştirilmiş ve saray mühürlenmişti!”
Hanedan mensuplarının çoğu, sonu olmayan sürgün öncesi eldeki mal ve mülklerini ederinden düşük meblağlarla satmak zorunda kalmışlardı. Sultan Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu’nun “Babam Sultan Abdülhamid” adlı hatıratında; “Biz, Avrupa prensesleri gibi yetiştirilmiş, hayatın ne olduğunu gören, bilen insanlar da değildik. Üstelik servetimiz de yoktu. Yegane malımız, mülkümüz, yaşadığımız evlerden ibaretti… Yol hazırlığımızı yapmak için evimizin kapısını açıyor, mevcut eşyamızı haraç mezat satıyorduk. Tabii, hem acelemizden, hem de bu gibi işleri bilmediğimizden hiçbir zaman hakiki değeriyle satamıyorduk. Topladığımız bu para ile bizim gibi çoluk çocuk sahibi olanlar kaç yıl yaşayabilirdi?” hanedan mensuplarının maddi durumlara bakış açılarını en açık şekilde anlatmıştı. Zaten çoğu, Türkiye sınırından çıkmadan önce her birine verilen iki bin sterlin İngiliz parasını çok çabuk tüketecek ve açıkta kalacaktı.
Hanedan mensuplarının çoğu Ayşe Sultan’ın durumunda idi ve kendi maddiyatlarını yönetebilecek bilinçleri yoktu. Kimi Türkiye’deki mülklerine tanıdıklarını vekaleten bırakmış ve bunların satışından gelecek paraya medet ummuştu. Ama aralarında ihanete uğrayıp mülklerinden olan ya da hak ettiği paranın çok azını alanlar oldu.
İcralık olan Şehzadeler
Zaten imparatorluğun son döneminde hanedan mensuplarının nakit zengini oldukları pek söylenemezdi. Tek gelirleri, Hazine-i Hassa’da gelen aylık tahsisattı. Çoğuna bu gelir yetmediği için alacaklıların padişah çocuklarının kapılarına dayanmaları ya da şehzade ve sultanların icralık olmaları imparatorluğun son senelerinin sıradan hadiseleri olmuştu.
Altıyüz küsur yıllık vatan dedikleri topraklardan ayrılmaya zorlanmış olan Osmanoğlu ailesinin sürgün yılları, yazmış oldukları hatıratlarında büyük bir sefalet içerisinde geçtiği anlaşılmaktadır. Kimileri senelerce vatansız statüsünde oradan oraya geçmiş, kimileri çöpten yiyecek toplayarak hayatını geçindirmeye çalışmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’ne ve yönetimine karşı herhangi bir kasti propogandaları olmamıştır. Kimileri, damarlarında taşıdıkları Osmanoğlu kanından dolayı stratejik evlilikler yaparak refah içerisinde yaşayabilmişti. Ama çoğu büyük sıkıntı ve sefalet içerisinde ömrünü sonlandırmıştır. Hatta öyle ki Osmanlı Devleti’nin son sultanı Sultan Vahideddin’in cenazesi bile haczedilmişti! Tabut, borçların tamamı ödenene kadar tam bir ay boyunca Sultan Vahideddin’in yaşamakta olduğu San Remo’daki villanın giriş katındaki salonda kaldı.
Sürgün yıllarının hatıratları genellikle acı dolu anılardan oluşmaktadır. Osmanoğlu ailesinin o dönemki fertleri, ailelerinin altıyüz yıllık birikmiş hatalarının cezalarını çeken şanssızlardı. Her monarşik sistemin sonunda olduğu gibi hükmettikleri topraklarda sıradan birer vatandaş gibi barınmaları o dönem için imkansızdı.
Oğlum beni aciz bırakma!
Sürgüne gitmek sorunda olmayanlar da Türkiye’de büyük zorluklar içerisinde geçimini sağladılar. Bunlardan biri de Sultan Abdülhamid’in hanımı Müşfika Kadınefendi’dir. Kendisi, Sultan Abdülhamid’in ölümünden sonra uzun seneler yaşamış ama Türkiye’den hiç ayrılmamıştı. Kızı Ayşe Sultan sürgüne gönderilecekler arasındaydı. Kızının tüm ısrarlarına rağmen, Sultan Abdülhamid olsa ayrılmamı istemezdi diyerek ülkeden ayrılmayı reddetmiştir. Müşfika Kadınefendi, tek başına ahşap bir evde ömrünü tamamladı. Dönemin başbakanı Adnan Menderes’e 26 Ekim 1954’te yazdığı mektupta “Oğlum örtülü ödenekten her ay 200 lira maaşım var ama artık geçinemiyorum. Mümkünse bir miktar ilave yapın ve beni aciz şekilde yaşamaktan kurtarın” diyecek ve maaşına 50 lira daha zam yapılarak ahşap evden dışarı adımını atmadan yaşamaya devam edecekti.