Okuyunca ruhlarınızı tıngırdatacak, sayfaları çevirince haz alacağınız ve sayfaların sonunda bitmesini istemeyeceğiniz 6 kitap önerisi…
Toplumumuzun en çok sıkıntı çektiği, hatta hayatlarımızda yaşadığımız pek çok sorunun sebebi; samimiyetle söylüyoruz ki okuma alışkanlığı edinmemiş bir toplum olduğumuzdan kaynaklanmaktadır. Düzene binmeyen okuma alışkanlığımız; üşengeçliğimizden ve çarçabuk sıkıldığımızdan kaynaklanıyor. Türkiye’de yalnız 10.000 kişide 1 kişi düzenli kitap okuyor.
Bundan mütevellit bu durumu değiştirmek isteyenlere, henüz başlamayanlara, okuduklarını yarıda bırakmış olanlara ve tabi kitap kurdu olanlarımıza önereceğimiz bu 6 kitapla, dimağlarımıza bir şölen vaat ediyoruz.
Okuyunca ruhlarınızı tıngırdatacak, sayfaları çevirince haz alacağınız ve sayfaların sonunda bitmesini istemeyeceğiniz 6 kitap önerisi.
İki kez okumak isteyeceğiniz 6 kitap önerisi
1- Dorian Gray’in Portresi
Oscar Wilde, İrlanda’nın Dublin şehrinde dünyaya geldi. Oyun yazarı, romancı, kısa öykücü ve şair. Victoria dönemi Britanyası’nın en önemli sanatçıları arasında yer edindi. Tek romanı olan Dorian Gray’in Portresi’yle edebiyat dünyasına çok büyük bir yapıt bırakmış oldu.
Dorian Gray gençlik çağında, çok yakışıklı ve hiç hayat tecrübesi olmayan körpe bir gençtir. Romanın en etkileyici adamlarından ve başkarakterlerinden biri olan Lord Henry Watton. Dorian’ın güzelliği ve saflığının etkisiyle onunla daha yakından ilgilenmeye başlar. Dorian’ın dostu ve sanat aşığı ressam Basil Hallward’ın tehlikeli gördüğü ama karşı koyamadığı bu etkileşim de gerçekleşir. İkilinin sürekli hayattaki zevkler ve güzellikleri ile ilgili sohbetleri Dorian’ın bir nevi gözünün açılmasına ve Lord Henry tarafından maniple edilmesine yol açar.
Lord Henry’nin hayatında da sadece bir kuram olmayan Hedonist (Hazcı) felsefesiyle, Dorian’ın hayata bakış açısını tamamen değiştirir. Dorian’ın hayatına yeni bir atılım kazandırır. Gitgide bu felsefenin getirdiklerinin bataklığına sürüklenen Dorian “kötülüğün, sefihliğin, değerlerini yitirmiş bir adamın, yaşamının nasıl uçuruma sürüklendiğinin romanı mıdır? Yoksa tam aksi o devrin değerlerinin, insanın gerçeklerini reddedişinin ve kendine benzemeyen, onlardan olmayan “ötekinin” toplumdan itilişinin dramını mı yansıtmaktadır?” diye soracaktır okur kendine bu ikilem içerisinde kalarak.
Romanın içinde, kendi kurgumuzu oluşturabileceğimiz farklı bir düş içerisine sokuyor yazar bizi. Wilde, romanındaki üç ana karakteri için şöyle söylemiştir: “Basil Hallward, ben olduğumu sandığım kişi, Lord Henry dünyanın ben sandığı kişi, Dorian ise benim olmak istediğim kişidir, belki başka bir çağda…” Bu kitabı okurkenki alacağınız haz, size kitabı tekrardan okuma şevki uyandıracak.
2- Benim Üniversitelerim
Bir genç düşünün; sürekli okuyan ve okumanın kendisinde bir tutku olduğu ve her şeye rağmen, üniversite okumak için çalışan fakir bir genç. Karşılaştığımız her insan hayatlarımızda bir iz bırakır. Ya bizleri bir yere götürürler ya da bizlere bir şey öğretirler. Öyle şeyler öğreniriz ki, bir kitapta veya bir üniversitede öğreneceğimizden daha çok şeyi öğrenebiliriz.
Öyle şeyler duyarsınız ki bazı insanlardan, iş eyleme geldi mi söylediklerinin sadece içi boş kelimeler olduğunu görürsünüz. Maksim’in hayatında yaşadığı ve insanlardan edindiği tecrübelerle, çalışıp gitmek istediği üniversiteden ona daha çok şey öğrettiği ‘üniversitelerim’ dediği hayata tanık olacağız.
“Okuduğum her şey, Hristiyanlık ve yardımseverlik fikirleriyle, insanlara karşı şefkat ve merhamet haykırışlarıyla doluydu. O zamanlar tanıdığım en iyi insanlar, hep bu konular hakkında ateşli konuşmalar yapıyorlardı. Oysa gerçek hayatta gördüğüm her şey, insanlara şefkat ve merhamet duygusundan hemen hemen yoksundu”
Tanık olduğu insanlar ve almış olduğu hayat dersleriyle belki bizlerin de kitaplardan ve gittiğimiz okullardan öğrenemeyeceğimiz şeyler öğrendi Gorki. Okuduğumuz kitapların hepsinde de görmedik mi yaşamın anlamını, kitaplardan değil de onu yaşayarak anlayacağımızı? Tekrardan okumak isteyebileceğiniz, kendimize de alabildiğine ‘hayat’ dersleri çıkarabileceğimiz bir Gorki romanı.
3- Şeker Portakalı
Brezilyalı yazar José Mauro De Vasconcelos’un 1968 tarihli romanı. Fakir bir ailenin beş yaşındaki çocuğu Zeze’nin geniş hayal dünyasını, saf kalbini altın bir kalemle yazılan romanı gururla takdim ederiz. Okuyunca içimizdeki çocuğa seslenip bizleri salt duygusallığın ötesine geçirecek, kaç yaşında olursak olalım içimizdeki çocuğu bizlere hatırlatacak bir eser.
Jose Mauro bu romanı yazarken kendi çocukluğundan esinlendiğini ve 12 gün içinde yazdığını itiraf etmiş. Kitabı bitirdikten sonra ‘Zeze’ karakterini hiç unutamayacak ve onu kaleme alan kişiyi bizatihi tanımak isteyeceksiniz. Sadece kurgu olmadığını bilmek ve aradan çok uzun bir süre geçse dahi hatırlayınca, okurken yüzümüzde oluşan o tüm yaşanılan hissiyatları yeniden daha kuvvetli hissedeceksiniz.
Bu duyguların yüzümüzde oluşturduğu tebessümleri tekrardan yaşamak isteyeceksiniz. Bir çocuğun hayal dünyasında kaybolacağınız ve içinizdeki çocukla muhabbet edecek olan, ikinci kere okumak isteyeceğiniz ve ruhunuza dokunan romanlardan biri olacak Şeker Portakalı.
4- Uçurtma Avcısı
Halit Hüseyni’nin meskenimizi dostluğa, sadakate ve vefakarlığa bağlayan unutulmaz kitabın yazarı.
Okudukça arkadaşlığın, sadakatin ve ihanetin bedelini en ince ama ince örüntüleriyle görebileceğimiz bir roman. Yazarın üslubunun ve samimiyetinin tesiriyle roman su gibi akıp gidiyor. Yazar sizi başkahramanlardan biri olan Hasan’ın dostluğuyla da baş başa bırakıyor.
Öyle bir baş başa kalma ki onun dostu olabilme ve hatta hayatınızda böyle birinin varlığı için ellerinizi semaya kaldırma isteğiyle duyabilirsiniz. Zengin bir kültüre ve güzelliğe sahip toprakların yok edilişini aşama aşama gözler önüne seren Halit Hüseyni, birçok duyguyu aynı anda yaşatıyor ve ikinci kere okumak isteyebileceğimiz bir roman ortaya koyuyor.
5- İçimizdeki Şeytan
Sabahattin Ali bu ismi yazarken bile çok farklı, anlatılamaz duygular içerisine girmekteyim. Öyle bir isim ki sadece bir isim değil. Öyle bir insan ki romanlarını okurken iki değil onlarca kez okumak isteği doğabiliyor insanda. Sabahattin Ali’nin ikinci romanı olan ‘İçimizdeki Şeytan’ la, yerli edebiyatımıza unutulamaz bir eser daha bırakmıştır.
Romandaki en önemli hususlardan biri; insanın iç muhasebesini, insana insanla anlatmaya çalışması olmuştur. Dönemin ‘aydınlarını’ da ağır bir biçimde hicvedilmesiyle, şu an da bile muzdarip olduğumuz bireyleri ve konuları işlemiş olduğunu görürüz. Ana karakterlerden biri olan Ömer, kendini kontrol etmeyi bilmeyen ve her suçu içindeki şeytana havale eden iradesiz biridir.
Kendinin ve toplumun ikiyüzlülüğünü aşağı kalmış ahlak anlayışını, diğer kahramanlarında gözünden ve gönlünden aktarıyor, eleştiriyor. O denli samimiyetsiz ve çirkefler mevcut ki şu hayatta, her şeyin sorumlusu bizken bunu “içimizdeki şeytana” veya başka bir şeylere atfedip kendimizden kaçıyoruz.
Ömer’in romanın sonuna değin sürdürdüğü iç kavgası eşiyle ayrılıklarında senteze varıyor:
“İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunlardan daha korkunç bir şey; hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var… Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.”
Gönül isterdi ki romanı daha da inceleyelim ve edebiyatımıza böyle bir eseri kazandıran Sabahattin Ali’yi daha da anlatalım. İki değil, üçüncü defa okumak isteyebileceğiniz Sabahattin Ali romanlarından biridir İçimizdeki Şeytan.
6- Boyalı Kuş
Polanya’lı Musevi ABD’li yazar Jerzy Kosiński’ in rahatsız edici romanı. Değil bir çocuğun, hiç kimsenin hayatı boyunca yaşamaması tanık olmaması gereken, insana okurken rahatsızlık veren vaziyetleri çok gerçekçi bir dille aktarmış yazar.
Okuduklarımızın bizi şaşı bırakacağı, hatta rahatsız edecek tasvirlerle sarsılacaksınız. II. Dünya savaşı sırasında geçen ve bu savaş sırasında ailesinden ayrı düşen bir çocuğun verdiği acı dolu hayat mücadelesini, bizler de okuyup tanık oldukça acı dolu bir mücadele vereceğiz. Dimağlarda dalgalanma yaratacak bir yapıt, acımasız bir gerçeklik ve üst düzey rahatsız edici bir samimiyetle ele alınmış. Romanı etkileyici kılan bir diğer nokta da yazarın ‘Boyalı Kuş’takine benzer bir çocukluk geçirmiş olması.
İnsanoğlunun daha ne kadar çirkin ve cahilliğinin getirdiği karanlık ne ölçüde ruhları yok edebiliyor öğrenmiş olacağız. Bir daha okumak ister misiniz bilemem ama okuduğunuza pişman olmayacağınız bir roman olacak.