Mutlak teslimiyetin kölesi olan bizler, geçmiş tarihi inkar edip, gelecek ile aramızdaki köprüleri yıkmaya devam ettiğimiz sürece bugünü berbat, yarını ise zayi etmiş olacağız. Sonuç kontrolünü kaybetmiş toplum…
Bugünüm berbat, yarınım zayi
Bizler toplum olarak milletimizin üzerinden rahmetimizi esirgediğimiz sürece, onlar da kaybetmiş bir millet olarak bize karşı şefkat kapılarını her daim kapalı tutacaktır.
Belki de bizlerin en büyük sorunu da budur. Toplu olmayı bir türlü beceremeyip, milli duygu ve milli bir duruşun varlığından uzak bir sistemin kölesi olmaktır bizi savunmasız yapan.
Oysa ki; bir toplumu, bir milleti en savunmasız ve en çaresiz kılacak tek şey; kontrol duygusunu kaybetme korkusudur ki bizler zaten kontrolümüzü kaybetmiş bir toplum olarak hala neyin korkusunu yaşıyoruz inanın hiç anlamış değilim.
Keşke bunu anlayıp da fark edebilecek bir ilme sahip olabilsek.
Oysa; insanın ilme ulaşmak için göstermediği bir çabada kendimi biliyorum demesi onun bildiğini bilmemesiyle kendini bilmesi arasında kurduğu derin bir ayrıntıdır. İnsan cehaleti hazmedip, onu zayıflatmadığı sürece hem fakirdir hem de zayıf…
Maalesef ki bizlerin cehaletinin ilmi; kendimizde değil başkalaşmış ve değişimden nasibini almış özenti, hakikatte bizi yansıtmayan başka kültürlerin ilmi ile yetkinleştirip onun içinde kendi gücümüzü göremeyişimizden gelir.
Oysa, evren varlığının bilinçli ve istenç sahibi nimeti insandır. Onu diğerlerinden ayıran en önemli unsur ise kendinde var olan aklı iradeyi kusursuzca en güzel şekilde düşünebilme melekesidir ki bizler bu melekeyi inanın çoktan kaybetmişiz.
Nasıl mı? 4 büyük takımı hayal edin
Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor… Bir de o takımları dolduran insan yığınını. Kurucular, yöneticiler, eleştirmenler, antranörler, oyuncular, tv programları, reklam araçları… Her birinin amacı ve gayesi aslında tam olarak da tüm takımları alt edip lider olmak gibi masum görünse de hakikat sizce ne kadar masum olabilir ki?
Toplumun da bu dört takım arasında 4 parçaya bölündüğünü düşünün. Fenerbahçeliler, Galatasaraylılar, Beşiktaşlılar, Trabzonsporlular. Bu takımlar kendi aralarında sürekli bir yarış halindedir. Bir çekişme, kapışma da diyebiliriz buna. Onlar birbirleriyle kapışa dursun toplum da başlar kendi arasında 4 parçaya ayrılmaya. Orada amaç bir topu bir delikten geçirip de en çok sayıyı alabilmek gibi masum görünse de aslında hakikat hiç de o kadar masum değildir. Öyle ki kendini bu saçma oyuna kaptıran bir toplumun bu uğurda birbirine hakaret edip bıçak çekmesi, yumruk yumruğa karşı karşıya gelmesi de bu oyunun tehlikeli yanının bir diğer tarafı…
Ekranlarda ise bin bir çeşit spor kanal ve programları ile bir topun bir deliğe bir defa da değil, bin defada girip çıkışını seyrediyor, yorumcuların, oyuncuların, yönetimin birbirleri ile atışmalarından nasibini alıyoruz öyle değil mi?
Kazanan taraf ise zaten belli. Biz kendi aramızda kapışa duralım, rakipler birbirleri ile çoktan dost olmuştur. Yönetimler ise elde ettikleri pastanın dilimlerini bir araya getirdiğinde kendilerine koca bir saltanat kurup onlar efendi olur, bizlerse yalnızca köle…
İşin en ilginç yanı ise ne takımı doyuran oyuncular, ne de etrafında pastadan payını alanlar Türk’dür…
İşte siyaset de böyle bir şey. Nice nice partiler vardır. Ama bu partilerin arasında ise yine 4 büyük takım gibi 4 büyük lider vardır. AKP, CHP, MHP, HDP… Kimi soldur, kimi sağ. Kimi muhafazakardır, kimi günahkar… Onlar da kendi aralarında sürekli bir kapışma halindedir. Toplum ise onların varlığı ile çoktan parçalara bölünmüştür.
Her ne kadar kabul etmek istemesek de bir de aramızda onların ustaca yerleştirilmiş nice askerleri vardır. Kimi oyuncudur, kimi sanatçı. Kimi kalem tutup köşe yazar, kimi ise program sunup, düşman ağırlar. Kimi profesör kimliğiyle neslin toprağına cehalet ilminin mahsullerini atar, kimi ise cahil olup da mazlumu oynar. Kimi hoca olup da ‘din, iman’ diyerek dinden sapar, kimi ise terör olup da gündemi oyalamak için halkın içine bombalar atar.
Anlayacağınız, onlar yazıyor, onlar çiziyor, onlar oynuyor bizler ise öylece en ön taraftan biletimizi almışcasına seyredip birbirimize düşüyor ama netice de her daim kaybettiğini duyanlar oluyoruz.
Partiler, siyasetçiler her ne kadar bizim huzurumuzda birbirine düşman gibi görünse de kendi aralarında emin olun ki hasımdır. Kuran-ı Kerim’de de yazmaz mı ‘onlar sizdenmiş gibi görünse de aslında sizden değildirler’.
Bizler onların bu nesilsiz oyunu içinde ne yazık ki önce birbirimize olan saygımızı, sonra sevgimizi en nihayetinde ise maalesef ki benliğimizi yitiriyoruz. Tek millet olmak, bir olmak, birlikten kuvvet doğurmak her geçen gün bize yabancılaşırken onlar bir araya gelip geriye ne vatan kalıyor ne de millet…