Şu “bağzı” lanet şeyler

İnsanlık tarihi kanla, husumetle ve çıkar ilişkileriyle dolu neredeyse. Sebepleri ise halen günümüzde bile devam eden biz ‘modern’ insanların aşamadığı şeyler.

3 Mayıs 1808 Tablosu

Üç bin yılın hesabını görmeyen karanlıkta yolunu bulamaz, der Alman yazar Goethe. İnsanlık tarihimizin üç bin yılında ne var Allah aşkına? Evet, şu an bardağın boş tarafıyla ilgileniyorum kusura bakmasın kimse, ama dolu tarafına da geleceğiz, geleceğiz de zaten bardağın yarısı kırık…

Günümüzde her gün ölüm, tecavüz haberleriyle ve nice insanı hasta edecek, bunu artık normalmiş gibi görüp rutin hale getirip, ruhumuzda derin yaralar açan haberlerle uyanıp güne öyle devam edip yine öyle uyuyoruz! Vicdanımızın sesi ayyuka çıkıyor, ama yine de susuyoruz, kelimeler bu dakikadan sonra bir şey ifade etmeliyken hem de. Bir şeylerin değişmesini bekliyoruz. Geldiğimiz dünyaya küfürler, şeytan ruhlu insanların da yedi ceddine ha babam sövüyoruz. Ardından yine, yine ve yine aynı haberlerle daha da susuyoruz. Sevgiyle yoğrulmayan yüreklerimizle başkalarının değişmesini diliyoruz, asıl değişmesi gereken bizler olmasına rağmen… O şeytan ruhlu olanlardan, maazallah olmamak için vermemiz gereken savaşı vermiyoruz. Hayatımızda karşımıza çıkabilecek en lanet, en kötü düşman kendimizden başkası değildir halbuki.


Ne var Allah aşkına şu tarihimizde?

Neden dünyaya sadece bir kere geleceğine inandığımız, düşündüğümüz güzel insanların o güzel öğretilerini dinleyip anlamak varken, hayatın cahil ve rezil-i rüsva bencilliklerini öğrenir, kumaşımıza onları dikiveririz?

İnsanlık tarihi kanla husumetle çıkar ilişkileriyle dolu

İnsanlık tarihi kanla, husumetle ve çıkar ilişkileriyle dolu neredeyse. Sebepleri ise halen günümüzde bile devam eden biz ‘modern’ insanların aşamadığı şeyler. Knut Hamsun’un “Açlık”ını okuyunca da anlıyorsun bunu; bir insanın vermesi gereken yaşam mücadelesinden çok daha külfetli geçen o yaşamını. Kosinski’nin “Boyalı Kuşunda”da anlıyorsun, insanların masum bir çocuğa gösterdiği çirkef halini. Atay’ın “Tutunamayanlar”ından da anlıyoruz mevzuyu ve Sabahattin Ali’nin dediğinden de ‘’ Etrafımız o kadar çirkefle dolu ki temiz kalmak için bir tek çare kendi dünyamıza çekilmek…” anlıyoruz.


Ve sonra anlıyoruz ki bu kanlı tarihimiz bu her gün feryat figan izleyip okuduğumuz haberler, içimizde var olan iyilik ve umut zerreciklerini de bir kara delik gibi yutabiliyor.

Bardağın dolu tarafına bakmak istediğimiz vakit de umut her şeye rağmen kalplerimizde yine ve yeniden ortaya çıkıyor. Geleceği ve geçmişi şekillendiren en önemli zaman dilimi şimdilerimiz, en önemli anlarımızdır. Bu en önemli anda insanlık tarihimizde o bardağı dolduran ve tarihimize şeref verdiren kişilerden feyz almalıyız hayatı. Bu anları aşkla, farkındalıkla yaşamalı seçici olmalıyız, bu saatten sonra bize ders vermeli bu kanlı tarih, doymak bilmeyen bu karanlık… Her daim aç olan bu kanlı tarihi tekerrür ettirmemeliyiz, karanlığa inat. Aydınlığın olmadığı yerdedir karanlık, o vakit benim meskenim aydınlıktır, aydınlık demeli ve karanlıklardan aydınlığa çıkma vakti gelmelidir.

Dünyayı değiştiren, sevgili, aşk dolu nice kadın ve adamın kalplerimize, zihinlerimize dokunmalarına izin vermeli, kanı kanla temizlemek değil de onu aşkla çok çalışarak temizlemeliyiz. Tıpkı Cibran’ın da dediği gibi: “Aşk ile çalışmalıyız, kumaşı yüreğimizden çekilmiş iplikle dokumalıyız, sevgilimiz giyecekmiş gibi.”

O güzel insanlar…

Kendi seçimlerimiz ve sorumluluklarımızla şekil verdiğimiz hayatımızı, kanlı tarihin harap ettiği bu bardağı iyiliklerimizle, sevgiyle tamir etmeliyiz. Yaşamımızın amacı kendi varlığımızı geliştirme, özümüzü en eksiksiz bir biçimde gerçekleştirmektir. Bunun için varız dünyada. Kötülük öyle artırılmalı ki insanlar her yerde ondan bıksın. Yeryüzündeki her ruh, şu Allah’ın belası sonbahardan nefret ettiği kadar ondan nefret etsin!” Bazıları Gorki’nin öngördüğünün tersine gitmek de nefret edecektik biz bundan arkadaş, kötülüğü hobi haline getirecek kadar ruhsuz puştperestler olmayacaktık, ondan bıkmalıydık! Yarınları bir “umut” diye görebilmek için bugünün yarını olan şimdileri, artık ‘yaşasın “bağzı” şeyler’ demek için, bırakalım şu bazı lanet şeyleri…


— meliyiz’li cümleler bana hiç samimi gelmese de durumuz vahim azizim. Unutmamamız gereken asıl mevzu şu ki binlerce kitap okusak da hayat yaşanılmadan öğrenilmez,  zaten okuduklarımızdan da bunu öğrenmedik mi? O halde, nasıl yaşamalıyız, sorusunu sormalı insan kendine…


Editor
Haber Merkezi ▪ İndigo Dergisi, 19 yıldır yayın hayatında olan bağımsız bir medya kuruluşudur. İlkelerinden ödün vermeden tarafsız yayıncılık anlayışı ile çalışmaktadır. Amacı; gidişatı ve tabuları sorgulayarak, kamuoyu oluşturarak farkındalık yaratmaktır. Vizyonu; okuyucularında sosyal sorumluluk bilinci geliştirerek toplumun olumlu yönde değişimine katkıda bulunmaktır. Temel değerleri; dürüst, sağduyulu, barışçıl ve sosyal sorumluluklarının bilincinde olmaktır. İndigo Dergisi, Türkiye’nin saygın İnternet yayınlarından biri olarak; iletişim özgürlüğünü halkın gerçekleri öğrenme hakkı olarak kabul etmekte; Basın Meslek İlkeleri ve Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne uymayı taahhüt eder. Ayrıca İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni benimsemekte ve yayın içeriğinde de bu bildiriyi göz önünde bulundurmaktadır. Buradan hareketle herkesin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin eşitliğine ve özgürlüğüne inanmaktadır. İndigo Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti çıkarlarına ters düşen; milli haysiyetimizi ve değerlerimizi karalayan, küçümseyen ya da bunlara zarar verebilecek nitelikte hiçbir yazıya yer vermez. İndigo Dergisi herhangi bir çıkar grubu, ideolojik veya politik hiçbir oluşumun parçası değildir.