Dikkatli ol’un… Kalabalık ortamlarda bulunmayın! Metrodan, metrobüsten, trenden, tramvaydan, motordan, vapurdan uzak durun. Şüpheli durumda polisi arayın.
Evinizden çıkmayın ya da evinizden çıkın ses verin. Yok yok ses vermeyin, yayın yasağı var en iyisi susun. Ama susmakla da olmaz, yazın ama ya yine sıkıntı olursa?
Dışarıdayım. O halde hızlanmalıyım. En kestirme yol, buradan indin mi Karaköy’e, oradan da bindin vapura… Vapur mu dedim? O sırt çantalı adam sizce de garip durmuyor mu? Dolmuş, en iyisi dolmuş! Saat 16.30. Tam iş çıkışı. Şimdi herkes işten çıkmıştır, otobüsler, servisler her yer tıklım tıklım…. Az önce mesaj geldi; Gümüşsuyu’ndan İstiklal’den Beyoğlu’ndan uzak durun! Ne yapayım peki? Dolmuşa binsen Gümüşsuyu’ndan, vapur için İstiklal’i geçmek lazım… En iyisi yürümek, buradan eğer hızlıca yürürsem 45 dk’ya Mecidiyeköy’deyim. Hızlı mı dedim? Ya hızlanırken sonuma yaklaşıyorsam? Dur o zaman! Bak etrafına, insanlar, arabalar… Bu şehir hep bu kadar kalabalık mıydı? Hızlan, biraz daha biraz daha hızlan… Çalan telefonlar: Dikkat et, çok dikkat et, aman dikkat et. Kalabalığa girme, kalabalıktan çıkana kadar hızlan. Ama burası İstanbul var mı ki öyle bir yer?
Otobüsteyim. Sakinleş, hadi biraz müzik herkese iyi gelir. Ama şimdi müzik için kulaklık takmak gerek. Ya kulaklık olduğu için atlarsam, olağanüstü bir durumu? En iyisi dinlememek ama o zaman iç sesimi susturamam. En iyisi tekini takıp biraz sesini kısmak!
Ve evim… Evde olmak hiç bu kadar iyi gelmemişti. Bunca paranoyadan sonra en iyisi uyumak. Uyumak keşke bitirse her şeyi. Uyursun kabus başlar. Takım elbiseli abiler, kontrol noktaları… Kontrol noktasında çantamdan çıkan Nutuk’un abilerce sakıncalı görülebileceği için kapağının yırtılışı, yine çantamdan çıkan gazetenin kışkırtıcı olabileceği için çöpe atılışı ve benim aralıksızca bağırışım… Ardından kendi bağırışıma uyanışım ve ardı ardına şükredişim: Çok şükür, rüyaymış (!)
Ve sabah… Nevruz’a bir gün kala, gün berbat başlar. Elinde telefon yeni haber var mı yok mu kontrolleri! Tedirginlikle gidilen iş, çalışırken aldığın o berbat haber: İstiklal’de bombalı saldırı! Çalan telefon, panikli patron “Taksim iptal, sakın gitmeyin!” çağrısı. Nasıl çalıştığını bilmeden çalışmak ve sürekli akşam eve nasıl döneceğini düşünmek…
Tüm bu paranoyanın içinde, en önemlisi; telefona sarılmak. Elinde telefon yüreğindekine, yüreğindekilere “Dikkatli ol” demek… Dikkatli ol; artık yeni sevgi sözcüğümüz. Eskiden “Seni seviyorum” derdik; sevgimizi göstermek için ama artık “seni seviyorum” bile boş kaldı; dikkatli ol’un yanında. Seni seviyorum bugünü anlatır. Oysa “Dikkatli ol!” öyle mi? O bugünü, yarını geleceği anlatır ve der ki; “Dikkatli ol; çünkü sen benim için değerlisin. Hayatta ol, yaşa gerisi nasılsa hallolur!” O yüzden, dikkatli ol! Nasıl olunacaksa?
Şimdi delirdiğimi düşünebilirsiniz lakin delirmedim. Sadece 2016 yılında bir metropolde, İstanbul’da yaşıyorum. Hepsi bu! Emeği geçen herkese sonsuz saygılarımla (!)