Başarı nedir? Hangisi gerçek başarı?

Başarı nedir, neye göre belirleriz başarıyı? Hayat kimilerini hiç imtihan etmeden başarı gösterirken, kimilerini de çok zorlu imtihanlara sokarak mutlu ve başarılı olmasını sağlar.

Emre, çok varlıklı bir ailenin çocuğu olarak çok meşhur bir hastanede dünyaya gelmişti. Doğduğu gün anne ve babası çok büyük bir parti vermiş yüzlerce insan sabahlara kadar delice eğlenmişti. Emre doğduğu andan itibaren çok kaliteli bir yaşam tarzının içinde bulmuştu kendini. Sadece yattığı beşiği Kanada’da özel yapılmış değeri 10.000 USD idi. Bununla birlikte giydiği elbiseler, yediği yemekler, kullandığı eşyalar, oynadığı oyuncalar hepsi en pahalı ve kaliteli markalardan seçilmişti.

Kısa keseceğim…


Emre büyümüş okul yaşına gelmişti. En pahalı okullarda okumuş, üniversite sınavına girmeden Avrupa’nın bilmem hangi meşhur üniversitesinde binlerce dolar ödeyerek üniversite okumuştu. Sonra arkasından master yapmış ve ülkesine geri dönmüştü. Ülkesine döner dönmez hemen babasının sahibi olduğu şirkette iş başı yaptı. Hiçbir pratik bilgisi yoktu, ama olsun o patron çocuğuydu.

Neyse gel zaman git zaman babası artık yaşlanır ve oğlu Emre’yi yanına çağırarak ; “Oğlum ben artık yaşlandım. Şirketin tüm yönetimini sana devrederek, emekliliğin tadını çıkaracağım” der. Artık Emre koskoca bir şirketin sahibidir. Sonra ne mi olur? Zaten var olan şirketin kar oranları her yıl %15 artar ve bu şekilde devam eder. Sonra tüm ekonomi dergileri, tüm televizyonlar Emre’nin ne kadar başarılı bir iş adamı olduğunu yazar, çizer veya anlatır.

Diğer tarafta Ahmet, 5 çocuklu fakir bir ailenin altıncı çocuğu olarak dünyaya gelir. Anne ve babası sevinçlidir. Annesi Anadolu’nun bir köyünde evde doğurmuştur Ahmet’i. Ahmet daha ilk doğduğu andan itibaren zorluklarla mücadeleye başlamış, duvarları rutubetli, damı akan soğuk bir evde yaşamaya başlamıştır. Babası inşaat işçisidir. Bir gün tok, bir gün aç yatarlar. Hele ki yağmurlu, soğuk ve karlı havalarda babası zaten 3-4 gün işe gidemez. Ahmet anne sütünden başka ek bir gıda alamaz. Annesinin sütü de annenin iyi beslenememesinden dolayı azdır. Ahmet’in beşiği daha önce abi ve ablarının kullandığı kırık – dökük demirden 15 yıllık bir beşiktir. Giysileri de yine abla ve abilerinin eskileridir. Oyuncakları ise iki tekeri olmayan, eski bir araba, tek kolu olmayan, yüzü çizilmiş, saçı olmayan oyuncak bir bebektir.

Yine kısa keseceğim…


Ahmet büyür okul çağına gelir. Annesi eş dosttan aldığı eski bir önlüğü alarak yamar ve Ahmet’e giydirir. Ahmet ilkokulu bu önlük ile bitirir. Bulunduğu köyde ortaokul yoktur. Ailesi onun okuması için yatılı bir merkez okuluna gönderir. Ahmet oradan da başarı ile mezun olur. Daha sonra lise süreci başlar ve Ahmet artık geleceğe dair planlar kurmaya başlamıştır. Lise bittikten sonra tam iki sene üniversite sınavına hazırlanır. He bu arada, Ahmet ilkokuldan beri hem okuyor hem de ailesine destek olmak için hafta sonraları ve okul saatleri dışında çalışıyordu. Simit sattı. Su sattı. Ayakkabı boyadı. Ahmet yoğun ders çalışmaları sonucunda üniversiteyi kazanır hem de ne kazanma derece yaparak istediği üniversitenin istediği bölümüne girer. Okul bittikten sonra iş hayatına atılır. Mezun olduğu bölüm ile ilgili faaliyet gösteren bir şirkete işçi olarak girer. Gel zaman git zaman Ahmet başarı basamaklarını teker teker çıkmaya, kariyer merdivenlerini tırmanmaya başlar. İşçi olarak girdiği şirkette genel müdürlüğe kadar gelir. Daha sonra birçok büyük firmadan çok büyük paralar karşılında teklifler alır. Ahmet, daha sonra kendi işini kurar. Sıfırdan başlar sektörde, holding sahibi olur.

Kimse beni yanlış anlamasın!

Bir insanın zengin doğması tabi ki o kişinin elinde değildir. Olanaklarının olması, ona o olanaklardan faydalanmama durumunu oluşturmaz. Zengin olmak suç değildir. Benim anlatmak istediğim, başarı kavramını açıklarken, hiçbir şeyi yokken, tamamen kendi çabaları ile varlık sahibi olanların mı daha başarılı, yoksa zaten varlıklı biriyken varlığın verdiği olanakları hiçbir zorluk çekmeden kullanarak varlıklarını büyütenler mi?

Bu sebeple ben, babadan oğula geçmiş holding şirketlerinde zaten var olan bir yapının başına geçmiş kişilerin, holdinglerin cirosal veya hacimsel büyümelerine yaptıkları katkıları pek önemsemiyorum. Onlar sadece inovatif birkaç hamle ile şirkete farklı bir katkı sağlamış olabilirler.

Lakin öbür tarafta, sıfırdan başlamış bir yapının, çekilen çilenin, ilmik ilmik işlenmiş bir çalışmanın sonucu olarak ortaya çıkan bir yapı görüyoruz.


Hayat kimilerini hiç imtihan etmeden başarı gösterirken, kimilerini de çok zorlu imtihanlara sokarak mutlu ve başarılı olmasını sağlar. Asıl soru;  eziyet çekip mutlu olan mı, yoksa hiç eziyet çekmeden mutlu olan mıdır başarılı olan?