Dünyanın büyük bir ilgiyle takip ederek elinden düşürmediği “Dreamer ve Sen” kitabının yazarı Elio D’Anna ile İstanbul ziyareti sırasında keyifli bir röportaj yaptık.
Kitap sensin… Tüm şüphe ve belirsizliklerinle, doğrularınla ve yalanlarınla, korkularınla ve sevginle, sen aynı anda hem yazarsın hem okuyucu, hem sıradan, hem sıra dışı, hem düşleyen hem de düşlenen… Evet tüm dünyanın büyük bir ilgiyle takip ederek elinden düşürmediği, zihinlerde çığır açan kitabın sözleri bu mısralarla başlıyor…
Eserin değerli yazarı Elio D’Anna’ nın geçtiğimiz cumartesi 2 Nisan günü Zorlu Center Alışveriş Merkezi’nde imza söyleşisi vardı. Bir saat süren konuşmasında tüm yerler dolmuş ve söyledikleri karşısında tüm dinleyenlerin akılları gönül ilmine bir kez daha ayak basmıştı.
Kendisiyle Sinan Ergin’in salı günü gerçekleşen Sofa Hotel’deki liderlik ve karar eğitiminde görüştük. Çok okunan ve hafızalara yer etmiş cümleleriyle ünlü Dreamer kitabı ile ilgili sorduğum tüm sorularımı içtenlikle yanıtladı. Şimdi sizi Destek Yayınları’ndan çıkan Elio D’Anna’nın yeni kitabı Dreamer ve Sen ile baş başa bırakırken bu röportajı aklınızla değil kalbinizle okumanızı öneriyorum.
Dreamer ve Sen
Röportaj: Elio D’Anna
“Dreamer ve Sen” kitabınızda;”Ben binlerce kez sen oldum. Sen ise bir kez ve sonsuza dek ben olacaksın” cümlesiyle başlıyor. Düş öğretisini anlamak isteyenler bu cümleden ne çıkarmalı?
Ben binlerce kez öldüm sizin gibi, senin gibi… Ben kendimin asıl ölümsüz var oluş halimi hatırladım. Bu varoluş derecesine bir kere ulaştığında sonsuza dek olacak. Kitapta Dreamer okuyucuyla birebir konuşuyor. Okuyucu sıradan hayat içerisinde sürekli ölen birey, yani kendi içerisinde, ama bir gün bunların hepsi bitecek ve sen de dreamer var oluş haline geldiğinde bu sonsuza kadar yapılmış bir hareket olacak ve ölmek bitecek. Bütün savaşları kazanmış olacaksın, ölümü ele geçirmiş olacaksın ve ölümsüz olacaksın, bundan sonra ölemezsin çünkü içinde hiç ölüm kalmadı. Fiziksel olarak ölüyoruz çünkü bir gün içerisinde binlerce kez öldüğümüzün farkında değiliz, ölümümüzün sebebi bu ve bu bir intihar, bütün ölümler intihardır. Çünkü kendi içinde acı çekiyorsun, korku dolusun, şüphe dolusun. Bütün acıların içerisinden geçip gidiyorsun ama farkında bile değilsin ve bu acının içinden sağ çıkmak istiyorsun o yüzden fiziksel ölümü sen icat ettin. Bu acıdan ve mutsuzluktan çıkabilmek için siz de ölümü icat ettiniz. Ölüm bir teknikten ibaret. Kimse sonsuza kadar yaşamak istemez mutsuzken o yüzden kendini yenmen lazım, kendini ele geçirmen, kendi bütünlük halini elde etmen lazım.
Kendi ölümsüzlüğümüzü unuttuk!
“Sadece kendi vasatlıklarını, kendi anlamsız hayatlarını geride bırakmaya cesaret edenler bir gün Dreamer ile buluşabilir. Öte yandan kavranamaz olanı ancak hazırlıklı olanlar tanıyabilir. Sadece gerçek bir düşü olanlar, erişilmez olana erişebilirler” diyorsunuz. Alışkanlıklarından vazgeçmek insanlar için en zorudur. Bu bir devrim, bu devrimi gerçekleştirebilecek idrake kişi nasıl varır?
Bu aslında bizim gerçekte kim olduğumuz, gerçekte doğamız aslında ama unuttuk. Kendi ölümsüzlüğümüzü unuttuk, bunu hatırlamalı.
“Sevgi demek; ölümün yokluğu demektir”
“Dreamer, senin anlayış ve canlılık düzeyini yükseltmek için hayatın oyunlarını kullanır. Dini öğretileri, siyaseti, televizyon ve sinemayı, eğitim sistemlerini, iletişim ve medyayı… Dış dünyadan geldiğine inandığın her şeyi seni uyandırarak her şeyin kaynağının sen olduğunu göstermek için kullanır” diyorsunuz. Peki kişinin bu büyük sorumluluğun bilincinde olduğu varsayımıyla kurumları suçlamadan Dreamer’ı nasıl kullanırız?
Dreamer hayatın komplikasyonlarını, sıkıntılarını evet bunu sana hatırlatmak için kullanıyor. Görebildiğin, dokunabildiğin her şey, hepsinin amacı asıl olan kendine dönmeni hatırlatmak amacı. İçeri dediğimizde aslında tam olarak anlatamıyorum. Dışarısıyla içerisi aslında bir gerçeklik arada bir boşluk ya da fark yok ikisi de aynı şey, ikisi de bir gerçeklik. Olay şu ki içindeki olaylara müdahale etmek ve değişimi oradan başlatmak, dışarıyla uğraşmaktan çok daha verimli. Bu çok daha sağlam, dışındaki realite kendi içindeki realiteden yola çıkarak olduğu için. Çünkü ikisi de aynı şey.
Kitapta geçen “İçsel varlığı saf olanın zenginleşmesi kaçınılmazdır” sözünü biraz açabilir miyiz?
Bu benim vizyonum, sevgi demek; ölümün yokluğu demektir. İtalyanca’da aşk kelimesi amoure’ den gelir. Bir kelimenin önüne “a” koyarsan ters düz eder, mours ölme demektir, mourte’ den gelir. Amours ölümün yokluğu demektir, yani İtalyanca’da bir bakıma Latince’de aşkın kökeni yani etimolojide ölümün yokluğundan geliyor. Sevgi, aşk benim için ölümün yokluğu demektir ve sevgi ve finansal güç bir bakıma aynı şeydir. Ölümün yokluğundayken korkunun yokluğu, şüphenin yokluğu demektir aynı zamanda. Kendiliğinden zenginleşeceksin.
Kendiliğinden zenginleşeceksin!
Çoğu kişi hayatta hep arzu ve hırsla başarılacağını düşünür, kitabınızda bunu tam tersine “Korku ve arzuyu kaldırıp atmaktan korkma. Korkmamak ve arzulamamak, sana çok daha dolu ve ilginç bir hayatın kapılarını açar” cümleniz bu kalıbı yıkıyor. Arzu ile düş arasındaki fark nedir?
Aslında burada bir çatışma var, insanlar korkunun bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorlar. Ben de korkunun elenmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama korku, neyi nasıl kullanacağınızı bilirseniz işe yarar bir şeydir. Çünkü bu korkuyu bir yakıt olarak kullanırsınız bir alev olarak, ama bunu kullanmanız lazım; ama korku sizi kullanıyorsa o korkunun yarattığı bir şeyin siz de kurbanı olacaksınız; ama siz korkuyu kullanabilirseniz onu bir ateş olarak yani enerji olarak, çok farklı bir olay. Düşlemek her şeyi içine alır, korkuyu da kullanmasını bilir, hepsini kullanmayı bilir. Yani düşlemek dışarıdaki realiteyi oluşturan şey, kendini projekte ettiğin şeyin kurbanı olduğun andan itibaren sonra bu düşü sen yarattığını biliyorsun. Yaratandan yaratılmış haline geçiyorsun, kendi yarattığın bir dünyadan yaratılan haline geçiyorsun. Düşlemek, arzuladığın bir şeyle ilgili emin olmak demektir.
Yine kitapta geçen bir ifadeden daha bahsetmek istiyorum “Hayattaki rolünü sahnedeki usta bir oyuncu gibi oyna… Daima! İnanmadan inan! Hiçbir zaman kendini hiçbir şey ile özdeşleştirme. Aslında kendine bir varlık yükleme demek istiyorsunuz sanıyorum.
Oynamak gerçekten daha gerçektir… Bunlarla ilgili konuşmak bir aktörün rol yapması gibi… Bilinçli bir şekilde rol yapmak, inanmadan inanmak yani oraya ait olmadan ait olmak gibi…
“Geçmişi şu anda yaratıyoruz”
Şu an varlıktaki halin neyse, geçmişin ve geleceğin daima ve sonsuza dek o olur. Bu ne anlama geliyor?
Şu an gerçekte olan tek an’ dır, başka an yoktur. Tek gerçek zaman şu an… Kendinle ilgili şu an neredeysen bu her tarafa yayılıyor, geçmişe ve geleceğe. Geçmiş ve gelecek de şu anın bir parçasıdır ve sen ilk defa şu andasın ve sonsuza dek şu andasın. Biz geçmişten geldiğimizi söylüyoruz, bu yalan söylemek. Geçmişi şu anda yaratıyoruz. Bütün bu olaylar, akrabalar, arkadaşlarımız, ailemiz hepsini şu anda yaratıyorsun ve hepsi şu anda yarattığın bir fantezi, gerçek değil. Şu anda yaşamayı öğrenirsen geçmişini de şu anda yaratırsın geleceğini de. Çünkü bunlar sadece şu anın bir yansıması.
Kan bağımı nasıl değiştirebilirim peki?
Değiştirebilirsin çünkü gerçek değil. Sen gerçek olduğuna inanıyorsun. Bu sadece hikaye, tanım. Böyle olduğunu sana anlattılar, sana bunu böyle empoze ettiler, aslında sen sadece bu tanımı yaşıyorsun, gerçeği değil. Biliyorum bunları kabul etmenin zor olduğunu ama bunları üç yüz almış derece her şeyi yaratan maalesef sensin ve babanın, dedenin vs, vs, hepsinin yaratıcısı, temeli sensin. Biz doğumsuzuz ve ölümsüzüz, asla doğmadık, asla da ölmeyeceğiz. Bunların hepsi bir tanım. Sen inanıyorsun ki bir baban var, babanı sen seçmişsin. Sen doğmadın. Sen doğduğunu gördün mü kendi gözlerinde, bunların hepsi bir hikaye…
Dreamer kimdir?
İnanmadan oynayan insandır dreamer…
Oyunu sen icat ettin; Rol yapma sadece oyunu devam ettirebilmemiz için bir araç!
Daha sık “durabilseydin” ve dünyanın kaotik bir yansıma, başıbozuk bir komedi olduğunu bu bedendeyken anlayabilseydin, her nefesini rol yapma sanatının gerçek anlamını anlamaya adardın. Seni meşgul ve tatmin eden dış rolleri bilinçli olarak sırtından atıp paramparça edebilseydin, dünyaya duyduğun bu hipnotize edici bağımlılığı terk edebilseydin, her şey önem ve yeni bir anlam kazanırdı, diyorsunuz. Peki bunu yapmak bir tek rol yapma sanatıyla mı oluyor?
Rol yapma sadece oyunu devam ettirebilmemiz için bir araç. Oyunu sen icat ettin, zaten oyunu sen yarattın ve rol yapma sanatı sadece bu şovdan kendini çıkarma halindir ve rol yapmazsan her şey çökecektir. Çünkü kendi yarattığın oyundan kendine bir çıkış yoludur rol ve herkes rol yapıyor ama bilinçsizce yapıyor, farkında olmadan yapıyor. Şu an bizim öğrenmeye çalıştığımız bilinçli olarak rol yapmak özdeşlemeden o rol ile rol yapmak ve bu bilinçli rol yapmakla bilinçsiz rol yapmak arasında yani çok büyük bir fark vardır ve biz bilinçli olarak rol yapmayı öğreniyoruz, bu demek oluyor ki gereken rolü oynamak. Dünyanın seni oynamaya çağırdığı rolü oynamak. Siniri de kullanmalısın mesela yeri gelince bunu görmezden gelmemelisin, rolde olmalısın ama bilerek.
Başkaları da biz isek, hayatımıza hep kendimize en uygun aynaları çekiyorsak yani kişi sürekli aynı tarz kişilerle hayatında karşılaşıyor, onlarla birlikte olmaktan mutlu olmuyorsa, bu aslında kendi içinde halletmesi gereken bir şey olduğu anlamına mı geliyor?
Zaten farkındaysan başkalarının senin aynan olmalarına, bu kendiliğinden çözülecektir. Tekerrür etmen kendini mümkün değildir. Sürekli kendini tekrar eden insan ölmeye mahkumdur, milyarlarca insan gibi… Biz bu kendi yarattığımız hapishaneden kaçmaya çalışanlarız dreamerlar olarak. Bunun hapishane olmamasının tek sebebi farkında olmamız. Farkında olduğun her an kendi içindekilerden özgürsün ve bu her zaman olmalı. Her zaman rol yapmaya devam edeceksin ama bu sefer sadece inanmadan inanarak devam edeceksin rol yapmaya. Her rolü yapacaksın ama bu rolleri yaparken özgür olacaksın.
İnanmak Düşleme Sanatı’ na aittir, Dreamer’ın en mahrem özelliğidir… “İnanç” (cre-do), (cre-ed) kelimesi, “yaratmak” (cre-ation) kökünden gelir. Düş var olan en gerçek şeydir… ” O zaman inanmak, düşleme sanatı ve mahremiyeti biraz açabilir miyiz?
Yaratıcılığın ta kendisidir zaten, yaşadığımız gerçekliğin yazarıdır. Aslında zaten bu dünyayı yaratan biziz bunu unuttuğumuzdan dolayı yaratılan hale geldik bu dünya tarafından ve yaratılan hiçbir şeyin üzerinde hiçbir güce sahip değildir. Sıradan insan kendi içindeki şeylerin farkında olmadığı için sadece bir kabusu projekte edebilir. Ben bir kişinin de başka birini sevebileceğine de inanmıyorum, kişi sadece kendini sevebilir. Bu sevgiyi kendinde yaratabilirsen sadece sevme ve sevilmeyi projekte edeceksin ama sevmen gereken biri olması anlamına gelmiyor, başkasını sevebilirsin ama onu severken rol yaptığını bilerek sevmelisin, aslolan kendini sevmendir. Seven birisinin rolünü canlandırıyorsun ama gerçekte bunun gerçek olmadığını biliyorsun…
Bu güzel söyleşi için değerli yazar Elio D’Anna’ya teşekkür ederiz…