Hayat her insana bir baht çizer

Bu noktaya gelebilmek için çok çaba sarf ettim. Şimdi sevdiğim işi yapıyorum, yaptığım işe de saygı duyuyorum. Zira insanların bulundukları noktaya gelmek için gösterdikleri çabanın büyüklüğü, işlerine duydukları saygının ölçüsünü de belirler.

Hayat her insana bir baht çizer işe saygı çalışan karınca gençlik

Gençliğinde idealleri olmakla birlikte, Cerrahpaşa’dan İTÜ Maden’e, hukuktan Denizcilik Yüksekokulu’na kadar yapılmadık tercih, Kara’dan Deniz’e kadar da girilmedik harp okulu sınavı bırakmamış, gerçekte SGK’sı olan bir işe kapak atma peşinde olmuş biri olarak oğluma 3 hafta önce girdiği YGS öncesinde “Hedef küçültmek iki yerde işe yarar. Biri savaş meydanı, diğeri sınav meydanı. Birinde hayatta kalırsın, ötekinde heyecanın yatışır. O yüzden hedeflerini düşük tut, yüksek çıkarsa bahtına” demiştim. 20 yaşında öyle düşünüyordum, baktım; bugün de hala öyle düşünüyorum.

Düşüncemde gram değişiklik olmamış. Bu düşüncemin kaynağı, elimden her iş gelir özgüveninin değil gelecek kaygısının ruhumda yarattığı havaydı. Bundan hiç şüphe yok. Zira bizim zamanımızda ne paralı üniversite ne de bursluluk imkanları vardı. Bir tek devlet üniversiteleri vardı. Puanın nereye yetiyorsa oraya girerdin. Evinde para sayma makinesi de bulundursan, elbise torbalarının içinde para da saklasan, çikolata kutularından dolarlar da fışkırsa; paranın değil puanının yettiği yere girerdin.


Her ne kadar denizcilik, tarihçilik, gazetecilik imrendiğim meslekler ise de hep ailemin, öğretmenlerimin bana biçtiği rolü oynamak zorunda kaldım. Her çalışkan çocuğa yapılan bana da yapıldı. Hatır gönül için başa zorla bir tıp yazdırıldı. Hasbelkader tıp kazanınca da oraya gitmek zorunda kalan ama gönlü hep denizcilikte kalan biri olup çıktım. Ancak bir süre sonra şunu fark ettim: Bu işlerin hobi olarak da yapılabileceğini, sonradan telafisinin mümkün olduğunu. Bugün bol bol tarih kitapları okuyor, bir dergide yazılar yazıyorum. Yarın şartlar uygun olduğunda da bir tekne alıp denizlere çıkacak alt yapıya sahibim. O yüzden artık başaramadığım işlere, olmayan isteklerime hiç üzülmüyorum. Hepsinin sonradan telafisinin mümkün olduğunu gördüm.

Dolayısıyla başlangıçta kazayla girmiş olduğum mesleğimi zamanla sevmeye başladım.

Fakülte yıllarında günde 25 saat ders çalışmalar…


Asistanlık yıllarında ayda 10 nöbet ve devamında kalınan mesailer…

Hafta sonu nöbetlerine cuma sabahından girip pazartesi akşamı çıkmalar…

81 saat süren fıçı nöbetleri… “Fıçı nöbeti de ne ola ki?”derseniz; denizci tanıdıklarınız varsa onlara sorun, anlatsınlar. Fazla detaya girmeyeyim. Hepsi, geriye dönüp baktığınızda hatırlamak istemeyeceğiniz zamanlarmış gibi görünse de zamanın ruhu kötü anıları hep sildi, zihnimizde iyi anılar kaldı. O yüzden hep çekilen sıkıntıların geçici olduğunu, uzun insan ömründe bir nokta kadar değeri bile olmadığını düşünürüm. Bunlar insanın dayanma gücünü artırır. Önemli olan bu sıkıntıların devamlılık arz etmemesidir. 

Özetle; bu noktaya gelebilmek için çok çaba sarf ettim. Şimdi sevdiğim işi yapıyorum, yaptığım işe de saygı duyuyorum. Zira insanların bulundukları noktaya gelmek için gösterdikleri çabanın büyüklüğü, işlerine duydukları saygının ölçüsünü de belirler.


Onlar tavsiyelerden pek hoşlanmazlar ama gençlere naçizane tavsiyem: Günümüzde bu ülkede maalesef her insan sevdiği işi yapamıyor. O yüzden işlerini sevmeseler bile yaptıkları işe saygı duymaları. Çünkü duydukları saygı ölçüsünde başarılı olurlar.


Taner Erim
1966 yılında İstanbul'da doğan yazar, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden mezun olmuştur. Hava Kuvvetlerinin çeşitli birimlerinde hekim olarak görev yaptıktan sonra 2010 yılında emekli olmuştur. Halen özel sektörde kulak burun boğaz uzmanı ve bir yüksek öğretim kurumunda öğretim görevlisi olarak çalışmakta olan yazarın ilgi alanları siyasi tarih, sinema ve motosiklettir.