İsrafil’in Aynası: Farklı bir yaşam kurgusu

“Ben İsrafil’in Aynası’nda içimde hissettiğim, farklı bir yaşamı kurguladım. Başlangıcı kafamda çakan bir ışık gibiydi de diyebilirim.” Şebnem Pişkin

Bazı kitapları sadece ismini sevdiğim için alıyorum. Elimde değil bu. Çok sevdiğim isimleri bir kenara kaydettiğim de oluyor. Bu güne kadar en sevdiğim kitap ismi “Bekle Dedim Gölgeye.”

İsrafil’in Aynası’nı gördüğümde de böyle bir isim takıntısı oldu. Son on yıldır “cennet” kavramına takmış durumdayım ya; “İsrafil” de oralardan bir yerden gibi geldi. Evde yığınla kitap var. Kendime yasak da koymuşum; evdekiler bitmeden kitap almak yok. Kapak da çok çekici. İçinde gizemli bir şey olduğunu hissettiriyor. Sonuç yine aynı. Aldım, eve getirdim, her zamanki gibi kütüphaneye attım. En az altı ay bekleyecek. Siz deyin prensip, ben diyeyim alışkanlık, yeni aldığım kitabı kütüphaneye sıkıştırmadan önce şöyle bir karıştırırım. Nedir ne değildir gibi. Hani yemeğin tadına bakmak gibi. Gelişigüzel ortalardan bir sayfa açtım, ne kadar geçti bilmiyorum. Kızım seslenmeye başladı. “Anne benim bale kıyafetlerim nerede?” Sırası mı şimdi?


Kızımı yolculayıp, tekrar koltuğa oturdum.

İsrafil’in Aynası bir türlü kütüphanemin raflarına kurulamadı. İkinci gün akşam bitti. Şimdi Neriman okuyor. Geçen sabah erkenden aramış; “acaba bu yazılanlar doğru mu” diyor. Ben nereden bileyim? “Yazarına sormak gerek” dedi. Aklıma aşağıdaki sorular geldi. İtiraf edeyim; daha itinalı bir röportaj olmasını isterdim. Kitap hak ediyor.

Röportaj: Şebnem Pişkin / Dürsaliye Şahan

Dürsaliye Şahan: Şebnem Hanım ben her öykünün ve her romanın başlamadan önce bir hikayesi olduğunu düşünüyorum ve bunun da yazarında saklı kaldığına inanıyorum. Size de İsrafil’in Aynası’nı yazmanıza neden olan o hikayeyi sorsak ne dersiniz? 

Şebnem Pişkin: Haklısınız, hikayeleri hazırlayan bir hikaye daha oluyor ki bu da sadece yazarın bilgisinde ve duygularında kalıyor. Ben İsrafil’in Aynası’nda içimde hissettiğim, farklı bir yaşamı kurguladım. Başlangıcı kafamda çakan bir ışık gibiydi de diyebilirim.

Vahiy gibi dersem abartmış olabilir miyim? 

Hatırladığım şeyler var. Bazen okuduğum bir cümleden, bazense gözüme takılan bir görüntüden bu “hatırladığım” şeyler kafamda ışık gibi çakıyor. Bir gün ortaya çıksam ve “ben ezelde geçen şeyleri hatırlıyorum” desem çok doğal olarak insanların tepkisi “bu kişi aklını kaçırmış” olacaktı. Öyle yapmadım, hatırladıklarımı bir kurgu içinde sundum. O zaman bana “hayal gücü geniş bir yazar” dediler. Sanırım bu, deli denmesinden daha iyidir.

İsrafil’in Aynası’ndaki atmosfer oldukça mistik. Yaşamınızda böyle bir benzerlik var mı? 

Hayatımda hiç dergaha gitmedim. Bu anlamda kitabın genel atmosferiyle şu anda yaşadığım hayatın atmosferi aslında birbiriyle örtüşmüyor diyebilirim.

“İsrafil’in Aynası”nda bizi korkutan bu boşluk hissiyle, bu arayışımızla yüzleşelim istedim

İsrafil’in Aynası’ndaki mesajınız nedir?

Hepimiz bir arayış içindeyiz. Günün getirdikleriyle, işle güçle okulla sevgiliyle kendimizi oyalamaya çalışıyoruz ama kendimizle baş başa kaldığımızda içinde bulunduğumuz o boşluk hissini tüm varlığımızla hissediyoruz. Ama bunu genellikle yadsıma yoluna gidiyoruz. “İsrafil’in Aynası”nda bizi korkutan bu boşluk hissiyle, bu arayışımızla yüzleşelim istedim. Kendimizi, yaşamı, varlığı, yokluğu, sevgiyi ve Aşk’ı sorgulamaktan korkmayalım. Özellikle Aşk yaşamın özüyken bu kavramın içini boşaltmayalım. Derin düşünmekten korkmayalım. Biraz “neden” diye “nasıl” diye sormanın zamanıdır artık diye düşünüyorum.

İsrafil’in Aynası’ndaki aşk kavramı biraz ilahi aşk gibi tanımlanmış, yanılıyor muyum?

İlahi aşk her şeyi içine alan bir aşktır. Yani tasavvufta geçen ismi ile söylersek ilahi aşk Küllî olandır. Diğer tüm aşklar, mesela sevgilimize duyduğumuz aşk ise Külli olanın bir parçasıdır, yani cüz’idir. Parçadan bütüne ulaşmak mümkün olduğu gibi bütünden parçaya ulaşmak da mümkündür. Aşk, bir denizdir. Her zerresi insana denizin bütünü hakkında bir fikir verecektir.

Şimdi size hiç aşık oldunuz mu desem sanki pot kırmış gibi olacağımı hissediyorum. 

Ben hep “aşk”halinde olduğumu hissediyorum. Ama bir insana bu hissi duydum mu, işte bu sorunun yanıtını gerçekten bilmiyorum.

Peki kendinizi hayata bakışınızı nasıl tanımlıyorsunuz? 

Dünya yaşamını uzun bir yolun küçücük bir bölümü olarak görüyorum. Aşık Veysel’in dediği gibi “iki kapılı bir handa, uzun ince bir yoldayız, gidiyoruz gündüz gece”. Ama bu hanın kapısından çıktığımızda aslında hiç bitmeyen bir yolculukta olduğumuzu göreceğiz gibime geliyor. Her birimiz bir diğeri için yol gösterici fenerler gibiyiz. Ne kadar çok ışık verirsek hem kendimiz için hem de diğerleri için yolu o kadar aydınlatmış oluruz. Işığımızın derecesi ise bilgimiz ve sevgimiz oranında artacaktır.

Şu anda üzerinde çalıştığınız bir projeniz var mı? 

Yazımını tamamladığım “40” isimli bir çalışmam var. Kırk rakamının sırlarından yola çıktığım fantastik bir roman oldu. Onun dışında ikinci kitabım Tuğra’nın İngilizce’ye çevrilme projesi var. Bir de tüm bunların dışında kitaplarımın senaryolaştırılıp beyaz perdeye sunulması yönünde girişimlerim devam ediyor. 

Neden yazıyorsunuz? Yazma eyleminizi üç cümle ile özetleyin desem bana neler söyleyebilirsiniz?  

Söz uçar yazı kalır derler. Sözlerim uçmasın, kalsın diye yazıyorum. Hayatın rutin akışı içinde duyduğum bir cümle, gözüme takılan bir obje ya da herhangi bir kavram beni dürtüyor, zihnimde kelimeler uçuşmaya başlıyor ve klavyenin başına oturduğum anda bir piyanistin piyano tuşlarına dokunup müziğini çalması gibi aklımda uçuşanları harflere döküyorum ve yazıyorum… 

“İsrafil’in Aynası” nın yazımı çok kısa bir zaman diliminde gerçekleşti

Bir yazar olarak kendinizi nasıl yorumluyorsunuz? Ya da nerede görüyorsunuz?


Kendimi yazar olarak henüz yolun çok başında görüyorum. Ama çokkitap yazayım, çok eserim olsun derdinde değilim. Sadece yazılması gerekeni yazayım derdindeyim. Ve yazılması gereken çok şey var, bunu da biliyorum.

İsrafil’in Aynası’nı yazmanız ne kadar sürdü? 

Kısa sürede yazan yazar mı daha makbuldur, yoksa bir roman üzerinde senelerce çalışan yazar mı bilmiyorum ama  “İsrafil’in Aynası” nın yazımı çok kısa bir zaman diliminde gerçekleşti diyebilirim. Ama bazı bölümleri, mesela Safiye’nin mektupları ve kitabın giriş bölümü daha önceden yazılmıştı. Bu bölümleri kitabın akışı içine ekledim.

Etkilendiğiniz yazarlar kimler? 

Yazılarım ve hayata bakışım üzerinde en büyük etkiyi Mevlana’dan aldığımı söylemeliyim. Az sözle çok şey anlatan derin cümleleri beni fevkalade etkiliyor. Günümüz yazarlarından İskender Pala’nın bilgisinden ve yazılarından etkileniyorum. Ayrıca Halil Cibran’ın şiirlerine de tutkunum.

Diğer kadın yazarlar hakkında ne düşünüyorsunuz?  

Neden bilmem; tanınmış kadın yazarlarımız yeni yetişen genç yazarlara pek destek vermiyorlar. Pek çoğu ile tanışmak için girişimlerim oldu. Ulaşmaya çalıştım, ancak yanıt alamadım. Halkın içinde görünüp, halkın bir türlü ulaşamadığı kişiler olabilmek sanırım ayrı bir hüner gerektiriyor.

İlk kitabınız Tuğra’nın İngilizce’ye çevrilmesi ile ilgili proje devam ediyor sanıyorum. Belki de kitabınız bir anda on binlerce Amerikalıya ulaşacak. Ne düşünüyorsunuz? 

Tuğra basılmak üzere Amerika’daki bir yayın kuruluşu olan Foremost Ires tarafından kabul edildi. Ama önce Kültür Bakanlığının TEDA Projesi kapsamına alınması gerekiyor. Bu gerçekleşirse Tuğra Amerika piyasasında  “The Imperial Monogram” adıyla yayınlanacak. Binlerce Amerikalıya ulaşmak konusu bana çok ironik geliyor. “Tuğra” Türk medyasında yeterince yer bulamamışken Amerikalıların ilgi göstermesi beni düşündürüyor. Neden kendi değerlerimizi hep başkalarına kaptırırız ve neden elimizdekilerin değerini Avrupa takdir etmeden evvel bir türlü anlamayız?

Yayınevi ile nasıl buluştunuz? Yani teklif onlardan mı size geldi? 

İkinci kitabım için GOA Yayıneviyle görüşmüştüm. Onlardan cevap beklerken Crea Yayınevi sahibi Mehmet Bey’le tanıştım. Yaklaşık bir hafta arayla hem GOA hem de Crea yayınevi Tuğra’yı basmak istediklerini söylediler. Önce GOA’ya söz verdiğim için Tuğra GOA Yayınevinden çıktı. Bir sonraki kitabım “İsrafil’in Aynası” ise Crea Yayın grubunun yeni markası olan Astrea’dan yayınlandı. Böylece şimdiki yayınevim olan Crea Grubuyla yollarımız kesişmiş oldu.

Hep söylenen bir şey var. Roman, öykü ve şiir okunmuyor. Siz ne düşünüyorsunuz? 

Çok okuyan bir millet olmadık hiç, sanırım hala da değiliz. Yeni yetişen genç nesilin okumaktan keyif almadıklarını görüyorum. Okumak yerine internette gezinmek, TV seyretmek, playstation oynamak daha cazip geliyor. Ama böyle bir kesim var diye sayıları az da olsa okuyan kesimi yok saymak doğru olmaz. Kitabın yerini hiçbir şey tutamaz. Nasılsa her insanın hayatının bir döneminde mutlaka kitapla yolu kesişecektir diye düşünüyorum.

İnternet yaşamı sizi bir yazar olarak nasıl etkiliyor? 

İnternetten çok faydalanıyorum. Yazarken elimin altında internetin olması işimi çok kolaylaştırıyor. Çünkü ben araştırarak yazan bir yazarım. Ayrıca internet vasıtasıyla okuyuculardan pek çok geri dönüş alabiliyorum. Bu da beni yazmak için daha çok motive ediyor.

Günümüzde onlarca kitabı olup ünlenmemiş yazarlar var ki bunlar çoğunlukta öte taraftan birkaç yıl içinde ünlenen yazarlar da var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Maalesef niteliğe değil niceliğe önem veren bir toplumuz. İçindekinden çok ambalajına göre değer biçiyoruz. Medyada en çok kimin ismi duyulmuşsa en iyisi odur deyip modayı takip eder gibi onu takip ediyoruz. Bu edebiyat dünyasında da böyle. Oysa ödüllü yazar en iyi yazar demek değildir. Eğer çok okuyan bir toplum olsaydık “iyi”lerle “iyiymiş gibi ilan edilenler” arasındaki farkı kendi kendimize ayırt edebilirdik.

Genç bir yazarsınız. İlerleyen yıllarda da hep roman üzerine mi çalışacaksınız? 

Sinema çok ilgimi çekiyor. Gençler okumaktan ziyade seyretmeyi seviyorlar. O zaman yazdıklarımı senaryolaştırabilir ve insanlara görsel yollarla ulaşmayı deneyebilirim.

Son yıllarda sufizm ve Mevlana konuları yazarların ilgisini çekiyor bu İslamcı yaklaşımın son yıllardaki siyasi değişimle bir ilgisi var mı? 

Mutlaka vardır. Bu noktada her ne kadar siyasi nedenlerle sufizmle ve Mevlana ile ilgilenilmesi beni rahatsız etse de sebepten ziyade sonuca bakarsak bu memnun edici bir gelişmedir diyebiliriz. Sebep ne olursa olsun unutulmuş değerlerimizi tekrar hatırlamanın bize uzun vadede getirisi olacağına inanıyorum.

Dünya hızlı bir değişimin içinde. Hatta din olgusunun da hızla değiştiğine inanıyorum. Kuantum Fiziğine ilginin bile biraz da bu boşalan yerin neden olduğunu düşünüyorum. Siz ne dersiniz? 


Bilginin kaynağı Batı dünyası olunca o bilgiye daha çok itibar ediyoruz. Tasavvuf olgusu yüzyıllardır “kendini bilmek” kavramından bahsederken Kuantum bilgisi bize bu düşünceyi sununca bize daha cazip geliyor. Kuantumu referans alarak tasavvufa dönüp bakıyoruz, ve sonra “ha evet zaten tasavvuf da tam olarak bunu diyordu” diyoruz. Ben yine de buna bile şükrediyorum, bizi bilgiye götürsün de ister tasavvufla götürsün, isterse kuantumla diyorum.


Editor
İndigo Dergisi Haber Merkezi | İndigo Dergisi, 18 yıldır yayın hayatında olan bağımsız bir medya kuruluşudur. İlkelerinden ödün vermeden tarafsız yayıncılık anlayışı ile çalışmaktadır. 2005 yılında kurulan İndigo Dergisi, indigodergisi.com web sitesi üzerinden tamamen dijital ortamda günlük yayın yapmaktadır. Aynı zamanda Türkiye’nin ilk internet haber dergisi olmakla birlikte, tüm yayın kadrosu ve okurlarıyla birlikte sürekli gelişmektedir. İndigo Dergisi’nin amacı; gidişatı ve tabuları sorgulayarak, kamuoyu oluşturarak farkındalık yaratmaktır. Vizyonu; okuyucularında sosyal sorumluluk bilinci geliştirerek toplumun olumlu yönde değişimine katkıda bulunmaktır. Temel değerleri; dürüst, sağduyulu, barışçıl ve sosyal sorumluluklarının bilincinde olmaktır. İndigo Dergisi, Türkiye’nin saygın İnternet yayınlarından biri olarak; iletişim özgürlüğünü halkın gerçekleri öğrenme hakkı olarak kabul etmekte; Basın Meslek İlkeleri ve Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne uymayı taahhüt eder. İlaveten İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni benimsemekte ve yayın içeriğinde de bu bildiriyi göz önünde bulundurmaktadır. Buradan hareketle herkesin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin eşitliğine ve özgürlüğüne inanmaktadır. İndigo Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti çıkarlarına ters düşen; milli haysiyetimizi ve değerlerimizi karalayan, küçümseyen ya da bunlara zarar verebilecek nitelikte hiçbir yazıya yer vermez. İlkelerinden ödün vermeyen şeffaf yayıncılık anlayışını desteklemektedir. Herhangi bir çıkar grubu, örgüt, ideoloji, politik veya dini; hiçbir oluşumun parçası değildir. Köşe yazarlarımızın yazdıkları fikirler, kendi özgür düşünceleridir; İndigo Dergisi yayın politikası dahilinde değerlendirilir ve yayın ilkeleri ile çelişmediği müddetçe, düşünce ve ifade özgürlüğünü teşvik ederek yayına alınır. İndigo Dergisi, sunduğu tüm bilgilerin doğruluğunu teyit ve kontrol eder; bu bilgilerin geçerliliğine son derece önem verir.