Şimdiki geçmiş zamanda yıllar

Seksenler, doksanlar, iki binler… Böyle ilerledi yıllar. Sonra ne oldu? Kim durdurabilir, devam etti tabii…

Şimdiki geçmiş zamanda yıllar

Şimdiki geçmiş zaman

Hayır hayır; “ne güzel yıllardı” diye başlayan, daha önce defalarca yazılmış olanları andıran bir seksenler veya doksanlar yazısı değil bu; içimden öyle yazmak gelmiyor mu peki? Geliyor, saklamaya gerek yok; hatta “hadi gidiyoruz” diyerek belki geri bile dönmek…

Seksenli yıllar

Sade ve kısıtlı, ama doğal ve güzeldi. Bir bölümü hiç teknolojili, bir bölümü az teknolojili geçti. Olanaklar az ve sınırlı; öyle herkesin her istediğini her an bulamayacağı yıllar; ha isteyen istediğine erişemiyor muydu? Hiç şüphesiz, her dönem olduğu ve olacağı gibi; en azından “yolunu buluyordu”. “Yolunu bulduktan” sonra ise bas gaza gitsin; yolda takılabileceğin en kötü çevirme, zamanında bir karikatüre de konu olmuş olan, “1km. ilerideki kuzu çevirme, kendin pişir kendin ye.” İşte bu geçip giden “evvel zaman içinde,” bizim de her sade vatandaş gibi, o yılların sade çocukları olarak beklentilerimiz vardı tabii. “Beklentiler; ufacık tefecik ve masum.”


Zaman ilerledi, ilerledi…

Doksanlı yıllar

Seksenlerin hemen bitişiği olması sebebiyle kimi dönemleri seksenler kokan, son dönemleri ise milenyuma bakan garip bir geçiş dönemi. Geçmişte de olan, olduğu gibi devam eden, yenileri de eklenen karmaşalar burada da yok muydu? Vardı tabii. Beklentiler mi? Mutlaka; yine her sade vatandaş gibi, bu defa o yılların sade gençliği olarak yine beklentilerimiz, hayallerimiz vardı, “kalbur ‘zaman” içinde.

Durur mu zaman? Hayır, yine ilerledi.

İki binli yıllar

Gözlerimizi “milenyumduğumuz” ve bu türemiş kelime ile bir şiir yazmama da sebep olan, ha “geliştik” ha “gelişiyoruz” diye aslında “geçiştirilen” , “develerin tellal, pirelerin berber”, çarşı pazarın karışık, berberde sohbetin her zaman olduğu gibi yine koyu olduğu yıllar.

Sonra?

“Birileri beşikleri tıngır mıngır sallar iken,” mışıl mışıl ilerleyen, hızla geçip giden zaman…


İki binli yıllar

Eskiye yakın yeniye bakan, yeni olmaya çalışıp eskide kalan! “Bir varmış bir yokmuş,” çook eski yıllarda karmakarışık bir ülke varmış; mafyalar mı dersin, türlü çeşit terör örgütleri mi dersin, köşe başı cinayetleri mi dersin, katliamlar, tacizler, tecavüzler, hırsızlıklar, gasplar, çocuk istismarları mı dersin!.. Ne dersen de, hepsinden varmış. Ama bunların hepsi geçmişte kalmış; ne kötü, ne sıkıcı yıllarmış, hem biz nerden bilecekmişiz, bilmediğimiz iyi olmuş; yaa!

Devam…

Doksanlı yıllar

Bangır pioneer müzikli, pop, caz, arabesk karmaşası içinde kurulan büyük hayaller… Nedir peki? Çocukluktan başlayıp ileriki yıllarda biraz daha şekillenip bir şeylere benzemeye başlayan, bir bütün olarak söyleyebileceğimiz, “eşitlik, adalet, kardeşlik” isteği. Ve tabii tertemiz bir havayı şöyle “özgürce” dolu dolu solumak.

Devam…

Yıllar durmaz, hız kesmez ve biz geçip giden zamanın ardından bakarız sadece! Biz, bize ve zamana, birileri ise sadece “yoluna” bakar. “Az gideriz uz gideriz, dere depe dümdüz gideriz” sonra durup bir de bakarız ki; ne görelim?!


Sırada seksenli yıllar.


Cihan Yılmaz
İstanbul’da yaşar, İstanbul’u da ülkenin bütününü de çok sever. Ne güzel topraklardır bu topraklar; ne güzeldir bu topraklarda düşünmek, yazmak, çizmek, yaşamak; güzeldir elbet…