Soraya’yı Taşlamak şeriat ve İran Devrimi

Son zamanlarda ülkemizde en çok konuşulan konulardan biri laikliğin anayasadan kaldırılma ihtimali, bu konu bu kadar ayyuka çıkınca ister istemez gözlerim en yakında bulunan örneğe, ‘şeriat’la yönetilen İran’a kayıyor.

Soraya'yı Taşlamak şeriat ve İran Devrimi

Rıza Şah Pehlevi’nin ve oğlu Muhammed Rıza’nın ilerici ve reformist yaklaşımı ülkede kendine kitleler sağlamış olan Humeyni ve yandaşlarını harekete geçirdi, İslami yönetimin benimsenmesi için Humeyni 1 Şubat 1979’da İran’da devrimi gerçekleştirdi.

Fakat medreseleri okula çeviren, üniversiteler kuran, kılık kıyafette yenilikler yapan, şeriat yasaları yerine yargı reformu ile sırtını hukuka dayayan bir devlet adamı ve kadınlara oy hakkını İran’da ilk defa yasalaştıran oğlu neden devrimle indirilmek istenir?


Ülke içinde, devrimden önce mollaların sesi yükselmeye başlamıştı, kadınların evden çıkmaması gerektiği, kız çocuklarının okula gitmemesi gerektiği, yönetim biçiminin şeriat olması gerektiğine inanıyorlardı!

Soraya’yı Taşlamak, (The Stoning of Soraya M. 2008) işte bu devrimin sonrasından
bahsetmektedir. Freidoune arabası ile seyahat ederken, Zehra’nın köyünde arabası bozulur. Zehra bir gazeteci ile karşılaştığını anladığında ölümü bile göze alarak yeğeni Soraya’ya neler olduğunu, kapalı kapılar ardında, İran’ın bu gözden ırak köyünde neler döndüğünü anlatmak ister. Soraya’nın kocası köyün çeşitli yerlerinde söylediği bir yalan üzerine kendine taraftar toplar. Deyim yerinde ise karısını mollaların önüne atar.

Erkek egemen bir köyde, kadınların sesi asla çıkmamaktadır ve dediklerine inanılmamaktadır. Ya da zaten dediklerinin gerçek de olsa önemi yoktur.

Güya dinin gerekliliklerini yerine getiren köyün erkekleri, Soraya’yı recme (taşlanarak idam) mahkum eder. Gözü dönmüş bu adamların düşüncesi yavaş yavaş köyü sarmaya başlar. İftira atan yalancı bir koca, vicdansız bir baba, beyinleri yıkanmış iki evlat annelerini, kızlarını, eşlerini, arkadaşlarını taşlayarak öldürür.


Filmin açılışındaki dize ise gelinen durumu özetler nitelikte; Hafız-ı Şirazi’nin dizeleri:

“Olmayın riyakârlık edenlerden.
Bir yanda yüksek sesle Kuran’ı dillendirirken,
öte yanda ahlaksızlığını sakladığını zannedenlerden.”

İşin aslında garip yanı şu; Hafız-ı Şirazi 1389 yılında ölmüştür. 627 yıl geçmiş üzerinden ve dediklerinin tesiri hala sürmekte. Bu konuda biraz düşünmek gerekli!

Tarihte bir yolculuğa çıkmak isteyenler için önerim şudur, İran’ın devrim öncesi ve sonrası fotoğraflarına bakın, filme konu olan Soraya Manutchehri, gerçekte yaşamıştır, hayatını araştırın.


Bu filmin attığı çığlık çok yakınlarımızda, İran’da! Hayatın içinden, bu sese kulak verin!


Hasan Can Bakkallar
1992 İzmir doğumlu. İlkokul, ortaokul ve lise öğrenimini Bodrum'da tamamladı. Daha sonra üniversite eğitimi için Yeditepe Üniversitesi Radyo TV ve Sinema bölümüne 3. dereceden giriş yaptı. Şu an medya ve iletişim üzerine yüksek lisans yapıyor. "365 Gün Sinema" adlı bir kitabı yayımlandı. Kurucusu olduğu yapım şirketinde toplumsal gerçekçi filmler üretmek hedefleri arasında.