Bir sabah Ergenekon nedeniyle kapısını çalmasalardı Türkan Saylan’ın bu ülke için yaptıkları, planları ve karşısında durduğu karanlık fikirlerin fotoğrafı bu kadar net çekilebilir miydi ve uğradığı haksızlık karşısındaki sağduyulu, ilkeli, tutarlı tavrı olmasaydı kısır çekişmeler içinde yine yüz parçaya bölünüp şeriatçı – darbeci çığlıkları arasında asıl hedef olan ”çağdaşlığı”gözden kaçırmış olmaz mıydık?
Sabırlı, şakacı, hesaplı, taşları yerli yerine, lafı da taşın gediğine koyan kocaman bir güç var, ister adına tanrı diyelim, ister ilahi tesadüfler, var böyle bir şey…
Hastalığının son evresinde bile kişisel acısını bir kez olsun gündeme getirmeden hastalığını Kaf Dağı’nın ardında; ama Kaf Dağı’nın ardında olan kızlarını ta yanı başında hissetti, hissettirdi. Haksızlıklara sesini yükseltmeden de karşı konulabileceğini, birileri alkışlasın diye değil; doğru olan budur ve ben bundan mutluluk duyuyorum tavrıyla anlattı bize. Aklı, mesleği, parası, gücü ile bir eli yağda bir eli balda yaşayabilecekken dünyanın köşe bucak kaçtığı cüzzamın, toplumumuzun cüzzamı cehaletin ve cehaletin yarattığı her şeyin üstüne üstüne yürüdü, topu tüfeği olan bilgisi, yüreği, sevgisiyle…
Sarılıp sarmaladığı cüzzamlı hastalar… Dağ köyünden çıkıp Kardelenler Projesi’yle kendini ve ailesini kurtaran kız çocukları… Burs vererek okuttuğu gençler, yurt gezilerinin binlercesinde karşılaşıp tedavi ettiği hastalar… Hepsinin ama hepsinin minneti, teşekkürü koca bir çığ olup bir sabah kapısına dayandı Türkan Saylan’ın.
Belki kapıyı tıklatması farklıydı ama ne bilsin ”evren” bizim onun kıymetini bilmediğimizi, görmezden geldiğimizi? Onun görevi sadece kapıyı tıklatmaktı. Kapıyı çalmalıydı ve çaldı.
Kapının tıklatılmasına, gümbürtüsüne biz uyandık önce, çünkü o alışıktı. Aldığı tehditlere, gördüğü baskılara, hakkında çıkarılan dedikodulara, önüne çekilen setlere alışıktı. Sakin olun dedi bize çiçekli penceresinden. Sanki yüklendiği sorumluluklar, geliştirdiği projeler, baktığı hastalar, kardeş bilip geçindiği hastalığı yokmuşçasına sakin…
Yüreklerimiz isyan etti. Bir anda öğrencilerine destek yağdı, köşe yazarları konuyu gündeme getirdi, sanatçılar toplandı. Adına yapılan saygı konseriyle fikirlerini, yaşamını, kişiliğini,eylemlerini ezberledik. Minnet duyduk, pamuklara sarıp sarmalanacakken yapılanlar içimizi yaktı, utandık. Susmak bilmeyen iftiracılar daha bir pekiştirdi ona olan saygımızı, sevgimizi…
Ne mutlu edebilir ki onu diye düşündük, neden mutlu olur bu bandanasının altında gülen gözleriyle bakan, tatlı sesli, kırmızı rujlu karşılaştığımız hiç bir güzelliğe benzemeyen ama hepsinden de güzel olan bu kadın? Altından kocaman bir taç mı? Koccaman bir malikâne mi? Çokça yıldızlı bir otelde sonsuz tatil mi? Etekciler, kötekçiler, baklavalar, börekler?
Evren biliyordu… Mutluluğu yurdunun kızlarının gelişiminde, kızlarının gelişiminde de yurdun gelişimini gören kadının neden mutlu olacağını. Planını buna göre yapmıştı; taa çok önceden bulutlara bakarak minnet gözyaşı döken hastalarının, öğrencilerinin ve bunların ailelerinin göklere ağan dualarında yağmur olup yağan hak edişi defterine geçirip altını kırmızı çizgiyle de çizmişti; 19 Mayıs… Kurtuluşun, gençliğin ve bayramın tarihi sorulabilseydi Türkan Saylan’a, en büyük hediye inanın bu derdi çiçekli penceresinden gülümseyerek. İnanın…
Yazan: Nuran Nayır Giner