Herkes anlaşılamamaktan şikâyet ediyor. Aileler çocuklarını anlamıyor, çocuklarda ebeveynlerinin tepkilerine bir anlam veremiyorlar. İş yerinde patronumuza ya da iş arkadaşlarımıza kendimizi ifade edememekten yakınıyoruz, sosyal çevremizde ise arkadaşlarımızın ya da dostlarımızın umursamazlığından. Peki, anlaşılmak için ne kadar anlıyoruz? Ya da kendimizi dinlenir kılabilmek için ne kadar dinliyoruz? Etkin dinleme nedir?
Karşımızdakini yüzde 25 anlıyoruz
Yapılan araştırmalara göre gün içerisinde %60 orasında dinleme aktivitesi gerçekleştirmemize rağmen bu oranın sadece %25’inde edinim gerçekleşiyor. Başka bir deyişle; karşımızdakini tam anlamıyla %25 oranında anlıyoruz. Yolda yürürken kimi durdurup sorsanız aynı dertten mustariptir. Kimse gerçekten neye ihtiyacı olduğunu karşı tarafa doğru ifade edemediğinden ve karşı taraf da etkin dinlemediğinden psikologlar, koçlar dolup taşıyor çünkü bir saat de olsa bu kişilerin bizlere sunduğu aslında tam anlamıyla etkin dinleme oluyor. “Etkin dinleme nedir?” diye sorarsak kısaca cevabımız, “daha az konuşup daha çok dinlemektir” olacaktır.
Etkin dinleme
Etkin dinleyen bir kişi; karşısındakinin ne anlattığına tamamıyla odaklanan, göz teması kurabilen, beden diliyle de dinleme yaptığını karşı tarafa hissettiren, anlatılanlar hoşuna gitmese de objektif olarak dinleyen, değerlendiren, kapalı uçlu sorular yerine açık uçlu sorular ile anlatan kişinin daha fazla anlatım yapabilmesini sağlayabilen kişidir. Ayrıca etkin dinleme esnasında; zihin beden ruh olarak anda olmalı ve anlatılan konuya kendimizi dâhil etmeden hatta mümkünse kendimizi “benim de başıma bu gelmişti, ben olsam böyle yapmazdım” demekten alıkoyarak bir dinleme gerçekleştirebilmektir. Sorduğumuz açık uçlu sorular sorgulama ya da yargılama içeren türden değil de üretmeye ya da geliştirmeye açık olabilecek sorular olmalıdır.
İki monolog bir diyalog etmez
İkili konuşma esnasında sadece kendi derdimizi anlatmaya odaklanırsak, bu monolog yani tek taraflı bir konuşma olacaktır. Hepimizin bir tartışma esnasında yaşadığı bir durumdur bu. Karşımızdaki kişi tarafından anlaşılamamamızın en temel nedeni ise; sadece kendi üzüntülerimize, fikirlerimize ve hislerimize odaklanmış olmamızdır.
Biz genelde bir tartışma esnasında ortak bir çözüm üretmek yerine; kendi doğrularımızı karşı tarafa kabul ettirmeye uğraşırız. Bizim gerçekliğimiz ve bizim doğrularımız kabul görmediğinde ise hırçınlaşır ve anlaşılamıyor olmaktan yakınırız. Oysaki hayatta bizim doğru bildiklerimiz kadar karşımızdakilerin de doğruları, amaçları ve istekleri vardır.
Verimli bir iletişim ancak farklılıklara saygı göstererek ve empati kurarak başlar. Herkesin birbirine benzediği ve aynı düşüncelere sahip olduğu bir dünya düşünsenize; bu durumda kendimizin gerçekten neyi ne şekilde düşündüğünü nasıl yorumlayabilir ve gelişebilirdik? Yaşadıklarımızdan nasıl ders çıkarır, neye göre hayatlarımızı şekillendirirdik?
Anlaşılmak için ilk önce biz bir adım atıp daha az konuşup daha çok dinlemeli, farklılıklara değer vermeli ve saygı göstermeliyiz. Bunun sonuncunda her şeyin ne kadar çabuk değiştiğini ve bu sayede her geçen gün çevremizdeki insanların fazlalaştığını hissedeceğiz. Herkes birbirinin aynasıdır, neyi görmek istiyorsak onu yansıtan olmalıyız.